18 Mart 2005 23:00
Bu bildiğim İSTANBUL
Anlat İstanbul'un senaristi ve yönetmenlerinden Ümit Ünal Öncelikle filmi beş yönetmen yönetiyor ve siz hem senaryo yazarı hem de yönetmen olarak bu filmde varsınız. Filmin senaryosu yazılırken beş yönetmenin çekeceği belli miydi? Yoksa bu proje daha sonra mı geliştirildi? Filmi 1997-98'de ilk kez yazdığımda 5 yönetmen fikri yoktu. 2000 yılında da bir yapımcıyla yine tek başıma çekmek üzere çalıştım. Ama olmadı. Bu fikir geçen sene bana bir arkadaşım tarafından önerildi. Bana da filme yeni bir enerji katabileceği için ilginç göründü.
Böylesi bir çalışmanın zorlukları ve kolaylıkları neler oldu? Birlikte hareket etmeyi ve egosunu bir kenara bırakmayı kabul eden, seçen ve seven yönetmenleri bulmak zor oldu. Yönetmenler bulunduktan sonrası uzun bir ön çalışma ve çok zevkli bir yapım süreci oldu. Tabii ki küçük gerginlikler ve kırgınlıklar oldu ama işin genelinde çok çok anlaştık ve filmi ilk kez izlediğimiz sinema salonundan beşimiz de mutlu ayrıldık.
Özellikle bir önceki filminiz "Dokuz"da belirgin bir biçimde ortaya çıkan farklı 'kurgu'lar burada da görülüyor. Bunlar dünya sinemasında sıkça görülse de Türkiye için yeni sayılabilir. Bu tarz, hikâye anlatımında ne gibi kolaylıklar-zorluklar yaratıyor. Ben bir tarz belirleyerek yazmıyorum hikâyelerimi. Genellikle içimden gelen hikâyeler filmin tarzını ve şeklini belirliyor; ben tarz meselesini önde gelen ve filme bir kılıf gibi oturan bir şey olarak değil; hikâyenin kendisinden, yazar/yönetmenin iç dünyasından, alışkanlıklarından, saplantılarından doğan bir şey olarak görüyorum.
İstanbul ile ilgili son dönemde çekilen hemen bütün filmlerin ortak karakterleri, mafya, eşçinseller, fahişeler, uyuşturucu tacirleri, katiller ya da eğlence dünyasının en altındakiler oluyor. Buna son dönemde vazgeçilmezler haline gelen Kürt karakteri de eklemeliyiz. Bu sizin filminiz de de böyle; İstanbul denilince akla neden hep bu karakterler geliyor? Ben mafyatik karakterler hariç, gördüğüm, bildiğim, tanıştığım ya da yakından gözlemlediğim insanları yazıyorum. Bu insanların çoğu bana yabancı değil, bir zamanlar gördüğüm, sevdiğim, nefret ettiğim, aşağıladığım ya da hayran olduğum insanlar. Başka yönetmen-senaryocuların bu insanları basmakalıp bir şekilde ele almaları beni ilgilendirmez, ben anlattığım insanlara insani bir boyut kattığımı sanıyorum.
Yine benzer şekilde; İstanbul'a ait hemen her hikâye Haliç, Beyoğlu, Kabataş üçgeninde geçiyor. Sizin filminiz de böyle: İstanbul'un başka yerlerinde anlatılacak hikâyeler yok mu? Anlat İstanbul, Ahırkapı'dan Yeşilköy'e, Boğazdaki köşklerden, yeraltındaki metro inşaatlarına çok çeşitli mekânlarda geçiyor. Daha ne olsun? Ama eğer mekân değil de insanların kısıtlılığından söz ederseniz, ben yine yukarıdaki cevabımı işaret ederim. Ben bu kadarını tanıyorum, bu benim bildiğim İstanbul ve insanları. Mesela bu filmde azınlık bir kahraman yok. Ya da İstanbul'a gelmiş bir yabancı yok. Ya da çok sıradan bir tapu kadastro memuru yok. İstanbul çok büyük bir yer. Bir tek değil, beş değil yüzbinlerce İstanbul masalı var. Benim anlattıklarım sadece küçük bir kısmı.
Yönetmen olarak yer aldığınız ilk filminiz "Dokuz", daha çok oyunculuk performansına dayanıyordu. Bu film içinde benzer değerlendirmeler yapıldı ve İstanbul'un görsel olanaklarının yeterince değerlendirilemediği söylendi. Bu eleştirilere katılıyor musunuz? Katılmıyorum. Joyce "Dublin bir gün yıkılsa, Ulysses sayesinde son tuğlasına kadar yeniden kurulabilir" mealinde bir şey demiş. Anlat İstanbul elbette bu kadar iddialı bir film değil. Olamaz. Ama bu film İstanbul'a duyduğum sonsuz sevginin ve nefret/kaçıs hislerinin bir toplamı. Bu filmde yer alan kimi mekânlar, sinemamızda binlerce kere kullanılmasına rağmen hiç buradaki gibi görüntülenmedi. Hiçbir Türk sinemacı, İstanbul'un görüntülerini böyle değerlendirmedi. (Bkz: Haydarpaşa Garı, Eski Galata Köprüsü vb.)
"Anlat İstanbul", klasik masalları İstanbul ahalisine uyarlıyor. Ancak, masalların sonu genelde 'mutlu son'la biter. Oysa film; belki umutsuz değil ama mutsuz bir sonla bitiyor. Bir masal anlatıcısı olarak, gerçekten bugünün masallarının mutsuz bitmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Anlat İstanbul mutsuz biten bir masal değil. İnsanların sinemadan mutsuz hislerle ayrıldığını sanmıyorum. Bazen karanlıktan bahsetmek de insanlara iyi gelebilir ve umut verebilir.
İyi bir filmin temel taşının iyi senaryo olduğu söylenir. Siz bir senaryo yazarı olarak Türkiye sinemasında senaryo yazarlığının ne düzeyde olduğu konusunda bilgi verir misiniz? Türkiye'de az sayıda iyi senarist çıkıyor denir hep. Ben az sayıda yönetmen, yapımcı çıktığını düşünüyorum. Senaryo yazmak teknik bir iştir ve yaparak öğrenilir. Bu kadar az filmin yapıldığı bir ülkede az sayıda iyi senaryo ve senaristin çıkması son derece normal diye düşünüyorum.
Siz, senaryo yazarlığı konusunda eğitim veren projede de yer aldınız. Bu projeye ilginin düzeyi nasıl oldu? 13 Mart günü Sender Senaryo Atölyesi'nde ilk dersimi verdim. İlk izlenimim son derece katılımcı bir 70 kişiyle karşı karşıya olduğumdu. Çok ilgili, öğrenmek isteyen bir öğrenci grubu oluşmuş. Bundan sonraki 3 ayı keyifli geçireceğiz sanırım.
Ümit Ünal (1965) İzmir 9 Eylül Üniversitesi, GSF Sinema-TV Bölümü mezunu. Okul sırasında çeşitli kısa filmler yaptı. Bunlar kısa film yarışmalarında ödüller aldı. 1990'dan beri çeşitli reklam ajanslarında reklam yazarı ve kreatif direktör olarak çalıştı. Son iki yıldır serbest reklam yönetmenliği yapıyor.
Yönettiği filmler Anlat İstanbul (2004) Biz Size Aşık Olduk (2003) - [TV dizisi] 9 (Dokuz) (2002) Senaryosunu yazdığı filmler Anlat İstanbul (2004) 9 (Dokuz) (2002) Amerikalı (1993) Yaz Yağmuru (1993) Tatlı Betüş (1993) - [TV dizisi] Berlin in Berlin (1992) Arkadaşım Şeytan (1988) Hayallerim, Aşkım ve Sen (1987) Milyarder (1986) Teyzem (1986)
Evrensel'i Takip Et