21 Mart 2005 23:00

Toplumsal çürüme ve TV DİZİLERİ

Başlıca 'Türk televizyon kanallarının, Batı pazarlama şirketlerinin yaptıklarından esinlenerek ya da onların yaptıklarını birebir kopyalayarak sürdürdükleri yayın anlayışı ve programı, bu etkili iletişim aracının insan soyuna karşı ciddi bir tehdit de oluşturabileceğini; bugün öne çıkarılan işlevinin de esasen bu olduğunu gösteriyor. Sermaye basını ve televizyon kanallarının "toplumsal işlevi"ni belirleyen temel etken, elbette şu ya da bu holdingin, tekelci grup ve şirketin çıkar ve hedeflerinin yanı sıra, egemen sınıf olarak burjuvazinin çıkar ve hedefleridir. Bu çıkar ve hedefler içinde, toplumun, özellikle de ezilen toplumsal sınıf ve kesimlerin fikren ve bedenen sistemin hizmetinde ve onun işleyiş kanalları içinde tutulmaları önemli bir yer tutar. Üretimin toplumsal karakterine karşın, toplumsal ürünün, makinelerin, fabrikaların, toprakların özel mülk edinilmesi üzerine inşa olan kapitalizmde, bireycilik ve birey çıkarlarının her şeyin önüne çıkarılması, sistemin "ruhu"na uygundur. Bu sistemde insanın insana yabancılaşmasının, insanın "insanın kurdu" haline getirilmesinin "ahlaki boyutları"ndan önce, iktisadi-sosyal boyutları vardır ve bunlar sistemin‚ zorunlulukları' olarak karşımıza çıkarlar.

Akla ve düşünceye burjuva suikastı Burjuva egemen sınıf pratiğinin gösterdiği odur ki, insan soyuna karşı suikastın en büyüğü ve etkilisi, insanın düşünebilme-sorgulama-yorumlama ve çözüm arama yetisine karşı düzenlenmektedir. İnsan soyunun gerçek temsilcileri olan emekçilere dayatılan düşünce ve onun güncel ve etkin araçlarla yaygınlaştırılan bin bir türü denebilir ki bir tek hedefe kilitlenmiştir: Onların kendi adına ve kendileri için düşünmelerini ve sorunlarının çözüm yöntemleri üzerine kafa yormalarını engelleme; egemen ilişki biçimlerince örtülen ve görülmemesi için her yola başvurulan ezen-ezilen; sömüren-sömürülen sınıf ve kesimlerin birbirlerinden kesin biçimde farklılaşmış çıkarlarını "aynı" gösterme; böylece, yaşamlarını iyileştirme ve emeklerinin karışlığını alabilecekleri ve baskı görmeyecekleri bir düzen kurmak üzere girişecekleri hareket ve eylemleri önleme. Bu, bugünkü sistemin ve burjuva hegemonyasının insanı içine düşürdüğü mevcut yabancılaşma ve vahşete kurban olma durumunun devamı demektir. Bunun içindir ki, insandan ve özellikle insan soyunun genç kuşaklarından dünyada ve insan toplumunda olanlar üzerine kafa yorma yerine, her yerde ve her durumda kolay olanı seçme, düşünmeme, irdelememe, çare aramama, başkasının yaşamı hakkında herhangi sorumluluk duymama istenmektedir. Farklı davranış içine girenlere ise şiddet ve vahşetin her türü mubah sayılmaktadır. İnsana dayatılan duyarsızlık, yabancılık, riyakârlık, çıkarcılık, yüzeysellik ve bütün bunların "bileşkesi" olarak alçalmadır! İnsanların birbirleriyle ilişkilerinden günlük yaşam biçimlerine; yeme ve içme "kültürü"nden düşünme tarzlarına, denebilirki her şey basitleştirilmiş ve