05 Haziran 2005 21:00

Adil olmayan AB'ye 'hayır' dedik

Sendikacılar olarak görevimiz, hareketi canlı tutmak ve Avrupa çapında eylemlere hazırlanmaktır. Emekçileri rekabete sürükleme çabasının ürünü olan bu direktife karşı sendikaların ve kitle örgütlerinin Avrupa çapında eylemleri gündeme gelmelidir.

Paylaş
Mücadeleci sendika lideri Annick Coupe, Fransa'da düzenlenen referandumun sonuçlarını EVRENSEL için değerlendirdi. Referandum öncesi 'hayır' cephesinde kampanyaya aktif katılan Coupe, hayır derken anayasanın neoliberal özünü teşhir ettiklerini söyledi. Emekçilerin asıl tepki duydukları noktanın AB direktiflerinin temelinde bulunan rekabet ve sosyal adaletsizlik gibi düşüncelerin anayasa hükmü olarak yerleştirilmesi olduğunu belirtti. Referandum sonuçlarını nasıl tahlil ediyorsunuz? Sonuçları tahlil ederken, öncelikle üzerinde durulması gereken konu, kuşkusuz rakam ve oranlardır. Bir kere, önemli bir katılım yaşandı. Seçmenlerin yüzde 70'i sandık başına gitti ve anayasa, oy kullananların yüzde 55'inin 'hayır'ı nedeniyle reddedildi. Bu oldukça olumlu bir durumdur. Başka önemli bir mesele de, bu sonucun çıkmasında esas olarak ilerici, demokrat kampın etkili olmasıdır. Sendikalar, kitle örgütleri, ATTAC benzeri dernekler, Copernic Vakfı gibi aydın örgütleri, Komünist Partisi, Yeşillerin bir kesimi ve hatta Sosyalist Parti'nin muhalif kesimi; birkaç aydan beri hummalı çalışma içerisinde bulunuyordu. Biz, bu anayasanın neoliberal özünü deşifre etmek için çaba sarf ettik. Yıllardan beri karşısında mücadele ettiğimiz şeylerin hepsi anayasada yer alıyordu. On yıl kadar önce Maastricht Sözleşmesi üzerine referandum sırasında, muhalif kesim, büyük ölçüde milliyetçi, ulusal egemenlikçi güçler tarafından temsil edilmişti. Bu kez öyle olmadı, anayasaya karşı çıkan güçlerin esasını sol oluşturdu. Pazar günü yapılan referandumun ortaya çıkardığı sonuçlardan birisi de, 'hayır' oyu kullananların ezici bir çoğunluğunu emekçilerin oluşturmasıdır. Sebep sonuç ilişkisi var burada. Kitlesel işsizlik, yoksulluk, düşük ücretle güvencesiz işlerde çalıştırılma, günlük yaşamın türlü zorlukları bir tarafta, ve bütün bunların sebebi olan neoliberal politikaları anayasal meşruiyet düzeyine çıkarma isteği de öbür tarafta. İşçiler neden büyük bir çoğunlukla 'hayır' oyu verdiler? Başka zamanlarda sandık başına gitmezken, şimdi niçin bu kadar yoğun bir katılım gösterdiler ? Evet, uzun süredir yönetici politik kast ile halk kitleleri arasında önemli bir uçurum oluştu. Ama bu referandum sürecinde emekçi kesimler, sözünü ettiğim örgütler vasıtasıyla anayasa tartışmasına müdahil oldular. Ve kamu sektörünün dağıtılması, sosyal güvenliğin parçalanması, kazanılmış hakların gasp edilmesi ile AB direktifleri arasında bağlantı kurdular. Zira birçok ülkede, çoğu kez bu AB direktifleri bahane edilerek saldırılar yürütüldü. Bu direktiflerin de temelinde bulunan düşüncelerin, yani rekabetin, sosyal adaletsizliğin anayasa hükmü olarak yerleştirilmesine tepki duydular. Emekçiler, yurttaşlık haklarını kullanarak Avrupa meselesine el atmış oldular. Basında gerici milliyetçilerin bu işten karlı çıktıkları iddiaları yer alıyor. Buna ne diyorsunuz? Bu tür değerlendirmeleri yapanlar, anayasanın olumluluklarına dair herhangi bir argüman bulamayanlardır. Öyle olunca korku yayma yolunu tercih ediyorlar. Halbuki Fransa çapında şehirlerde semtlerde düzenlenen yüzlerce toplantı, gösteri vb. bakıldığında bunun, tabandan gelen kuvvetli bir tepki olduğu görülecektir. 