30 Mart 2005 21:00

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!

Fukuyama'ya göre 11 Eylül saldırıları, "zayıf bir devletin" verebileceği zararları gösterdi ve bu noktada tartışılması gereken şey bu zararları ortadan kaldırmak için müdahelenin meşru olup olmadığı sorunu.

Paylaş
Francis Fukuyama liberal demokrasinin mutlak hakimiyetinin manifestosu olarak "tarihin sonu" makalesini kaleme aldığında, büyük tartışmalara yol açmıştı. Ne var ki, bu iddialı tez bir kaç yıl sonra Yugoslavya'daki etnik savaşa çarparak dağıldı ve yerini Samuel Huntington'un "Medeniyetler Çatışması"na bıraktı. Çeyrek yüzyıla damgasını vuran bu iki Amerikan ideologu arasındaki statü değişimleri gerçekten ilginç. Zira, Fukuyama ile Huntington, Amerikan pragmatist düşüncesindeki değişimlerin koordinatlarını temsil ederler. Birisi gözden düşerken diğeri bir adım öne çıkar... Bugünlerde yeni bir "bayrak değişimi" sözkonusu. Huntington'un ırkçı tona sahip "medeniyet" mefhumunun Bush yönetiminin emperyal vizyonu bakımından fazlasıyla sığ bulunduğu sıralarda, Fukuyama'nın ulus-devlet tartışması bir adım öne çıkıyor.

'Zayıf devlet' Remzi Kitabevi'nin Türçeye çevirdiği "Devletin İnşası-21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim" adlı son kitabında Fukuyama, devletin yeniden inşasının uluslararası düzendeki en önemli sorun olduğunu savunuyor. Bu fikir Fukuyama için deyim yerindeyse "180 derecelik bir dönüş" anlamına geliyor. Nitekim O'ndan daha ziyade "küresel düzen" üzerine söylevler duymaya alışmıştık. Fukuyama'nın Amerikan pragmatizminin tipik temsilcisi olmasının gizi de biraz burada aslında. Kariyerini, kendini Amerikan dış politikası ile paralel bir siyaset bilimi üretimine hasretmesine borçlu. Fukuyama kitabında neden devletin güçlendirilmesi gerektiği fikrine dönüş yaptığını açıklarken, Bush'un 11 Eylül sonrasında yaptığı meşhur "ulusa sesleniş" konuşmasında telfaffuz ettiği "haydut devletler"e göndermelerde bulunuyor. O'na göre "AIDS'ten yoksulluğa, terörizmden uyuşturucuya kadar bir çok ciddi sorunun merkezinde zayıf ya da başarısız devletler" var. Zayıf devlet mekanizmasının yarattığı güç boşluğu, El Kaide gibi örgütler tarafından dolduruluyor. Dolayısıyla güvenlik meselelerinin köklü çözümünde devletin yeniden inşasını dikkate almak lazım. Çünkü Fukuyama, küresel ekonomi politikanın programatik ifadesi olan "Washington Konsensüsü"nün devletin küçültülmesine dair ögütlerinin yanlış anlaşıldığı kanaatinde. Daha doğrusu, devletin kapasitesi ile ekonomide kapsadığı alanın karıştırıldığını düşünüyor. Önerdiği yeniden inşanın temel amacı da "daha küçük ama daha etkin bir devlet" yaratabilmek. Meşruiyetin kaynağı nedir? Fukuyama'nın asıl dikkati çeken fikirleri ise kitabın son bölümünü oluşturan uluslararası meşruiyet tartışmasında görülüyor. Bu tartışmalarda ABD ile Avrupa Birliği'nin meşruiyete bakışının tarihsel ve güncel kaynakları karşılaştırılırken ibre elbette ABD'den yana dönüyor. Nitekim Fukuyama'nın ortaya attığı sorular, Bush doktrininin hedefleri ile paralel: "Bir başka devletin egemenliğine saldırmak, kim için ve hangi amaçla meşru ve haklı olabilir? Uluslararası meşruiyetin, egemen ulus devletlerin mevcudiyetine ve gücüne dayanmayan bir kaynağı var mıdır? Eğer yoksa, egemenliğe yapılan saldırı kendi içinde çelişkili bir girişim değil midir?" (s.111) Fukuyama'ya göre 11 Eylül saldırıları, "zayıf bir devletin" verebileceği zararları gösterdi ve bu noktada tartışılması gereken şey bu zararları ortadan kaldırmak için müdahelenin meşru olup olmadığı sorunu. Otorite boşluğunu El Kaide gibi bir örgüt devletin yerine doldurduğu için de bugüne kadarki "meşru görülen" müdahele ve caydırıcılık yöntemleri geçerliliğini yitirdi. Burada Fukuyama BM çatısı altındaki "insani müdahelelere" atıf yapıyor. Bu fikrini daha da genişletiyor ve örneğin; insan hakları ihlalleri, yoksulluk, yolsuzluk vb. gibi sorunlar karşısında Dünya Bankası, IMF, DTÖ gibi kurumların da müdahalelerinin ve hatta sivil toplum faaliyetlerinin de artık etkisiz kaldığı görüşünde. Yani uluslararası meşruiyetin ancak güçlü bir devlet doktrini çerçevesinde anlam kazandığını savunuyor, Fukuyama. Ve dünya düzenini sağlayacak olan meşru şiddet tekeli olarak da Amerikan devletini işaret ettiği muhakkak. Nitekim bir zamanlar "tarihin sonunu" ilan eden bir ideologun Avrupa Birliği'nin dünyayı algılayış biçimine dair Robert Kagan'dan aktardığı şu sözleri oldukça ironik: "Avrupalılar, tarihin sonunda -yani kanunlar, normlar ve uluslararası anlaşmalarla gittikçe artan bir başarıyla yönetilebilen fazlasıyla barışçı bir dünyada- yaşadıklarına gerçekten inanırlar. Bu dünyada güç politikaları ve bildik reelpolitik, geçersiz hale gelmiştir. Amerikalılar ise tersine, halen tarih içerisinde yaşadıklarını ve Irak, El Kaide, Kuzey Kore ve diğer şer güçlerin tehdidiyle başa çıkmak demek olan, geleneksel güç politikalarını kullanmak gerektiğini düşünürler. Avrupalılar kısmen haklıdır: Gerçekten de AB içinde kendileri için tarihin sona erdiği, egemenliğin yerini ulus üstü bir örgüte bıraktığı birdünya yarattılar. Bununla birlikte Avrupalıların anlamadıkları şey, Avrupa rüyasının barış ve güvenliğinin son noktada Amerikan askeri gücü tarafından sağlandığıdır." (s.138)

ÖNCEKİ HABER

Pentagon'un oyuncağı HOLLYWOOD

SONRAKİ HABER

Meclis paramparça

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa