6 Mart 2005 23:00
Kadına geçit yok
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutlamak amacıyla İstanbul'da dün iki ayrı miting yapıldı. Kadıköy'de düzenlenen mitinge yaklaşık 1500 kişi katılırken, Beyazıt'taki eyleme katılmak üzere toplanan kalabalığa polis müdahale etti.
Beyazıt'ta yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere dün sabah saat 10.30'da Saraçhane'de bir araya gelen yaklaşık 500 kişilik grup, polisin sert tavrıyla karşılaştı. Beyazıt'taki eyleme katılmak isteyen gruba müdahale eden polis, 59 kişiyi gözaltına alırken, atılan gaz bombaları nedeniyle çok sayıda kadın baygınlık geçirdi. Bu müdahalenin ardından Demokratik Kadın Hareketi, HÖC, TAYAD, Yeni Demokrat Gençlik ve Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyeleri bu kez saat 12.00'de Beyazıt Meydanı'nda toplandı. Burada yapılan basın açıklamasında, Saraçhane'deki saldırı protesto edilirken, 8 Mart'a ilişkin konuşmalar yapıldı. Şair Nurhan Mavruk'un okuduğu şiirler ve Grup Gece Tutuştu ile Grup Yel'in söylediği marşlar ve türkülerle eylem sona erdi.Açıklamanın ardından kalabalık dağılırken polis yine müdahalede bulundu. Gaz bombaları ve coplarla kitleye saldıran polis, çok sayıda kişinin yaralanmasına neden oldu.
Kadıköy'de miting 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü dün Kadıköy Meydanı'nda kutlayan kadınlar ise, 8 Mart'ın ücretli resmi tatil günü olarak ilan edilmesini istediler. Emekçi Kadınlar Birliği (EKB), Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Pir Sultan Abdal Marmara Şubesi, Öğrenci Kadın Derneği, Sosyalist Gençlik Derneği (SGD), Teksil-Sen üyesi kadınlar dün öğle saatlerinde Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde toplanarak Kadıköy Meydanı'na yürüdüler. Trampetler eşliğinde yürüyen kadınlar, halayları ve ritimleriyle renkli görüntüler oluşturdular. "SEKA'lı kadınlar yalnız değildir" ve "Kadına özgürlük örgütlü güçle" sloganlarıyla miting alanına giren kalabalık, kaseti yasaklanan Aynur'un Kürtçe türküleriyle halaylar çekti. Mitingde EKB adına bir konuşma yapan Nahide Kılıç, "Dokuma işçisi kadınlar bizi mücadeleye çağırıyor. Kadının kurtuluşu bugün alanlarda yazıldı" diyerek kadınları selamladı. Kılıç, IMF politikaları ve artan şiddet ile kadınların daha çok mağdur edildiğini ifade ederek, tüm kadınları mücadele etmeye çağırdı. Kılıç'ın ardından Tekstil-Sen Genel Başkanı Ayşe Yumli Yeter ile Köz Dergisi ve ESP'den temsilciler de birer konuşma yaptı. Semah gösteriminin sunulduğu miting sanatçı Çiçek'in müzik dinletisi ile sona erdi.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


ARAP'IN SICAK YÜZÜ: SURİYE -1-
Emperyalist tehdit altında Suriye HAZIRLAYANLAR: Aydın Çubukçu, Sultan Özer Cebel Kasiyun'un tepelerinden Şam'ı kuşbakışı görüyoruz. Kent, kanallar ve caddeler boyu uzanan ışıklar içinde, yoksulluğunu, kederlerini, tehdit altında endişeyle bekleyişini gizliyor. Kuşkusuz, ABD'nin Suriye'ye yönelik küstah tehditleri, yalnızca uluslararası bir sorun olarak kalmıyor. Ekonomik ve kültürel boyutlarıyla derin insani etkiler ortaya çıkarıyor ve ateş düştüğü yeri yakıyor. Doğu Konferansı, bu kez Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ile birlikte Suriye yollarına düşerken, bu görünmeyen yanları ilgisinin merkezine koymuştu. ABD, İngiltere ve İsrail, yaklaşık on iki yıldır, Ortadoğu'ya "yeni bir düzen" vermeyi kararlaştırdıktan sonra, Suriye başlıca hedeflerden biri haline gelmişti. Geçmişte Sovyetler Birliği'ne yakın bir çizgi izlemiş, Arap Birliği projesinin başlıca aktörlerinden birisi olmuş ve son zamanlarda ise, Lübnan Başbakanı Hariri'ye düzenlenen suikasttan "birinci derecede sorumlu" tutuluyor, İsrail'de "canlı bomba olarak İsrail'le saldıran "teröristleri" saklamakla suçlanıyordu. ABD Başkan Yardımcısı Rice, Lübnan'daki Suriye yanlısı hükümetin istifasından sonra, yeni bir "Turuncu Devrim" maskaralığına hazırlanıldığının işaretlerini verdi. "Serbest seçim", "halkın iradesi", "kendi kaderini tayin" gibi, parlak sözlerin arkasında, Lübnan'ı Amerika ve İngiltere'nin yeni bir üssü yapmanın planları yatıyor. Gerçekte, Lübnan ve Suriye halkları arasında, yalnızca siyasi bakımdan değil, tarihi ve kültürel bakımdan da kopmaz bağlar bulunuyor. Suriyelilerin deyimiyle, "Lübnan, Suriye'nin sırtıdır." İsrail'in bölgedeki tek korkusu durumundaki Suriye'yi sırtından bıçaklamak için, Lübnan'ın "Suriye düşmanı" bir konuma çekilmesi gerekiyor. Hariri suikastının doğurduğu tepkileri, Suriyeli askerlerin Lübnan'dan çekilmesi talebi haline sokmaya uğraşan ABD, bunu takiben şimdiden büyük paralar dökerek sokaklara doldurmaya çalıştığı halkı "demokratik bir ihtilal"in kalabalığı haline getirmek istiyor. Buna karşılık Suriye, askerlerin belli bir plan dahilinde çekileceğini açıkladı. Ancak Golan Tepeleri'ni işgal altında tutan İsrail'in bu süreçte ne yapacağına dair hiçbir işaret yok. Golan'ın suyunu kullanan (hemen hemen bütün suyunu buradan sağlayan) İsrail, bu toprakları terk etmeye niyetli değil. Dolayısıyla, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesinin bölge halkları açısından herhangi bir karşılığı yok. "Teröristleri takip", "bölgede barış ve istikrar", "Suriye'de demokrasi" gibi sloganların, tıpkı Irak işgali öncesinde söylenenlere benzemesi şaşırtıcı değil. ABD'nin işgal ve yağma siyasetinin önünü açan sahte hedefler, artık bütün dünyada tanınıyor. Suriye, bu sloganlarla sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bölgedeki Arap ülkelerinin pek çoğu, Amerika'nın borazanlığını yapıyor ve Suriye'yi, "demokratikleşme", "ABD ile diyalog kurma" yönünde etkilemeye uğraşıyor. Türkiye de bu koroya, yumuşak bir biçimde katılıyor. Geçen ay içinde Türkiye'den giden pek çok heyet, işadamları, siyasetçiler vs Suriye'ye aynı mesajı taşıdılar. Marmara Grubu olarak bilinen burjuvalar heyeti, ardından da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Suriye'nin "reformlarını" desteklediklerini açıkladılar. Hiç kuşku yok ki, Suriye demokratik bir cumhuriyet değil. Yıllardır Hafız Esad'ın başkanlığında bir militarist-polis devleti olarak çalıştı. Pek çok gevşeme girişimine karşın, sendikalar, dernekler, meslek odaları, devletin sıkı denetimi altında ve yöneticiler mutlaka devlete en yakın olanlardan seçiliyor. Ama, hangi Ortadoğu ülkesinde durum farklı ki? Özellikle ABD yandaşı iktidarların tümü, alabildiğine katı rejimlerle yönetiliyor ve buna Batı'nın hiçbir itirazı yok. Dolayısıyla, Suriye'ye "dostça" da olsa, "reform tavsiyesi"nde bulunmak, onu ABD-İsrail oyunbazlarının düzenlediği sahnede oynamaya çağırmak anlamına geliyor. Tehdit karşısında Suriye, aynı saldırıyla yüz yüze bulunan İran'la işbirliği yapma kararı aldı. Bu, bugüne kadar Ortadoğu'da görülen en anlamlı işbirliği girişimidir ve Amerika'nın planlarını önemli ölçüde kırmaya adaydır. Bölgenin bir bütün olarak Amerikan-İsrail denetimine girmesinin önünde, halklar arasındaki dostluk ve dayanışmanın önemi giderek büyüyor. Yüzyıllar boyunca birbiri aleyhine kışkırtılmış bölge halklarının tarihsel ve kültürel bağlarını canlandırmak, güven tazelemek ve birlikte mücadele edebilecekleri inancını yeşertmek son derece önemli. Suriye hükümeti de bunun farkında. Bu yüzden, Türkiyeli 52 aydının dayanışmayı gösterme amacıyla Şam'a doğru yola çıkmasına büyük değer verildi. Daha giriş kapısından başlayarak heyetimize resmi karşılama törenleri düzenlendi. Şam içinde bir yerden bir yere giderken motosikletli polisler ve arabalar eşlik etti. Bakanlar tarafından davet edildik, kadın gazetecilere Başkan Beşşar Esad'ın eşi Esma Esad bir kahvaltı verdi. Bütün bunlar, 2003 yılında da Suriye'ye gitmiş olan Doğu Konferansı heyeti için yeniydi. Açık bir biçimde, bu ziyarete en yüksek düzeyde önem veriliyordu. Kuşkusuz, bu da Suriye'nin ABD-İsrail koalisyonuna karşı bir mesajıydı. Yakın zamanda yapılan kamuoyu yoklamaları, Türkiye halkının yüzde 87'sinin ABD'den "nefret ettiğini" göstermişti. Yeni yoklamalar, bu oranın giderek artmakta olduğunu ortaya koyuyor. Suriye yönetimi, böyle bir ülkeden gelen aydın grubunun neyi temsil ettiğini iyi gördü. Bu tarihsel koşullarda Amerika'dan gelen bir tehdidin altında olmanın ne demek olduğunu, Irak'a bakarak ölçmek mümkün. Yıkılmış kentler, yağmalanmış zenginlikler, işkence, ihtiyar, kadın ve çocuk ayırt etmeden yapılan katliamlar Sonra kukla bir hükümet, ve eskisinden hiç farkı olmayan bir yönetim biçimi Suriye halkının gözleri önünde cereyan eden olay budur. Kendilerinden "demokratikleşmeleri" istendiğinde, arkasından ne geleceğini biliyorlar. Ne var ki, kamuoyunun Amerikan küstahlığı hakkında çok fazla aydınlanmış olduğunu söyleyemeyiz. Bir basın toplantısında, Suriyeli bir gazeteci, Mehmet Bekaroğlu'na, "Neden geldiniz, saldırı çok mu yakın, bir şeyler mi duydunuz?" diye sordu. Sesindeki panik havasını herkes fark etti. Şam sokaklarında dolaşırken, Türkçe konuştuğumuzu duyan bir polis yanımıza geldi ve elimizi sıktı. "Ben de Türküm" dedi. Neden geldiğimizi söylediğimizde o da bir tuhaf oldu. Böyle bir tehlikeden tamamen habersizmiş gibiydi. Anlaşıldığı kadarıyla basın ve televizyonlar, konuyu fazlaca abartmamak adına, yeterli bilgiyi de halktan esirgiyor.
1936'dan bugüne Osmanlı, ardından İngilizlerin egemenliği altındaki Suriye Arap Cumhuriyeti bağımsızlığına 1936 yılında kavuştu. İlk Meclis bu tarihte kurulmuş olmakla birlikte, bağımsızlık 1942'de gerçekleşti. Suriye, sonraki süreçte istikrarsızlığın egemen olduğu bir ülke haline geldi. Dış güçlerin rahat bırakmadığı Suriye, sürekli İngilizler, Fransızlar ve Rusların baskısı ile karşı karşıya kaldı. Suriye resmi kaynaklarına göre, 1962'de Baas Partisi'nin ortaya çıkması ile gerçek istikrar sağlandı. 1958'de Suriye Mısır ile birleşti. İki ülkenin birleşmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdül Nasır oldu. Birleşme 1961'de sona erdi, 1962'de de Baas Partisi kuruldu. Suriye'de her alanda düzeltme, reform çalışmaları başladı. 1967'de Suriye-Mısır İsrail savaşı başladı. Bu savaşta Mısır Sina Çölü'nü, Suriye Golan Tepeleri'ni kaybetti. Bu kayıplar halkta büyük tepkilere yol açtı. Hafız Esad'ın iktidarı ile Suriye İsrail arasında 1973'de "Ekim savaşı" (Arapça Tişirin Savaşı) adı verilen savaş başladı. Bu savaşla Suriye Golan Tepeleri'nin başkenti Kuneytra'yı, Mısır ise Sina Çölü'nü geri aldı. Savaştan sonra uzun bir ateşkes ilan edildi. 1992'de Birleşmiş Milletler'in himayesinde Arap-İsrail çatışmalarına son vermek için İspanya'da Madrid görüşmeleri başladı. Ürdün ve Filistin İsrail ile anlaşırken, Lübnan ve Suriye anlaşma sağlayamadı. 1996'da ABD Başkanı Clinton Suriye Başkanı Hafız Esad ile Cenevre'de görüştü. Clinton'un Şimon Perez'den getirdiği mesaja göre İsrail Golan Tepeleri'nden çekilecek, ancak su kaynaklarının kontrolü İsrail'de olacaktı. Suriye bu öneriye "hayır" dedi. Esad, "Biz susuz toprağı ne yapacağız. Şimdi barış olmasa da gelecekteki nesillerimiz o toprakları geri alır" dedi. Baba Esad'ın vefatı üzerine 2001'de oğlu Beşar Esad'ın yerine geldiği Suriye, şimdi ABD'nin tehdidi altında. 18 milyon nüfusa, 186 bin kilometre kare toprak alanına sahip olan Suriye'nin güçlü bir ekonomisi var, fakat bu yatırımlara, iş alanlarına değil ciddi bir silahlanmaya ayrılıyor. Yetkililer bunu, "Suriye'ye yönelik tehdidin sürdüğüne, Golan Tepeleri'ni almadan ve İsrail ile barış anlaşması yapmadan Suriye'nin rahat olmayacağına" bağlıyorlar. Geçim alanının büyük bölümü tarım. Fakat son yıllarda az yağış ve kuru hava nedeniyle tarım sektöründe ciddi sıkıntı yaşayan Suriye'nin Türkiye ile yaşadığı su sorunun altında yatan neden de bu.
YARIN: Sokaktan bakanlıklara, heyecan yaratan buluşma
Kadıköy'de miting 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü dün Kadıköy Meydanı'nda kutlayan kadınlar ise, 8 Mart'ın ücretli resmi tatil günü olarak ilan edilmesini istediler. Emekçi Kadınlar Birliği (EKB), Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Pir Sultan Abdal Marmara Şubesi, Öğrenci Kadın Derneği, Sosyalist Gençlik Derneği (SGD), Teksil-Sen üyesi kadınlar dün öğle saatlerinde Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde toplanarak Kadıköy Meydanı'na yürüdüler. Trampetler eşliğinde yürüyen kadınlar, halayları ve ritimleriyle renkli görüntüler oluşturdular. "SEKA'lı kadınlar yalnız değildir" ve "Kadına özgürlük örgütlü güçle" sloganlarıyla miting alanına giren kalabalık, kaseti yasaklanan Aynur'un Kürtçe türküleriyle halaylar çekti. Mitingde EKB adına bir konuşma yapan Nahide Kılıç, "Dokuma işçisi kadınlar bizi mücadeleye çağırıyor. Kadının kurtuluşu bugün alanlarda yazıldı" diyerek kadınları selamladı. Kılıç, IMF politikaları ve artan şiddet ile kadınların daha çok mağdur edildiğini ifade ederek, tüm kadınları mücadele etmeye çağırdı. Kılıç'ın ardından Tekstil-Sen Genel Başkanı Ayşe Yumli Yeter ile Köz Dergisi ve ESP'den temsilciler de birer konuşma yaptı. Semah gösteriminin sunulduğu miting sanatçı Çiçek'in müzik dinletisi ile sona erdi.
src=/resim/b1.gif width=5>



ARAP'IN SICAK YÜZÜ: SURİYE -1-
Emperyalist tehdit altında Suriye HAZIRLAYANLAR: Aydın Çubukçu, Sultan Özer Cebel Kasiyun'un tepelerinden Şam'ı kuşbakışı görüyoruz. Kent, kanallar ve caddeler boyu uzanan ışıklar içinde, yoksulluğunu, kederlerini, tehdit altında endişeyle bekleyişini gizliyor. Kuşkusuz, ABD'nin Suriye'ye yönelik küstah tehditleri, yalnızca uluslararası bir sorun olarak kalmıyor. Ekonomik ve kültürel boyutlarıyla derin insani etkiler ortaya çıkarıyor ve ateş düştüğü yeri yakıyor. Doğu Konferansı, bu kez Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ile birlikte Suriye yollarına düşerken, bu görünmeyen yanları ilgisinin merkezine koymuştu. ABD, İngiltere ve İsrail, yaklaşık on iki yıldır, Ortadoğu'ya "yeni bir düzen" vermeyi kararlaştırdıktan sonra, Suriye başlıca hedeflerden biri haline gelmişti. Geçmişte Sovyetler Birliği'ne yakın bir çizgi izlemiş, Arap Birliği projesinin başlıca aktörlerinden birisi olmuş ve son zamanlarda ise, Lübnan Başbakanı Hariri'ye düzenlenen suikasttan "birinci derecede sorumlu" tutuluyor, İsrail'de "canlı bomba olarak İsrail'le saldıran "teröristleri" saklamakla suçlanıyordu. ABD Başkan Yardımcısı Rice, Lübnan'daki Suriye yanlısı hükümetin istifasından sonra, yeni bir "Turuncu Devrim" maskaralığına hazırlanıldığının işaretlerini verdi. "Serbest seçim", "halkın iradesi", "kendi kaderini tayin" gibi, parlak sözlerin arkasında, Lübnan'ı Amerika ve İngiltere'nin yeni bir üssü yapmanın planları yatıyor. Gerçekte, Lübnan ve Suriye halkları arasında, yalnızca siyasi bakımdan değil, tarihi ve kültürel bakımdan da kopmaz bağlar bulunuyor. Suriyelilerin deyimiyle, "Lübnan, Suriye'nin sırtıdır." İsrail'in bölgedeki tek korkusu durumundaki Suriye'yi sırtından bıçaklamak için, Lübnan'ın "Suriye düşmanı" bir konuma çekilmesi gerekiyor. Hariri suikastının doğurduğu tepkileri, Suriyeli askerlerin Lübnan'dan çekilmesi talebi haline sokmaya uğraşan ABD, bunu takiben şimdiden büyük paralar dökerek sokaklara doldurmaya çalıştığı halkı "demokratik bir ihtilal"in kalabalığı haline getirmek istiyor. Buna karşılık Suriye, askerlerin belli bir plan dahilinde çekileceğini açıkladı. Ancak Golan Tepeleri'ni işgal altında tutan İsrail'in bu süreçte ne yapacağına dair hiçbir işaret yok. Golan'ın suyunu kullanan (hemen hemen bütün suyunu buradan sağlayan) İsrail, bu toprakları terk etmeye niyetli değil. Dolayısıyla, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesinin bölge halkları açısından herhangi bir karşılığı yok. "Teröristleri takip", "bölgede barış ve istikrar", "Suriye'de demokrasi" gibi sloganların, tıpkı Irak işgali öncesinde söylenenlere benzemesi şaşırtıcı değil. ABD'nin işgal ve yağma siyasetinin önünü açan sahte hedefler, artık bütün dünyada tanınıyor. Suriye, bu sloganlarla sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bölgedeki Arap ülkelerinin pek çoğu, Amerika'nın borazanlığını yapıyor ve Suriye'yi, "demokratikleşme", "ABD ile diyalog kurma" yönünde etkilemeye uğraşıyor. Türkiye de bu koroya, yumuşak bir biçimde katılıyor. Geçen ay içinde Türkiye'den giden pek çok heyet, işadamları, siyasetçiler vs Suriye'ye aynı mesajı taşıdılar. Marmara Grubu olarak bilinen burjuvalar heyeti, ardından da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Suriye'nin "reformlarını" desteklediklerini açıkladılar. Hiç kuşku yok ki, Suriye demokratik bir cumhuriyet değil. Yıllardır Hafız Esad'ın başkanlığında bir militarist-polis devleti olarak çalıştı. Pek çok gevşeme girişimine karşın, sendikalar, dernekler, meslek odaları, devletin sıkı denetimi altında ve yöneticiler mutlaka devlete en yakın olanlardan seçiliyor. Ama, hangi Ortadoğu ülkesinde durum farklı ki? Özellikle ABD yandaşı iktidarların tümü, alabildiğine katı rejimlerle yönetiliyor ve buna Batı'nın hiçbir itirazı yok. Dolayısıyla, Suriye'ye "dostça" da olsa, "reform tavsiyesi"nde bulunmak, onu ABD-İsrail oyunbazlarının düzenlediği sahnede oynamaya çağırmak anlamına geliyor. Tehdit karşısında Suriye, aynı saldırıyla yüz yüze bulunan İran'la işbirliği yapma kararı aldı. Bu, bugüne kadar Ortadoğu'da görülen en anlamlı işbirliği girişimidir ve Amerika'nın planlarını önemli ölçüde kırmaya adaydır. Bölgenin bir bütün olarak Amerikan-İsrail denetimine girmesinin önünde, halklar arasındaki dostluk ve dayanışmanın önemi giderek büyüyor. Yüzyıllar boyunca birbiri aleyhine kışkırtılmış bölge halklarının tarihsel ve kültürel bağlarını canlandırmak, güven tazelemek ve birlikte mücadele edebilecekleri inancını yeşertmek son derece önemli. Suriye hükümeti de bunun farkında. Bu yüzden, Türkiyeli 52 aydının dayanışmayı gösterme amacıyla Şam'a doğru yola çıkmasına büyük değer verildi. Daha giriş kapısından başlayarak heyetimize resmi karşılama törenleri düzenlendi. Şam içinde bir yerden bir yere giderken motosikletli polisler ve arabalar eşlik etti. Bakanlar tarafından davet edildik, kadın gazetecilere Başkan Beşşar Esad'ın eşi Esma Esad bir kahvaltı verdi. Bütün bunlar, 2003 yılında da Suriye'ye gitmiş olan Doğu Konferansı heyeti için yeniydi. Açık bir biçimde, bu ziyarete en yüksek düzeyde önem veriliyordu. Kuşkusuz, bu da Suriye'nin ABD-İsrail koalisyonuna karşı bir mesajıydı. Yakın zamanda yapılan kamuoyu yoklamaları, Türkiye halkının yüzde 87'sinin ABD'den "nefret ettiğini" göstermişti. Yeni yoklamalar, bu oranın giderek artmakta olduğunu ortaya koyuyor. Suriye yönetimi, böyle bir ülkeden gelen aydın grubunun neyi temsil ettiğini iyi gördü. Bu tarihsel koşullarda Amerika'dan gelen bir tehdidin altında olmanın ne demek olduğunu, Irak'a bakarak ölçmek mümkün. Yıkılmış kentler, yağmalanmış zenginlikler, işkence, ihtiyar, kadın ve çocuk ayırt etmeden yapılan katliamlar Sonra kukla bir hükümet, ve eskisinden hiç farkı olmayan bir yönetim biçimi Suriye halkının gözleri önünde cereyan eden olay budur. Kendilerinden "demokratikleşmeleri" istendiğinde, arkasından ne geleceğini biliyorlar. Ne var ki, kamuoyunun Amerikan küstahlığı hakkında çok fazla aydınlanmış olduğunu söyleyemeyiz. Bir basın toplantısında, Suriyeli bir gazeteci, Mehmet Bekaroğlu'na, "Neden geldiniz, saldırı çok mu yakın, bir şeyler mi duydunuz?" diye sordu. Sesindeki panik havasını herkes fark etti. Şam sokaklarında dolaşırken, Türkçe konuştuğumuzu duyan bir polis yanımıza geldi ve elimizi sıktı. "Ben de Türküm" dedi. Neden geldiğimizi söylediğimizde o da bir tuhaf oldu. Böyle bir tehlikeden tamamen habersizmiş gibiydi. Anlaşıldığı kadarıyla basın ve televizyonlar, konuyu fazlaca abartmamak adına, yeterli bilgiyi de halktan esirgiyor.
