11 Şubat 2005 23:00
Ödül oyunculuğu
yapabildiğini düşündürüyor
Tülin Özen, kısa bir süre önce gösterime giren "Meleğin Düşüşü" isimli filmde bir otelde temizlik görevlisi olarak çalışan, geceleri babasının tacizleriyle hayatı cehenneme dönen ve içinde bulunduğu kısır döngüden kurtulmak için çıkış yolu arayan Zeynep karakterini canlandırıyor. İlk sinema deneyimi olmasına rağmen Özen, gösterdiği başarılı performansla 41. Altın Portakal Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'ne değer görüldü. Film öncesi rolüne hazırlanırken ensestle ilgili okumalar yaptığını ve psikolog bir arkadaşıyla konuştuğunu söyleyen Özen, dört beş gün süresince de sabahtan akşama kadar bir otelde kat görevlisi olarak çalışarak temizlik yapmış. Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu olan ve Türkiye'de ilk defa yapılan mask tiyatrosu "Sersemler Evi"nin oyuncularından biri olan Özen, aynı zamanda Kenter Tiyatrosu'nun "Nasrettin Hoca Bir Gün" adlı oyununda da reji asistanlığı yapıyor. Kendini zorlayacak projelerde yer almak istediğini ifade eden ödüllü oyuncu Tülin Özen'le ilk deneyimi yaşadığı sinemayı ve tiyatro çalışmalarını konuştuk.
Sinemadan önce ne yapıyordunuz, kendinizden biraz bahseder misiniz? 1979 İskenderun doğumluyum. Oradan İzmir'e gittim. Bornova Anadolu Lisesi'nde okudum. Mezun olunca İTÜ Elektrik Mühendisliği'ne geldim. Tiyatro yapmak istediğimi düşündüğüm için o bölümü bıraktım. Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü'ne başladım. Bu sene mezun oldum. Şimdi Devlet Tiyatrosu'nda "Sersemler Evi" isimli bir oyunda oynuyorum. Kenter Tiyatrosu'nda "Nasreddin Hoca Bir Gün" adlı oyunda reji asistanlığı yapıyorum.
"Meleğin Düşüşü" isimli filmin kadrosuna nasıl dahil oldunuz? Bir arkadaşım telefon ederek haber verdi. Semih Kaplanoğlu uzun metrajlı bir film çekiyor, bir genç kız arıyor telefon et istersen sen de dedi. Kaplanoğlu'nun asistanını aradım. Deneme çekimlerine gelmek istediğimi söyledim onlarda kabul etti. Dört beş kere deneme çekimleri yaptık. Ve sonrasında Semih Kaplanoğlu'yla tanıştım, rol ve neler isteyebileceği hakkında konuştum, kendi düşüncelerimi aktardım. Ve film çekimine başladık.
Senaryoyu ilk okuduğunuzda neler düşündünüz? Heyecanlandım ve ilk okuduğumda çok beğendim. Bir kere uzun metrajlı bir filmde oynamayı bir yana bırakalım ilk defa senaryosunu okuyorum. Semih Kaplanoğlu'nun bu ikinci filmi, daha önceki filmini, yazılarını gördüm. Sevdiğim, merak ettiğim beğendiğim bir insan. Seneryoyu okumak bile başlı başına heyecanlıydı. Kaldı ki insanların konuşmadığı, bilinmeyen, fazla açığa çıkmayan (ensest) bir konusu var. Enterasan geldi böyle bir karakter oluşturmak, oynayacak olmak.
Zeynep karakteri için çekimlerden önce hazırlık yaptınız mı? Semih Kaplanoğlu'yla beraber çalıştık. Onun kafasında birçok şey vardı zaten, onları söyledi bana. Ben ensestle ilgili birkaç kitap okudum. Psikolog bir arkadaşla konuştum. Çok üstü kapalı bir şekilde anlatabildi. Ve deneme çekimleri sırasında kızın hali, tavrı, duruşu ortaya çıktı. Kız bir otelde çalışıyor ben de bir otelde çalıştım dört beş gün. Sabahtan akşama kadar orada temizlik yaptım. Orada çalışan insanların nasıl şeylerle karşılaştığını gördüm. Bir odaya giriyorsun bütün eşyaları, özel eşyaları elinin altında ama orayı çok hızlı bir şekilde temizleyip çıkman gerekiyor. Bir kadın geliyor senin yaptığın her şeyi en ince ayrıntısına kadar kontrol ediyor. İlk defa böyle bir şey yaşadım. Ama kamera karşısına geçene kadar tam olarak nasıl şekillendiğini söyleyemem. Sinema da kendine özgü teknik bir şeyler getiriyor sana. Belli bir mesafede durman, belli bir şekilde hareket etmen, hep kadrajda durman ve ışıktan çıkmaman gerekiyor. Tiyatrodan farkı bu.
Tiyatro mu sinemamı daha zor sizce? İkisinin de ayrı güzelliği var. Bir televizyon işi için söyleyemezsin bunu, çünkü oyunculukla ilgili pek fazla bir şey yapmıyorsun televizyon dizisinde. Karşına o gün gelen bir şeyi oynamak zorunda kaldığında o anda ne kadar doğal olabiliyorsan onu olup geçiyorsun. Ama sinemada ve tiyatroda daha çok prova ediyorsun, daha çok biliyorsun kendinden ya da çevrenden bulabildiklerini de katıyorsun. Tiyatroda biraz daha büyük oynaman gerekiyor kocaman bir alanda oynuyorsun, onun verdiği rahatlık da var tabii. Bununla birlikte birtakım zorlukları da var, o sahneyi doldurmak zorundasın. Onun için hareketler biraz daha büyük olmalı, seyircinin izlediğini düşünerek oynuyorsun çünkü. Ama ikisinde de temel aynı, bir karakter yaratma, onu yaratmışsın o artık nefes alıyor.
