8 Temmuz 2005 21:00

Tanrı Aryadne'nin düğünü

Üzüm bağlarını ve şarabı bütün insanlığa armağan eden Diyonisos; insanla bütünleşmiş bir tanrıdır. Bu tanrı; yaşıyor olmanın sevinciyle coşan, doğanın sunduğu zevk ve nimetlerle yaşayıp yaratan ve sürekli evrilen insanın evrensel simgesidir. Onun için bu Anadolu kökenli tanrı; çok zaman kendisinden ayrılmayan ve ezgiler söyleyip oyunlar oynayan alayıyla birlikte, misyonunu yaymak üzere, Akdeniz coğrafyasındaki bütün ülkelerde habire dolanır durur… İşte böyle yol yorgunu olduğu günlerin birinde Diyonisos; Ege kıyılarındaki bir tepeye oturmuş, tek başına denizi seyrediyordu. Oradaki sahile yakın korsan gemisindeki haydutlar; bir prense benzettikleri bu renk renk giysili yakışıklı delikanlıyı, bir fidye koparmak amacıyla apar topar gemilerine atıp kaçırdılar. Ne var ki çok geçmeden, geminin direğine bağladıklarıbu fidyelik delikanlıyı sarıp sarmalayan kalın halatlar, lime lime dökülmeye ve gemi batacakmışçasına sallanmaya başladı. Bir süre sonra da yelkenlinin her tarafı altın ve gümüşe kesildi ve büyüyüp genişleyen güvertesinde ayılar, aslanlar ve geyikler fink atmaya başladı. Aslanlar bütün korsanları güçlü pençeleriyle bir bir denize fırlattılar… Akşama doğru da tanrı Diyonisos; Anadolu'nun tür tür çiçekleriyle ve Akdeniz coğrafyasının bütün renklerini yansıtan ipekli, pamuklu kumaşlarla süslediği bu gemiyi, kimsesiz Naksos adasına demirledi…Karaya çıkar çıkmaz az ötedeki sahilde, sevgilisinin yüzüstü bırakıp gittiği ve bu yüzden gece gündüz gözyaşları döken güzel Aryadne'yi gördü…

Aryadne'nin öyküsü Doğrusu ya Girit kralı Minos'un bu terkedilmiş kızı Aryadne'nin öyküsü de yürekler acısıydı! Olayı kısaca anımsatalım: Atina krallığının ordusu son savaşta Girit krallığına yenildi. Girit krallığının da Labirentos'a kapattığı Minotoros adında bir canavarı vardı. İşte Atina krallığı bu yenilginin bedeli olarak; her yıl on gençkız ve on delikanlıyı bu canavara yem olmak üzere Girit krallığına göndermek zorundaydı. Böylesine korkunç bir fidyeden kurtulmak üzere Atina kralının oğlu Teseus, bu canavarı öldürmek üzere Girit adasına geldi. Ne var ki birbirine geçmeli binbir oda ve sayısız dehlizlerden oluşan Labirentos'taki canavarı öldürse bile, bu dehlizlerden Teseus'un yeniden gerisin geri dışarı çıkabilmesi olanaksızdı. İşte burada Girit kralının güzelliği dillere destan kızı Aryadne imdadına yetişti. Güzel prenses; ülkeler arasında varolan savaşların karşısında olduğu için, babasının başdüşman bellediği bu prense yardımcı olmak istedi. Labirentos'a birlikte geldiler ve elinde tuttuğu iplik yumağının ucunu Teseus'a verdi. Teseus da Aryadne'nin elindeki yumağı boşalta boşalta dehlizlere daldı ve canavarı öldürdü. Sonra da aynı ipin yardımıyla gerisin geri yeniden dışarı çıktı…Böylece Teseus ülkesini büyük bir beladan kurtardığı gibi büyük bir üne de kavuştu! Ve bir gece aşık olduğunu söylediği Aryadne'yi gemisine alıp Naksos adasına kaçırdı. Bir süre adada birlikte gezip tozdular. Akşama doğru da Aryadne yorgunluktan sahilde uyuyakaldı. Teseus da bunu bir fırsat bilip kızcağızı ıssız adada tek başına bırakıp kaçtı! İşte bu olaydan birkaç gün sonra, yukarıda anlattığımız gibi, rengârenk çiçeklerle süslü gemisini Naksos adasına demirleyen tanrı Diyonisos; durmadan gözyaşları döken ve Teseus'a ilençler yağdıran güzel Aryadne'yle karşılaştı…

Olağanüstü yaratıcılık Biraz avutmak için bu güzelle bir süre yarenlik eden Diyonisos; "Ben doğadaki nimetlerin, ama özellikle insanlara gam ve kederi unutturan şarabın tanrısıyım, diyerek kendini tanıtmaya başladı. Ama bir tanrı da olsam Olimpos'ta fazla oturmam. İnsanların bütün acılarını ve sevinçlerini ben de aynen duyabildiğim için kendimi onlara çok yakın hissederim. Sonra tanrıların bile kıskandığı bu dünyanın güzelliğini onlara duyurabilmek için diyar diyar, arkamdaki Silenos'larla, Bakhant'larla birlikte böyle gezer tozarım. Bizim alayımız şarkılar söyler, oyunlar oynar…Ben de bu arada insanoğlunu, kendi içinde saklı olan o olağanüstü yaratıcılık gücüyle tanıştırırım. " Bu sözlerden sonra hem tanrı hem de Aryadne dinginleşti. "Evet, diye yeniden söze girdi Diyonisos. Beni tanımazdan önce değerbilmez Atinalı prens Teseus'u seviyordun. Ama o seni yalnızca işi bitene dek sevdi! Sonra da seni bırakıp kaçt!. Ama bundan böyle içi dışı su gibi katışıksız olan sen, benim sevgilim olmaya fazlasıyla hak ettin!…" Aryadne karşısında bir tanrı değil, artık bir insan görüyordu…Diyonisos elinde parlak taşlarla süslü gelin tacını Aryadne'nin dalgalı saçları üstüne koydu. Ne var ki saçlarına değer değmez bu taç; ışıklar saçarak gökyüzüne doğru uzayıp gitti…Üstündeki pırlanta taşlar ışıl ışıl uçuşmaya başladı ve gökyüzü kıvılcımlarla kaynaşan yıldızlar tarlasına dönüştü… Güzel Aryadne'nin tanrıyla olan düğünü onuruna, perikızları Bakha'lar dans etmeye; şiş karınlı Silenos'lar da ellerini birbirine vurarak şarkılar söylemeye başladılar. Bu düğün alayındakilerin hoplayıp zıpladıkları yerlerden rengârenk çiçekler püskürüyordu. Böylece ıssız ve çorak Naksos adası, ezgiler içinde ışık ve üzüm bağlarıyla harmanlanan bir bayram yeri olup çıktı! Ve bu eşsiz görünüm, binyıllar süresince pekçok ressamın tablolarına ve nice heykeltraşların heykellerine esin kaynağı oldu…O anda Anadolu dağlarında gezinen keçi ayaklı mahzun tanrı Pan da, coşkulu düğün ezgilerini duyar duymaz, flütünü kaptığı gibi bu şölene apar topar yetişti. Tanrı Pan, flütünden yeni evliler adına yanık yanık ve coşkulu ezgiler döktürdü… Ve daha sonra Aryadne ile tanrı Diyonisos'un bindiği ve üç panterin çektiği düğün arabası; Akdeniz'in bir başka ıssız adasını üzüm bağlarıyla donatıp ezgilerle şenlendirmek üzere, ışıklar saça saça kayıp gitti…

Evrensel'i Takip Et