22 Mart 2005 22:00

LENİN

Evrensel Basım Yayın'dan çıkan "Çağdaşlarının Gözüyle Lenin" başlıklı kitabı görünce içim bir hoş oldu. Sabahın saat 5'inde fırından çıkan ekmeğin kokusunu duydum.

Paylaş
Evrensel Basım Yayın'dan çıkan "Çağdaşlarının Gözüyle Lenin" başlıklı kitabı görünce içim bir hoş oldu. Sabahın saat 5'inde fırından çıkan ekmeğin kokusunu duyudum. Bundan 100 yıl önce de ekmekler böyle kokardı sanırım, 50 yıl önce de, bugün de... Tabii yarın da böyle kokacak... "Çağdaşlarının Gözüyle Lenin" kitabı da böyleydi. Elime aldım, biraz sevdim. Çünkü beni 31 yaşıma, 12 Mart günlerine götürmüştü. "İnsan yeniden gençliğini yaşamaz" derler. Külliyen yalan. Çünkü ben yaşadım, hem de 2005'te, yaşamımı 66'ya getirmişken. Bu yazımda "Çağdaşların Gözüyle Lenin" kitabının içeriği üzerinde durmayacağım. Ayrıca öyle bir hakkım da yok. Clara Zetkin'ler, H.G.Wells'ler, Vasil Kolarov'lar, Walter Ulbricht'ler, John Reed'ler ve diğerleri üzerine ne diyebilirim ki. Ama ben bu kitabın Türkiye öyküsünün birinci perdesini anlatmak istiyorum. İkinci perdesini Evrensel Basın Yayın'dan Hayri Erdoğan ve arkadaşları sahneledi.

Lenin 1917 Önce 2 basımı karşılaştırmak istiyorum, biraz da kendime pay çıkarmak ya da açıkçası övünmek için. Habora Yayınları'nın tek tabancasıydım. Eser seçicisi, redaktör, zaman zaman önsöz yazarı, arka kapak yazarı, kapak ressamı, düzeltmeni, muhasebecisi, paketçisi, dağıtıcısı, nakliyecisi, hatta arada sırada dizgicisi, baskıcısı. Tek başına (Arada ufak tefek dış yardımlar olmadı değil, örneğin Hasan İzzettin Dinamo'gillerden Fuat gibi) aralıksız 27 yıl içinde 400 kitap... Onun için Habora Yayınları'nın kitapları, Evrensel'inkiler gibi albenili değildi. Tek kişilik ordu ancak bu kadar savaşırdı. Ama "Çağdaşlarının Gözüyle Lenin" kitabının Türkiye'deki ilk basımı ("Lenin", Habora Yayınları, 95. kitap, İstanbul, 1971) biçim olarak yine de görkemliydi. Örneğin düz karton kapak üzerine şömiz ve onun üzerine de PVC kap. Evet, başka bir kitaptı, "Lenin". Dostum, ilk öykü kitabını yayınlamakla onur duyduğum Bekir Yıldız'ın Asya Matbaası'nda dizilmişti kitap. Tevfik Kaymakçı'nın Haşmet Matbaası'nda da basılmıştı. Güneş Şahiner çevirmişti Türkçe'ye (Evrensel'deki çeviri de onun). Tabii o günlerde geçerli olan Türkçeyle. Bu arada kapaktan söz etmek istiyorum. "Lenin" adını özellikle büyük yazmıştım, belki de en önce gözlere seslenmek için. O günlerde sık sık denerdim bu yolu. Örneğin Boris Polevoy'un "İnsanlık Uğruna" adlı romanının üzerine, kitabın üçte ikisini kaplayan bir kuşak atmıştım: "Stalin Armağanı'nı kazanan kitap" diye. Ama kitapçıların çoğu bu kitabı satarken kuşağı çıkardılar.. Neyse... Güneş Şahiner'e dönersek... Güneş'le sayısız anım vardır. Örneğin bana çevirdiği kitaplar ve onların toplatılışı. Arkasından da elimizdekileri saklamak için verdğimiz mücadele. Ben, açık söyleyeyim, 20 taneden fazla kitap kaptırmıyordum, toplayıcılara. Zaten kanıt olarak bir tane almak zorundaydılar, ama onlar tümünü istiyordu... Evet, kalan kitapları da eritiyordum okur potasında. Güneş Şahiner bir yayınevi kurmuştu. Birçok arkadaşım gibi o da kurduğu yayınevinin adresi olarak benim orayı göstermişti. "Cağaloğlu, Başmusahip (Ya da Başmuhasip. 36 yıldır gerçek adını öğrenemedim, çünkü devlet de bilmiyor, gerçek adını) Sokak, Tan Apt., No. 10, D.1" adresi bir yayınevleri komünü ya da holdingiydi. Kira benden, kullanım ortaklaşa... Polis de biliyordu bunu. Biz örgüt değildik, sadece yayıncıydık. Ve bir gün Güneş'in "Pir Sultan" adlı oyunu yasaklandı. Polis, bana geldi, kitabı toplamak için. Güneş'in adresi benim orası ya... İki kişiydiler. Bir de konuğum vardı: Konya'dan Kitapçı Güngör Aykut... Polisler kitap toplama görevlerini yaparlarken, sağolsun Güngör, "Yahu Habora, dün gece İstiklal Caddesi'ni dolaşırken gördüm, senin toplatılan kitaplarını sergiciler bile satıyordu," dedi. Polis dayanamadı, "Mesai saati dışında satılanlar bizi ilgilendirmiyor" demek zorunda kaldı. Tam o sırada Güneş geldi, heyecan içinde, "Habora, polis Pir Sultan'ı topluyor. Güllüşüh'ta (Aşık İhsanı'nin kitabevi) 1500 tane vardı. Aldım getirdim. Saklayalım" dedi. "Güneş, arkadaşlar Emniyet'ten. Senin kitap için gelmişler," der demez Güneş vınnn.. Yarım saat sonra Güneş Şahiner yeniden geldi. "Arkadaşlar gitmiştir, kitapları içeri taşıyalım" dedi. Gülerek yanıtladım: "Güneş arkadaşlar hâlâ burada." Güneş yine hemen gitti... 20 tanenin dışında kitap kaptırmadık. Güneş'i 34 yılda bir kez gördüm, o da ayaküzeri, yayınevimin kapısında. Sevdiğim, çalışmalarından dolayı saydığım bir dostumdu. Ama biraz deli fişekti. Bir gün geldi, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel'in resimlerini, karikatürlerini yapmış, vücudunun bazı yerlerini boyayarak. Cağaloğlu Meydanı'nda, şimdi cami olan yer bir parktı. Sergisini orada açacaktı. Güç engelledim. Çünkü serginin açıldığı gün, Güneş derdest edilecekti. Yine bir gelişinde, Doğu Pakistan'a gideceğini söyledi. Oraya gidip, Batı Pakistan'lılarla savaşacakmış. Yine güç engelledim... Bir süre sonra kızkardeşinden duydum, Avusturya'ya yerleşmiş. "Çağdaşlarının Gözüyle Lenin"i görünce gençleştim, eski günleri yaşadım, aynı tazeliğiyle. Lenin'i tanıyanların anlattıkları da aynı tazelikte değil mi? Okumadıysanız eğer, bir okuyun bu kitabı, bana hak vereceksiniz, eminim...

ÖNCEKİ HABER

Sokaklarda kutlanacak

SONRAKİ HABER

Dünya'nın filmi Diyarbakır'da

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...