'Hayır' oylarının gelip geçici bir tepki değil, dayanışmacı ve gerçek Avrupai bir karakterde olduğu göz ardı edilmemelidir. Örneğin, Avrupa'da yaşayan herkes için eşit sosyal haklar talep edilmiş ve emekçiler arasında rekabeti kışkırtacak önlem ve söylemlere karşı çıkılmıştır. Halbuki bize önerilen anayasa ve öteki AB direktifleri; Polonya, Bulgaristan, Romanya vb. gibi ülkelere, Batı Avrupa ülkelerinin seviyesine çıkabilmek için, işgücünü rekabete sokmaktan başka bir şey önermemektedir. Bu ise, sosyal bir Avrupa'nın tam karşıtıdır. Kuşkusuz eşit sosyal düzeye bir günde varılamaz, ama bunun bir hedef olarak belirlenmesi ve oraya ulaşabilmek için gerekli adımların atılması zorunludur. Kampanya sürecinde sendikalar ne tutum takındılar? Şimdi ne yapmayı planlıyorsunuz? Avrupa çapında sendikaları temsil eden Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, tek tek sendikaların görüşünü bile almadan anayasaya peşin destek verdi. Ama tartışma süreci başladıktan sonra, bu tutuma itiraz eden sesler yükselmeye başladı. Fransa sendikal hareketinin büyük bir kesimi anayasa metnine karşı tutum aldı. Bu tutum Belçika Almanya, İngiltere gibi ülkelerin sendikacıları arasında da -tartışmalar derinleştikçe- yankı buluyor. Fransa'da anayasaya 'hayır' çıkması sadece bir başlangıçtır, bunu önümüzdeki hafta ve aylarda güçlü sosyal hareketlerin takip etmesi gerekiyor. Çünkü ne Fransız hükümetine, ne de AB yöneticilerine, politika değişikliğine gideceklerine dair hiçbir güven duymuyoruz. Chirac'ın son günlerdeki konuşmaları, De Villepin'in başbakanlığa atanması, Nicolas Sarkozy'nin yeniden İçişleri Bakanlığı'na getirilecek olması, hiç de güven yaratan gelişmeler değildir. Sarkozy bildiğimiz gibi aşırı liberal çizginin adamıdır. İçişleri Bakanlığı yaptıkları dönemde Sarkozy de, De Villepin de aynı baskıcı politikayı izlediler. Dolayısıyla politik ve sosyal çizginin değişeceğine dair herhangi bir belirti yoktur. Sendikacılar olarak önümüzdeki görev, hareketi canlı tutmak ve hatta Avrupa çapında ortak eylemlere hazırlanmaktır. Örneğin ünlü Bolkenstein Direktifi sözde geriye çekilmiş olmasına rağmen, yarın değişik tarzda önümüze sürülecektir. Emekçileri birbirlerine karşı rekabete sürükleme çabasının ürünü olan bu direktife karşı sendikaların, kitle örgütlerinin, derneklerin Avrupa çapında koordineli eylemleri gündeme gelmelidir. Kampanya döneminde sendikacıların "500'ler çağrısı" gibi ortak bazı girişimleri oldu. Bu türden çabalar önümüzdeki dönemde de sürecek mi? CGT (Genel İş Konfederasyonu) , FSU (Öğretmenler Sendikası) ve SUD üyesisendikacıların içerisinde yer aldıkları bu girişimin önemli bir etkisi oldu. Bunun devam etmesini bekliyoruz. Anayasaya karşı kampanya sürecinde birlikte hareket etmemiz olumlu bir deneyimdir ve şimdi gündeme gelmiş olan sosyal hareketi organize etme bakımından birikim oluşturmaktadır. Yeni hükümet beklentilerinize yanıt verebilir mi ? Hayır. Daha önce de söylediğim gibi De Villepin'i de, Sarkozy' yi de tanıyoruz. Şimdi önümüzdeki günlerde kurulacak hükümetin politik programına bakacağız. Ama ne cumhurbaşkanının, ne de öteki yetkililerin ve hatta partilerin, olup bitenden doğru sonuçlar çıkardıklarını görüyoruz. Bu, demokrasi açısından da kaygı vericidir. Kampanya süresince zaten başta medya olmak üzere tüm araçlar kullanılarak karalama yapıldı. Basında yeni bir referandum düzenlenmesi ihtimalinden söz ediliyor. Fransa'daki sonuçlar ortada. Hollanda kısa bir süre önce önemli sosyal hareketlenmeler yaşayan bir ülkedir. Burada da hayır oylarının sebebi, büyük ölçüde Fransa'daki ile aynıdır. Referandum düzenleyen öteki ülkelerde de "hayır" oyu çıkması beklenebilir. Bunun karşısında sağır kalmak imkansız olduğuna göre bir yol bulunacak ve anayasa metni yeniden tartışma gündemine gelecektir. Biz sendika olarak, Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde birlikte çalıştığımız diğer ülkelerden sendikalar ve kitle örgütleriyle birlikte bu tartışmanın tarafı olacağız.


Hayır Türkiye'ye değil hak gasplarına karşıydı Türkiye bir süredir, Fransa'da ve birçok Avrupa ülkesinde düzen politikacılarının elinde malzeme olarak kullanılıyor. Bu referandumda da öyle oldu. Hayır sonucu çıkmasında Türkiye tartışmalarının hayır oylarında önemli bir rolü oldu mu? Türkiye konusunun malzeme olduğu doğrudur. Fakat bizim açımızdan anayasaya karşı olmak ile, Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı olmanın nedenleri farklıdır. Eğer Türkiye bir gün Avrupa Birliği'ne girecekse, bu, ileri düzeyde sosyal hakların gerçekleştiği bir ortamda olmalıdır. Ancak şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum ki, ret oyu esasta anayasanın kendisine ve liberalizme muhalefet temelinde olmuştur. Bu arada, tabi ki gelecekten kaygı duyanlar, korku ile tepki gösterenler de olmuştur. Ama bu kaygı ve korku Türkiye'den değil sosyal güvensizlikten kaynaklanan, işini kaybetme korkusuyla dışa vurulan bir korku ve kaygıdır. Bunu kötü emelleri için kullanan politikacılar da vardır. Referandum kampanyası boyunca emekçilerin cephesinden talep edilen şey, daha iyi bir yaşam, iş ve sosyal güvence olmuştur. Şu veya bu ülke karşıtlığı, kayda değer bir rol oynamamıştır.


Annick Coupe kimdir? Fransa Dayanışma-Birlik-Demokrasi (SUD) sendikasının ulusal sekreteri olan Annick Coupe, Fransa işçi hareketi içinde, kararlı tutumu ve sade yaşamı ile tanınıyor. 51 yaşında ve Normandiya kökenli olan Coupe, iş ve sendikal yaşamına 1972 yılında kasiyer olarak Caen şehrinde başlamış. 1978 yılından beri de Posta İşletmesi'nde çalışıyor. CFDT (Fransa Demokratik İşçi Konfederasyonu) üyesi olan Coupe, bu sendikada il ve bölge düzeyinde görevler üstlendikten sonra, 1988 yılı sonunda, yüzlerce sendika üyesi ile birlikte CFDT'den atıldı ama hemen ardından SUD-PTT sendikasının kurucuları arasında yer aldı. Coupe, 1989-99 yılları arasında SUDPTTsendikasının genel sekreterliğini yaptı. Bu süre boyunca, kendi alanında ve tüm Fransa'da yürütülen sendikal çalışmalarda, ön saflarda yer aldı. Şimdi 38 sendikadan oluşan SOLIDAIRES'in ulusal sekreterliği görevini sürdürüyor. Coupe, referandum kampanyasına da katıldı ve işçiler arasında "hayır" oylarının artması için çaba sarf etti.

ÖNCEKİ HABER

Haiti'de BM destekli KATLİAM

SONRAKİ HABER

AB, anayasa krizine çözüm arıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa