1 Mart 2005 23:00

Lobutlar düşmesin!

Uzun süre Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde jonglörlük yapan Özay Şahin'in gösterilerine en yakın arkadaşlarının oluşturduğu "Siya Siyabend" grubu müzikleriyle eşlik ediyordu. Ve yine bu gösterilerde birinde uçucu madde bağımlısı Hasan'la tanıştı Şahin. Evsiz olan Hasan, bazen sokaklarda bazen müzik grubuyla aynı evde yaşadı. Özay Şahin, uçucu maddeden uzak tutabilmek ve bir amaç edinebilmesini sağlamak için ona jonglörlüğü öğretmeye çalıştı. Daha sonra Almanya'da yaşamaya başlayan yönetmen Özay Şahin, iki yıl sonra bir projeyle İstanbul'a dönerek sokak çocuğu Hasan ile müzik grubu Siya Siyabend'in öyküsünü anlattı. "Can Baz" adlı ilk filmini çekti. Ama Hasan filmini izleyemedi. Yönetmen Şahin'in, montaj için Almanya'ya döndüğü süreçte Hasan cezaevine girmişti. "Can Baz" 4. AFM Uluslararası Bağımsız Film Festivali'nde seyirciyle buluştu. "Sokak çocukları çok sevecen çok akıllılardı. Hemen heveslenip lobutlarımı alıp çevirmeye başlıyorlardı. İki ellerinin boş olması gerekiyordu bunu yapabilmeleri için. Birkaç dakika bile onların elindeki tineri bıraktırabilmek bana çok şey anlatıyordu" diyen Yönetmen Özay Şahin'le yeni filmi "Can Baz" ı konuştuk.

Jonglörlükten sinemaya geçişin nasıl oldu? Ben jonglörlük yaparken de sinemayla ilgileniyordum. İlk senaryosunu yazdığım ve oynadığım 16 mm'lik filmin tarihi 1997. Nuray Şahin bu filmin yönetmenliğini yaptı. Sinemayla hep bir bağlantım vardı.

Sinemada bir etkisini gördün mü? Lobut insanın konsantrasyonunu geliştiren bir şeydir. Beynin gerçekten çalışır, duygusal olarak hislerin gelişir. Üç yıl çalışırsın bir trik yapabilmek için... Trik, bir farklı açıdan üç tane lobut çevirebilmektir. Bir şey düşündüğün anda başaramazsın düşer lobutlar. Filmde de böyle aslında, yüzde yüz ciddiyet, yapmak istediğinden başka bir şey düşünmemek. Tam kendini vermek olayı varya onu öğrendim ben lobut çevirirken, bu filmde de böyleydim. At nalı takmış gibi, sadece bu filmi görüyordum.

Filminizin adı neden "Can Baz" Bana hep canbaz diyorlardı. Oradan kulak dolgunluğu olan bir laf. Tabii bunun yanında beni asıl ilgilendiren Can ve Baz kelimeleri oldu. "Baz" oyun demek, "Can" canıyla yani kendi hayatlarıyla oyun oynayanlar anlamına geliyor.

Sizi, sokak çocuğu Hasan ile müzik grubu Siya Siyabend'i anlatan filmi yapmaya yönelten neydi? Olayları görsel malzeme haline getirmek için evde oturmak değil hayatın içinde olmak gerekiyor. İnsan hayatıyla çok yakından ilgisi olan filmleri seviyorum. O zamanlar bana daha yatkın bir şey vardı o da jonglörlük. Bunu yaptığım süre içerisinde de genelde hep çocuklarla çalıştım. Benle çalışan 3 yaşında bir çocuk da vardı. Onun da çok farklı bir hikâyesi vardı onu da çekebilirdim. Babası eroinden öldü annesi bir çingeneydi, bir sürü olay yaşandı mesela. Hem ben bu çocukla Hasan'dan daha uzun süre çalıştım. Hasan samimi çalışma arkadaşımdı. Bu bizi belli bir süre birlikte yaşamaya kadar götürdü. Siya Siyabend ise benim gösterilerime müzik yapan insanlardı. 'Bunlar ilginç hayatlar, bunların hayatlarını çekeyim, sinema yapayım' diye bir şey düşünmedim. Daha önce projelerimiz vardı senaryo üzerinde çalışmaya başladık, ama bir sürü imkânsızlıktan dolayı vazgeçtik. İşte onlardan uzaklaşınca baktım Hasan gidiyor, çocukluğu kayboluyor, kaybedeceğiz dedim. Bu çocuğa güzel bir şeyler hatırlatalım ya da acaba bu film onun tineri bırakmasına faydası olabilir mi diye düşündüm. Siya Siyabend içinde aynısı geçerli. Farklı koşullarda yaşayan, ama dışarıdan motivasyonu, desteği olacak ama diğer taraftan da tavsiyeye ihtiyaçları olan insanlardı. Ben onların içindendim, ama dışarıdan görebiliyordum onları. İnsan iki gözüyle kendisini göremiyor gerçekten diğerinin ayna olması çok önemli, ben ayna vazifesi görmek istedim. İyi niyetlerle yola çıkılarak yapılmış bir belgesel film "Can Baz".

Filmin çekimlerini Beyoğlu'nda yapmışsınız, ama Tunceli'den de görüntüler var. Evet, Tunceli'de Nazımiye, Ovacık, Pülümür, Kırmızı Köprü'de çekimler yaptım. Tunceli görüntülerini çıkarıp "Sadece İstanbul filmi mi olsa?" diye çok düşündüm. Tunceli yine olacaktı ama daha kısa ve sembolik olacaktı. Benim için müzik grubunda ağırlıklı olan iki kardeşdi. Hemo Ahmet, Dede Murat Tuncelili kardeşler... Ben de onlara ağırlık verdim, onların çocukluklarını anlattım. Grupta müziğin ruhunu bu iki kardeş belirliyor. Sonuçta vokalist bunların felsefesinden, geldikleri yerlerden etkileniyor. Bu insanlara baktığınızda saz, cura gibi halk müziği enstrümanları ve oraya özgü deyişleri kullanıyorlar. Ve bunu batılı müzik tarzıyla birleştirerek bir şeye köprü oluyorlar.

İstanbul'daki çekimlerden bahsedebilir misiniz? Bizim bildiğimiz, tanıdığımız çocuktu Hasan. Ona görevler verildi, alışsın diye bir süre maaş bağlandı. Tek bir şey istedik tiner çekmemesini. Tiner içmeden birkaç gün de olsa düşünebilsin. Farkedersiniz tiner içtikleri zaman yaşlanmış çocuklar oluyorlar. Evde çok güzel görüntüler var bu görüntülerle ne kadar tatlı bir çocuk olduğunu hatırlasın istedik. Bu bizim işimizi zorlaştırdı, yaşadıkları gibi çekseydik daha kolay olurdu. Bir tecrübe yaşamasını istedik, ona amaçlı yaşamayı anlattık. Hasan'ı hayat konusunda, müzik grubunu da daha üretken daha profesyonel bir zemine kaydırmaktı amacımız.

Hasan ne yapıyor şimdi? Hasan şu an Bayrampaşa Cezaevi'nde gasp suçundan tutuklu. En son gelmeden bir ay önce Hasan'dan bir mektup aldım. Çok iyi olduğunu, arkadaşlarıyla iyi anlaştığını söylüyor. Kemik erimesi hastalığını bile hapishanede öğrenmiş düşünsenize. Duyunca çok üzüldüm. Beni üzen diğer bir şey de filmi izleyemeyecek olması. Annem bana "Kızım niye üzülüyorsun şimdi kalacak bir yatağı var. Dışarıda yaşadığı koşullar daha ağırdı" dedi. Çok saçma bir düşünce biçimi, ama yaşamadan kimse bilemez. İnsanlardan 1 milyonu bıçakla istiyormuş. Avukatıyla görüştüm üç tane gaspı belirlenmiş üç gasp 50 yılın üzerinde yapar, 18 yaşın altında olduğu için cezayı indirmeleri söz konusu. Hasan'ın gençliği hapiste geçebilir. Umuyorum farklı bir şey olur ya da eksik bilgi sahibiyizdir.

"Almanya'ya gitmeseydim başına böyle bir şey gelmezdi" diye mi düşünüyorsunuz? Bir suçluluk duygusu var tabii. Keşke beni destekleyen bir proje olsaydı da ben de sokak çocuklarını bağımlılıktan uzaklaştırabilmek için sirk yapabilseydim. Sokakta çalışırken sokak çocukları hep yanıma geliyordu. Çok sevecen çok akıllılardı. Hem espri, hem seyirciyi etkileme yetenekleriyle... Düzenli bir aile yaşantısı olmayan çocuklar zekalarıyla beni kendilerine hayran bıraktılar. Hemen heveslenip lobutlarımı alıp çevirmeye başlıyorlardı. İki ellerinin boş olması gerekiyordu. Tineri bırakmak zorunda kalıyorlardı. Birkaç dakika bile onların elindeki tineri bıraktırabilmek benim için çok büyük başarıydı, bana çok şey anlatıyordu. Bu yüzden bir şeyler başarabilmeye niyetlendim, ama hiç desteğim yoktu. Destek görebilseydim onları bağımlılıktan kurtarabilmek için böyle bir sirk, tiyatro gibi projeleri hayata geçirirdim. Ama konuşulduğu kadar kolay olmuyor. Bu filmi çekebilmek için sınırlarımızı zorladık.

Bundan sonraki projeniz ne olacak? Psikolojik ağırlıklı kurmaca bir film yapmak istiyorum. Şimdi onun hazırlığı içerisindeyim, ama senaryoya daha başlamadım. Tunceli'den çok görüntü var elimde. İlk fırsatta destek görürsem bir program, televizyon için bir şeyler yapabilirim. Daha çok geleneksel, kaybolmaya yüz tutmuş şeylerle alakalı... Filmde konuşan dede artık yok, öldü. Buradan gitmemiz gerekiyor diyen insanlar gittiler. Sanki filmimde olan şeyler tarih oldu, tarih filmi gibi...

Evrensel'i Takip Et