yüzeyselleştirilmiştir. Bu anlayış o denli yaygın ve etkili hale getirilmiştir ki, emekçiler, onların ileri kesimleri, kimi "devrimci çevreler" içinde de karşılık bulabilmiştir. Çok sayıda "devrimci parti" ve "örgüt"ün örgütsüzlüğü ve "tembellik hakkı"nı savunmaları; sorunların irdelenmesinden kaçış; teorik-politik kavrayışı derinleştirme yerine yüzeysel, kulaktan duyma bilgilerle yetinme; kolaycı anlayışlara ve magazinciliğe aşırı ilgi vb. dönemin popüler eğilimleri olarak kabul görebilmişlerdir. Yalan, riya ve bireyci çıkar; sorumsuzluk ve gününü gün etme anlayışı hakim hale gelmiştir. Bunu gerçekleştiren, o, ahlak ve fazilet üzerine her gün dinsel, sosyal ve politik vaazlar vermekten geri durmayan burjuvazidir. Burjuvazinin dilinde, ülkenin ve kaynaklarının yabancı sermaye ve emperyalist tekellere peşkeş çekilmesinin adı, "ekonomik gereklilik" ve "gelişmeye uyum sağlamak"tır! Uluslararası tekellerin bağımlı-geri ülkelerin kaynaklarını yağmalamalarını kolaylaştırıcı iktisadi-politik ve mali düzenlemeler yapılması, binlerce işçinin işsiz kalması ve çocuklarıyla birlikte yoksulluğun ve açlığın kollarına atılması, burjuva propagandası ve düşüncesine göre "zorunludur"! Böylece işletmelerin kârı artacak, faaliyet alanı genişleyecek, ihracat rakamları büyüyecektir. İşten çıkarılan işçilerin, başka bir yerde iş bulamama durumunda, yoksulluk ve açlığın girdabında can çekişmeleri, "kader ve alın yazısı" üzerine kendilerine öğretilenler doğrultusunda yakınmalarla bunalmaları, makinelerin, bankaların ve fabrikaların sahipleri için "sorun" bile olmayacaktır.

ABD merkezli saldırı Bu anlayış ve faaliyetin merkezden çevreye yayılmasında başlıca rolü ise ABD üslenmiştir. Yaygınlaştırılan ve yaygınlaştırıldıkça tahrip edici etkisi de artan ABD merkezli kültür-ahlak anlayışı ve yaşam tarzı, burjuva propagandası ve kültürel etkinliğiyle, televizyon kanalları ve gazetelerle en ücra yerlerdeki evlere taşınmaktadır. Düşünce suikastı ve katliamı, oradan başlayarak tüm dünyadaki Amerikan misyonerleri eliyle yaygınlaştırılmaktadır. Amerikan yaşam tarzı, düşünce sistemi, sineması, müziği, günlük yaşam biçimi hakim hale getirilmiştir. Kişiliksizleştirme ve kültürsüzleştirme, kendi kültüründen uzaklaştırma ve dayanışma, paylaşma, haksızlığa karşı çıkma, baskıya direnme vb. insan soyunun ilerlemesi ve özgürleşmesi için zorunlu insani değerleri "gereksizlikler" hanesine itme anlayışı egemen kılınmıştır. Militarizme övgü ve kültürün militaristleştirilmesi had safhaya gelmiştir. Mafya ve gelin-kaynana dizileri dahil, çok sayıda yönlendirici "kültürel-sanatsal" ve sosyal program ve etkinliğin doğuş yeri ya da esin kaynağı bu Amerikan kültürüdür. "Biri bizi gözetliyor", "Big Brother" gibi Batı kaynaklı programlar, Türkiye'ye aynen adapte edilmiştir. Hurafecilik, gizemcilik yeniden revaçtadır. İnsan, gerçek ilişkiler dünyasından hayaletler "dünyası"na çekilmektedir. Matrix'ler, Yüzüklerin Efendisi, "Sırlar Kapısı" boşuna çekilmedi.

Çürümenin hem ürünü hem de etkeni Son dönemlerin televizyon yayınları içinde ve hemen tüm kanallarda, genç kız-kadın ve erkeklerin "topluca pazarlanması" anlamına da gelecek diziler ağırlığı oluşturuyor. Biri biterken öteki başlayan bu diziler içinde "gelinim olur musun?"; "size anne diyebilir miyim?"; "Bir prens aranıyor" vb. adlar altında yayınlananları, son dönemlerin "en ilgi çekici dizileri" olma özelliği taşıyor. Bu tür dizilere yoğun ilgi, günümüz toplumunun sürüklendiği çürüme ve çöküntünün giderek boyutlandığını göstermekle birlikte, kitlelerin etkili iletişim araçlarıyla yönlendirilmesi gerçeğine de işaret ediyor. Söz konusu diziler, içerikleri ve görsel olarak öne çıkardıkları biçimsel yönleriyle aynı zamanda insanın düşkünlük halini teşvik edici-derinleştirici özelliktedir. Bu dizilerin hemen hepsinde, insanların, içinde bulundukları durumları da istismar edilerek "bir eve" topluca konmuş; "kaynana, gelin ve damat adayları"nın topluca dedikoduları, kavgaları, geçmişte ve şu sırada yaşadıkları sözüm ona aşk maceraları; birbirleri hakkındaki ifşaatları vb. bu kanalların ekranlarından tüm toplumun "en önemli sorunu" olarak evlere taşınmıştır. Her biri bir holding grubuna bağlı televizyon kanalları, araya "bol altınlı, arabalı yarışmalar" katarak, hedef kitleyi bir kez de bu "yarışmalar" üzerinden taraflara, kamplara bölmeyi başarmışlardır. Futbol fanatizminin toplumu sarmasına benzer bir tutumla, stüdyolarda ve dışarıda, kadınlı erkekli gruplar, "Semracılar-Sinemciler"; "Belmacılar-Müjgancılar-Günay Teyzeciler"; "Canancılar-Atakancılar-Öznurcular" olarak, kendileriyle ve sorunlarıyla tümüyle alakasız bir tartışmanın içine çekilmişler; beyinleri ve bedenleri esarete alınmıştır. Toplumsal ilgiye "mazhar" bu yayıncılık politikalarıyla holding kanalları "yarışmacılar"ın bölge, etnik köken, mezhep vs. farklılıklarını da istismar ederek, şoven ve ayrımcı anlayışları bir kez de bu "alan" üzerinden yaygınlaştırma çabalarına girmişlerdir. Bunlar, olağan koşullar içinde, iki cinsin mensupları arasında yaşanabilecek sevgi ilişkisini, kendi "kirli" amaçları yönünde istismar etmekle kalmamış; bu ilişkiyi vitrine konan malın pazarlanması teknik ve yöntemleriyle olabilir en alçalmış düzeyine düşürmüşler, bu istismar oyununa, "halk oyu" gibi "demokratik" maskeli onaylamalarla kitlelerin belli bir kesimini de alet etmeyi başarmışlardır. Başka herhangi sosyal-politik vb. konuda halk oyuna başvurmaktan, vebadan kaçar gibi kaçanların, sorun "cinselliğin açık artırmada pazarlanması"na gelince, "halkçı" kesilmeleri, burjuva alçaklığı ve iki yüzlülüğünün şanından olmalı! Burjuva "medyası", başkasını ezerek, sömürerek, ilişkileri ve "olanakları" kendi çıkarları yönünde kullanarak; başkasına karşı manevra çevirerek; Türkçe'siyle ona "kazık atarak" nasıl zengin olunacağına "ışık tutan" programlara öncelik vermektedir. Kadın bedeni ise bu "medya"nın en önemli ve denebilir ki başlıca pazarlama aracıdır. Biri bitmeden öteki başlayan "yarışma programları"yla yolu açılan "star olma"nın en önemli figürü kadındır. Hangi televizyon kanalının düğmesine basılsa, hangi gazetenin sayfaları çevrilse, karşılaşılacak ilk "çarpıcı görüntüler" kadınlarla ilişkili olanlardır. Bu, özellikle, istenerek ve planlanarak yapılmaktadır. Hürriyet genel yayın yönetmeni, "arka sayfa güzeli"nin seçimini kendisinin yaptığını, övgüyle yazmıştı. Burjuva basını ve televizyon