1936'dan bugüne Osmanlı, ardından İngilizlerin egemenliği altındaki Suriye Arap Cumhuriyeti bağımsızlığına 1936 yılında kavuştu. İlk Meclis bu tarihte kurulmuş olmakla birlikte, bağımsızlık 1942'de gerçekleşti. Suriye, sonraki süreçte istikrarsızlığın egemen olduğu bir ülke haline geldi. Dış güçlerin rahat bırakmadığı Suriye, sürekli İngilizler, Fransızlar ve Rusların baskısı ile karşı karşıya kaldı. Suriye resmi kaynaklarına göre, 1962'de Baas Partisi'nin ortaya çıkması ile gerçek istikrar sağlandı. 1958'de Suriye Mısır ile birleşti. İki ülkenin birleşmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdül Nasır oldu. Birleşme 1961'de sona erdi, 1962'de de Baas Partisi kuruldu. Suriye'de her alanda düzeltme, reform çalışmaları başladı. 1967'de Suriye-Mısır İsrail savaşı başladı. Bu savaşta Mısır Sina Çölü'nü, Suriye Golan Tepeleri'ni kaybetti. Bu kayıplar halkta büyük tepkilere yol açtı. Hafız Esad'ın iktidarı ile Suriye İsrail arasında 1973'de "Ekim savaşı" (Arapça Tişirin Savaşı) adı verilen savaş başladı. Bu savaşla Suriye Golan Tepeleri'nin başkenti Kuneytra'yı, Mısır ise Sina Çölü'nü geri aldı. Savaştan sonra uzun bir ateşkes ilan edildi. 1992'de Birleşmiş Milletler'in himayesinde Arap-İsrail çatışmalarına son vermek için İspanya'da Madrid görüşmeleri başladı. Ürdün ve Filistin İsrail ile anlaşırken, Lübnan ve Suriye anlaşma sağlayamadı. 1996'da ABD Başkanı Clinton Suriye Başkanı Hafız Esad ile Cenevre'de görüştü. Clinton'un Şimon Perez'den getirdiği mesaja göre İsrail Golan Tepeleri'nden çekilecek, ancak su kaynaklarının kontrolü İsrail'de olacaktı. Suriye bu öneriye "hayır" dedi. Esad, "Biz susuz toprağı ne yapacağız. Şimdi barış olmasa da gelecekteki nesillerimiz o toprakları geri alır" dedi. Baba Esad'ın vefatı üzerine 2001'de oğlu Beşar Esad'ın yerine geldiği Suriye, şimdi ABD'nin tehdidi altında. 18 milyon nüfusa, 186 bin kilometre kare toprak alanına sahip olan Suriye'nin güçlü bir ekonomisi var, fakat bu yatırımlara, iş alanlarına değil ciddi bir silahlanmaya ayrılıyor. Yetkililer bunu, "Suriye'ye yönelik tehdidin sürdüğüne, Golan Tepeleri'ni almadan ve İsrail ile barış anlaşması yapmadan Suriye'nin rahat olmayacağına" bağlıyorlar. Geçim alanının büyük bölümü tarım. Fakat son yıllarda az yağış ve kuru hava nedeniyle tarım sektöründe ciddi sıkıntı yaşayan Suriye'nin Türkiye ile yaşadığı su sorunun altında yatan neden de bu.
YARIN: Sokaktan bakanlıklara, heyecan yaratan buluşma
Evrensel'i Takip Et