21 Şubat 2005 23:00

Hastalar ölüme terk

SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devriyle birlikte SSK'lılara, serbest eczanelerden ilaç alma hakkı tanındı. Ancak serbest eczanelerden ilaç almak, SSK'lılar için tam bir eziyete dönüştü. Hastanelerdeki yeni mevzuat uygulaması ise bu çileyi iki katına çıkardı. Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Hastanesi'nde dün uygulanmaya başlayan yeni mevzuatın görevli personel de dahil olmak üzere kimse tarafından bilinmemesi, kanser hastalarını canından bezdirdi. Saatlerce evrak yaptırmak için koşuşturan kanser hastalarından dosya, kağıt ve fotokopi parası toplanırken, hastane görevlilerinden "henüz bilgisayarlı sisteme geçilmediği için karışıklık yaşandığı" açıklaması geldi. Sağlık Bakanlığı'ndan gelen görevlilerin mevzuatı işler hale getirmesinden sonra ise bu kez hastaların kuyruk çilesi bitti, ilaç çilesi başladı. Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan "SSK eczaneleri 15 Mart'a kadar açık olacak" açıklamasına rağmen Okmeydanı Hastanesi Onkoloji Bölümü Eczanesi'nin kapatılmasıyla kanser hastaları ortada kaldı. İlaçları son derece pahalı olan kanser hastaları, eczacıların, "Acaba devletten bu ilaçların parasını alabilecek miyim?" endişesiyle ilaç satmadıklarını söylediler. Hasta yakını Nuryüzden Topçu, anlaşmalı eczanelerin hiçbirinin ilaç vermediğini belirterek, "Sabahtan beri eczane eczane dolaşıp ilaç arıyorum. İlaçlarımızın biri 2 milyar. Eczacılar da haklı. On kişiye ilaç satsalar devletten o parayı alabilecekler mi?" dedi. Topçu, ilaç alamayan hastaların "İlaç almamız gerek. Ölelim mi yani" sözlerine görevlilerin "ölürseniz ölün' şeklinde karşılık verdiğini de söyledi. Kanser hastası Şevket Yüksel de, "Biz kanser hastasıyız. İlaç alamadığımız zaman kemoterapiye almıyorlar. 6 gündür ilaç alamadığım için kemoterapiye giremiyorum" dedi.

Uzun kuyruklar Bolu'da da SSK'lılar devlet hastanesine dönüşen Bolu SSK Hastanesi'nde hasta kayıt işlemlerini yaptırabilmek için uzun kuyruklar oluşturdu. Adı Bolu Köroğlu Devlet Hastanesi olarak değiştirilen hastaneye muayene için gelen hastalar, hastanenin bilgisayar sistemi yeni uygulamaya hazır olmadığı için hasta kayıt işlemlerinin yapıldığı gişeler önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Kayıt kuyruğunda 2 çocuğuyla bekleyen Fatma Akman, "1.5 yaşındaki oğlum hasta, 4 yaşındaki kızım evde yalnız kalmasın diye hastaneye birlikte geldik. 1 saattir kayıt sırası alabilmek için bekliyoruz" dedi. Hastalardan Ali Erdoğan ise kayıt için bekleyen hastalardan 80 YKr kayıt parası alındığını söyleyerek, "SSK'lılar devir işlemi öncesinde bu parayı ödemeden muayene olabiliyorlardı. Bu işlem haksızlık" diye konuştu. Kuyrukta bekleyen diğer hastalar da kayıt ücreti alınmasına tepki gösterdi.

SSK eczanesi kapatıldı Bilgisayar altyapısı yenilendiğinden hasta kayıt işlemleri sırasında yoğunluk yaşandığını ifade eden Başhekim Dr. Erdal Kaya, "Hastanemizin eczanesinin SSK'lılara nisan ayına kadar hizmet vermesi söz konusu değil. SSK eczanesi kapatıldı. SSK'lılar Bolu'da bakanlıkla sözleşme imzalayan 67 eczaneden ilaçlarını alabilecekler" dedi. Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi adını alan eski SSK Bölge Hastanesi'nde ise ilk gün, SSK'lılar, hasta kayıt işlemlerini yaptırabilmek için uzun kuyruklar oluşturdu. Hastaların oluşan uzun kuyruklara tepki göstermesi üzerine hastane yetkilileri hastalara şeker ikram ederek tepkileri yatıştırmaya çalıştı

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


En azından üç dil bileceksin! Mutlu Öztürk Babil Kulesi hikâyesini hepimiz biliriz. Tevrat'ta anlatılır: Haddini aşan ölümlü Babilliler başı göğe değen görkemli bir kule yapmaya kalkınca, Tanrı tarafından birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan araçtan, "ortak dilden" mahrum bırakılarak, birlikte çalışamaz hale getirilerek cezalandırılırlar. Kule bitmeyecek, Tanrı'nın tekliğine halel gelmeyecektir. Böylece daha yeni, Adem babamızın işlediği ilk günahla cennetin kucağından kovulmuş olan insan, şimdi de ortak dilin sunduğu iletişim cennetinden kovulmuş olur. O gün bugün, Havvakızı Ademoğlu dilde "birlik beraberlik" peşinde koşmayı sürdürecek, yazdığı ütopyalarda, kurduğu düş-ülkelerde (sözgelimi, bu arayışların modern zamanlardaki en ilginç örneklerinden olan Esperanto gibi yapay diller yaratarak) herkesin ortak bir dili konuşabilmesini düşleyecektir.



* Özellikle buralarda yaşayan muhaliflerin çok haklı nedenlerle alerjisi olan o meşum birlik-beraberlik teriminin kullanılmasının, herhalde ilk elde en masum görüleceği alan, gerçekten de dildir. Oysa, bütün ütopyalar gibi, bu ütopyanın da kerrakesi, totaliter bir projeye dönüşünce, ortak dil/ortak diller yaratmak kaygısı diğer dillerin kökünü kazımak aculluğuna dönüşünce anlaşılacaktır. Bakın ne diyormuş 1789'un Fransız Devrimcileri: "Batıl inançlar Bretonca, cumhuriyete karşı kin Almanca, karşıdevrim İtalyanca, fanatizm Baskça konuşur. Kötülüğün ve yanlışın bu araçlarını kırmamıza izin verin. Yurttaşları milli dilin cahili bırakmak, bunları iktidarı kontrol edemeyecek bir halde bırakmak, vatana ihanettir. Özgür bir halkın dili tek ve herkes için aynı olmalıdır. Fransızca tüm Fransızların dili olmalıdır". Bu gerekçeyle, son yüzyılın Anadolusunun da yakından tanıdığı uygulamalar, isim yasakları, mekânların adlarının değiştirilmesi, "resmi dil" dışındaki dillerin kamusal alandan kovulması, okullarda "öteki dilleri" konuşan çocukların türlü çeşitli şiddete maruz kalması meşrulaştırılacaktır. Hikâyenin ayrıntısı uzun ama özeti şu: Ulus-devlet, inşa edildiği her yerde, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi, binyılların insanlık kültürünce özene bezene yaratılmış, sayısız insanın zihninden, düş gücünden, insani pratiğinden süzülüp modern zamanlara ulaşmış dilleri, "birlik-beraberlik" uğruna, ulusal pazar uğruna, (bazen de "eşitlik" gibi kutsal sözlerin ardına saklanarak) ezdi, parçaladı, yok etti. Çoğu zaman çıplak zorla, onun yetmediği yerde iktisadi zorla, ama esas olarak zorla… İnsanlığın vicdanlı çocukları, -şimdilerde de "küreselleşmenin" bambaşka ama aynı yere çıkan yollarla devam ettirdiği- bu sürecin adına, asimilasyon dediler, bunu bir insanlık suçu ilan ettiler ve güçleri yettiğince dilleri döndüğünce, karşı koymaya çalıştılar.



** "Dil Devrimi" başlığıyla yayınlanan kitabında rahmetli Tuğrul Şavkay ve, (Füsun Üstel'in danışmanlığında hazırladığı) "Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları" başlıklı nedense değeri pek fark edilmemiş olan kitabında da Hüseyin Sadoğlu, sürecin Türk ulus devleti açısından nasıl geliştiğine yeterince ışık tuttular. Madalyonun öteki yüzünü ise, mesela Gülçiçek Günel Tekin'in çalışmalarından izleyebiliyoruz. Sıdıka Avar, "Dağ Çiçekleri" anı-kitabında, Kürt kızlarını nasıl "devşirdiklerini" anlatırken, sürecin "kadife eldiven" boyutunu gösterdi bize; bir Eğitim Sen aktivisti olan Gülçiçek abla ise, çeşitli anadillerin sonradan öğretmen olan çocuklarından ne insani bedeller pahasına anadillerinden koparıldıklarının öykülerini derliyor. Bu arada, öte tarafta, Bakan Çelik, 'Kültürlerarası Diyalogda Eğitimin Önemi' konulu panelin açılışında konuşuyor; Talim Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, aynı toplantıda, "Ülke içinde yer alan farklı kültürlerin ulusal kültürün zenginleşmesinde önemli bir rol oynadığını" bildiriyor; Milli Eğitim Bakanlığı'nın daha 2001'de düzenlediği sempozyumda Diller Yılı kutlanırken "Bulgaristan'da Türk Dilinin Anadil veya Yabancı Dil Olarak Öğretilmesi; Moldova-Gagauz Yeri Özerk Bölgesi'nde Gagauz Türkçesi ile Eğitimde Karşılaşılan Sorunlar; Balkanlarda Türk Dili Öğretimi-Yunanistan Örneği, Belçika'daki Türk Çocuklarına Anadil Eğitimi" konu ediliyor; ama halen, Kürtlere, Çerkezlere, Lazlara, ve bu toprakların başka halklardan sahiplerine, "bir dershanelik halk" muamelesi yapılmaya devam ediliyor. Bunun sorumluları, kendilerini de, temsil ettikleri kurum neyse onu da, rezil ediyorlar. Trajikomik oluyorlar. Komik oluyorlar.

***
Ne demişti Bedri Rahmi:
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde
    Ana avrat dümdüz gideceksin
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde düşünüp
    rüya göreceksin
    En azından üç dil
    Birisi ana dilin
    Elin ayağın kadar senin
    Ana sütü gibi tatlı
    Ana sütü gibi bedava
    Nenniler, masallar, küfürler de caba
    Ötekiler yedi kat yabancı
    Her kelime arslan ağzında
    Her kelimeyi bir bir 
	dişinle tırnağınla
    Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
    Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
    Her kelimede bir kat daha artacaksın
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde
    Canımın içi demesini
    Kırmızı gülün alı var demesini
    Nerden ince ise ordan kopsun demesini
    Atın ölümü arpadan olsun demesini
    Keçiyi yardan uçuran
    bir tutam ottur demesini
    İnsanın insanı sömürmesi
    Rezilliğin dik alası demesini
    Ne demesi be
    Gümbür gümbür 
    gümbürdemesini becereceksin
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde
    Ana avrat dümdüz gideceksin
    En azından üç dil
    Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
    Ne şu ne busun
    Oğlum Mernus
    Sen otobüsü kaçırmış 
    bir milletin çocuğusun.
    "21 Şubat Dünya Anadili Günümüz 
	kutlu olsun."