kanallarının kadın bedenini pazarlama tutumu, gerçi kapitalist meta pazarlanması kaynaklıdır. Ama günümüzde kadın bedeni doğrudan ya da herhangi meta eşliğinde, o metanın pazarlanmasının kolaylaştırıcı-çekici ürünü haline daha fazla getirilmiştir. Metalar kadın bedeni ve "ruhu" eşliğinde arz edilmekte ve "tam çıplaklığa ne kadar yaklaşılırsa o kadar alıcı bulunur" anlayışıyla hareket edilmektedir. "Yarışma"ların özelliklerinden biri de, stüdyoda ve yarışmacılarla sınırlı kalmamalarıdır. Yarışan neredeyse tüm toplumdur. Burjuva propaganda aygıtları, birer tekelci işletme olarak da kazanmaktadırlar ama, en büyük kazanç "toplumsal zihin" kontrolüyle sağlanmıştır. Televizyon kanalları, gazeteler, magazin kameramanları, eski tabirle "kadının mahrem yerleri"ni görüntülemek ve teşhir etmek için tüm mesleki maharetlerini kullanıyorlar. Pervasızlıkta sınır tanımıyor, tecavüz olaylarının "mağdurları"na olayları döne döne yeniden yaşatıyorlar. Bir dönemler R. Muhtar'ın, bu türden olayların kadın mağdurlarına, "O anda ne hisettin?" türü pervasız sorular sormasına benzer tutumlarla neredeyse her gün, bu tür programlarda karşılaşmak, olağan bir hal almıştır. Sözde kadın programlarının birer istismar programı olduğunu bütün bu örnekler ortaya koyuyor. Kadınların yaşadıkları, ailelerinin durumu da ekranlara taşınarak, teşhir ediliyor. Bu teşhir programlarının seyirci-tarafları da holdinglerin kâr hanesine yazılı trilyonların rakamlarını büyütmek üzere, "telefonla katılma" vb. yöntemlerle, eğer magazinlik bir deyişle belirtirsek, "sögüşleniyor"lar! Telefonlarının faturası büyürken, sözüm ona demokratik haklarını kullanmış ve "sorunların tartışılmasına katılmış" oluyorlar!

Uygarlık söylemi ve insanın alçaltılması Televizyon kanallarından tüm toplumun, alıcı cihazı bulunan her evin, her gün ve neredeyse her saat ideolojik-kültürel bombardımana tabi tutulması, toplumsal ilerleme ve insanın sosyal kültürel gelişmesiyle nasıl ya da hangi oranlarda bağdaştırılabilir? Bu soru sorulmalıdır; çünkü insan soyunun bugünkü "düşürülmüşlük hali" ile, insanın doğayla mücadelesinde ulaştığı düzey arasındaki uçurumun devasa boyutlar kazandığı "ender zaman"lardan birinde yaşıyoruz. İnsan, ve özellikle genç kuşaklar büyük tehdit altında. Neden yalnızca çok küçük bir azınlık yararına milyarlarca insanın baskı altında tutulması ya da insan soyu için büyüyen savaş ve kırım tehdidi değildir. Milyarlarca insanın emek gücü sarfıyla yarattığı değerlere -hemen tüm ülkelerde nüfusun ancak yüzde on-yirmisini oluşturan- burjuva-tekelci burjuva azınlığın el koyması, yüzmilyonlara varan işsizlik ve milyar sınırlarını zorlayan açlık, insan soyu için zulmün günlük yaşamında somutlandığı bir güncel gerçekliktir. Bu dünyanın egemenleri adına konuşanların refah ve mutluluk üzerine konuşmayı, egemenliğin ve gücün olmazsa olmazlarından biri haline getirdikleri koşullarda, iki yüz elli milyon çocuğun yaşı ve sağlığına aykırı koşullarda çalıştırılması, insanın bugünü ve geleceğine yönelik bir vahşettir. Uygarlık üzerine egemen söylem, denebilir ki hiçbir dönem bugün olduğu ölçüde, burjuva vahşeti ve barbarlığının örtüsü olamamıştı. Bir yandan teknolojik gelişmeyle üretimin devasa boyutlarda gelişmesinin olanaklı hale gelmesi, öte yandan sekiz yüz milyon insanın açlık sınırlarında ve 1.3 milyar kişinin günde 1 dolar harcama yapabilecek duruma düşürülmesi, ancak bugünkü sistemde olanaklı olabilirdi. Uygarlık ve özgürlük adına ülkeler istila edilip, vatanlarını savunanlar topluca katledilmekte, ama bu ilerletici-demokratik bir girişim sayılabilmektedir. Pentagon ve Beyaz Saray'ın, dünyaya hegemonya dayatmak ve insan soyuna baskıyla boyun eğdirmek için yılda 500 milyar doları kitle imha silahları başta olmak üzere silahlara ayırmasını bir tehdit unsuru saymayan burjuva "medyası", olmamışı olmuş ve olmuşu olmamış göstermek için yüzmilyonlarca doları gözden çıkarmakta; insan onuru ve fikri özgürlüğünün postal ve tank paleti altında paspasa çevrilmesi için her yola başvurmaktadır. Doğu uygarlığına karşı girişilen siyonist-emperyalist imha ve yağmanın "antiterörist" çığırtkanlıkla güzellemeye çalışılmasından daha alçakça ne olabilir? İşçi ve emekçilere; kent ve kırın yoksullarına ve bağımlı halklara baskı ve saldırıda sınır tanımayan, yasalarını bir avuç kan emici yararına işleterek muhalif her sesi daha başından boğmaya çalışanlar, "antiterör mücadele" üzerine, yönlendirici propaganda yürütebilmektedirler. Irak kentleri ve köylerini bombalayarak yüzlerce ve binlerce insanın toplu ölümüne ve şehirlerin harabeye dönüşmesine yol açanlar, Filistin halkına karşı elli yıldır imha ve yok etme politikası uygulayanlar, kendilerini "terör karşıtı" olarak sunabilmektedirler. Halklara karşı Amerikan ve Batı barbarlığı "küresel teröre karşı mücadele çabası" olarak gösterilmekte; halkların emperyalistlerin rotasına sokulması için başvurmadık alçaklık bırakılmamaktadır. Bir yanda bu somut gerçekler duruyorken, diğer yanda holdinglerin iletişim-pazarlama şirketlerinin kadın ve erkek bedeni ve ruhu üzerine entrikalarının bu ölçüde toplumsal kabul ve taraftar bulması, her şeyden önce toplumsal çürümenin bugünkü düzeyine işaret etmektedir. Kapitalizm ve modern burjuva iletişim ve haberleşme araçları insan ilişkilerini bu tür bir çürüme ve çözülme üzerinden kurulur duruma getirmiştir ve sanıldığı gibi, "düğme kapatarak" bundan kurtulmak mümkün olamamaktadır. Bu "teknik akıl" birey bazında mümkün olmakla birlikte bir çözüm oluşturmamaktadır. Ne mafya dizileri, ne bitmez-tükenmez "aşk oyunları" üzerine diziler; ne de "gelin-kaynana" dizileri, bu dizilerin programlamacıları ve hazırlayıcıları tarafından salt zaman ve yayın süresini doldurmak amacıyla yayına konmamıştır. İki cinsten bir grup genç insanı kapalı bir mekâna koyarak "birbirlerine aşık olmaları" istendiğinde; bu ilişki içindeki "çiftler"den "yarışmayı birincilikle bitirenin yüzlerce altın, araba, ev vb. ödüllerle ödüllendirileceği" açıklandığında; aşk oyunlarının entrikalarla daha fazla örülü olacağı, buradaki insanların "birbirlerini yemek için" başvurmayacakları manevra kalmayacağı, elbette bu programların hazırlayıcıları ve sunucularının da bilgisi ve öngörüsü içindedir. "Toplum mühendisliği" olarak da adlandırılan ve burjuva toplum kuramcıları, iktisatçıları ve kültür-sanat insanları tarafından oluşturulan ideolojik-kültürel anlayış da bireylerin ve toplum kesimlerinin içine çekildikleri bu çözümsüzlükler bilinerek hakim kılınmaktadır. Gerekli olan ise bu duruma karşı mücadeledir. Kadını da, insanı da bu bataklık çukurundan kurtaracak olan ise, işçi sınıfı ve onun sınıf bilinçli öncülüğünde emekçilerin insan onuru, eşitliği ve özgürlüğünün öne alındığı bir toplumsal sistemin kurulması olacaktır. İnsana reva görülen onca alçaltıcı ilişkiden ancak böyle kurtulabilinir.

Evrensel'i Takip Et