Peki karakteri canladırmaya başladığınızda neler yaşadınız? Oynamaya başladıktan sonra artık şekillenmişti karakter. Okurken çok daha belirsiz aslında senin için. Kafanda birçok şeyi canlandırıyorsun ama o işi yapmaya geldiğinde düşündüğün gibi olmuyor. Karakteri yarattıktan sonra okuduğun şeyden çok farklı hissetmeye başlıyorsun. Okurken çok daha dramatik aman Allahım kız burada hüngür hüngür ağlar inanılmaz şeyler yaşar diye düşünüyorsun. Yaşanırken aynı şekilde olmuyor, hayatta da öyledir biri hikâyesini anlatırken nasıl katlanmış dersin ama o hikâye senin başına gelirken aslında o katlanma gücün vardır, yaşarken daha metinsindir.
Ve filmin final sahnesinde İstanbul'a karşı çırılçıplak duran Zeynep'i görüyoruz. Tüm "çıplaklığıyla" hayata meydan mı okuyor? Yeni bir başlangıç olarak da algılayabiliriz. Kimi intihar ettiğini düşünüyor mesela. Belki filmin adından da kaynaklı olabilir. "Meleğin Düşüşü" deyince düştü şeklinde düşünebilir insanlar. Herkes için farklı herhalde ama ben kendim için onun arınma, yeni bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.
Semih Kaplanoğlu sinemada ilk deneyimini yaşayan isimlerle çalışmış. Çekimlerde neler yaşadınız, neler paylaştınız? Aslında benim karşılıklı oynadığım herkes amatördü. Benim sahnelerimde Engin vardı otelde çalışan, babayı oynayan Musa usta vardı onlar amatör oyuncu. Amatör oyuncularla çalışıyor olmasının nedeni kameranın karşısında doğal olabilsin gidip de bir tiyatro oyuncusu alıp bir sanayide usta yapmak yerine sanayide çalışan bir ustayı oraya yerleştirdi. Doğal olmasını istedi. Semih Kaplanoğlu'nun kafasındakini çok da iyi yapabildiler. En çok tavır ya da duruş olarak ben uğraşmışımdır, çünkü ben öyle bir kız değilken öyle bir kızı oynadım. Çekimler zor ve ağır geçti. Zamanın dar, paran gidiyor, Türkiye'de sinema yapmaya çalışıyorsun her şey sorun haline geliyor, olanakların zaten kısıtlı hep. Çekimlere başladıktan sonra bir, bir buçuk ay sorunlar gelmeye başlıyor ve senin o sorunları somut olarak çözmen gerekiyor. "Çok keyifli, çok muhteşem bir çekim oldu biz çok eğlendik" şeklinde sarfedilen sözleri anlamıyorum mesela.
Altın Portakal'dan ödül bekliyor muydunuz, ödülü aldıktan sonra neler hissetiniz? İlk aday olduğumda ödül bekleyip beklemediğimi düşünmemiştim. Filmimi, diğer adayların filmlerini de izlememiştim. Onun için kim kazanır, ne kazanır konusunda, Antalya Film Festivali hakkında da bir fikrim yoktu, hani kriterler nedir, ödül verirken neye önem verirler, birtakım istatistik çıkarmalar yapmamıştım. Genelde şu tip fimlere, oyunculara ödül verirler diye bir şey varsa da bilmiyorum, çok bilinçli değildim Antalya konusunda. Ödülü aldığımda mutlu oldum. Çünkü yaptığım işin olmuş olduğunu düşünen insanlar vardı. Bir de ilk sinema deneyimim, tedirgindim, birini yaşattığını biliyorsun ama ne yaptığını çok da iyi bilmiyorsun. Perdenin gerisine nasıl yansıyor insanlar da senin gibi düşünüyor mu, nasıl oynamanı bekliyorlar hep soru işaretleri bunlar. Ama birileri çıkıp sana yaptığın iş iyi olmuş afferin afferin diyor. Okulda okumuşsun oyuncu olmaya çalışıyorsun. Bu işin çok somut ölçüleri yok, bankacı olup da şu kadar ciro yaptım diyemiyorsun, bu ay beş bin tane ayakkabı yaptım, bilmem ne kadar sattım, şu kadar iyi bir ayakkabıcıyım diyemiyorsun. Somut bir gösterge olarak bu ödül vardı benim için, bu işe başlarken bu ödül verildi. Bu anlamda iyi bir şey, güzel olmuş ben bu işi yapabiliyorum diye düşünüyorsun.
Gösterdiğiniz performansla Altın Portakal'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü alarak önemli bir başarı yakaladınız. Bundan sonra oyunculuk hayatınız nasıl şekillenecek, sinemaya devam etmeyi düşünüyor musunuz? Ben ikisinin de devam etmesini istiyorum, umarım da devam eder. İyi, kendimi zorlayacak işlerde olmak istiyorum. Gelecek işlerle bağlantılı bir şey. Şu anda tiyatro oyunum var, o devam ediyor, film gösterimde ve yakında Berlin Film Festivali'ne gidecek. Ben de bir şeyler bekliyorum hayattan ama tam olarak nerede ne var onu bilmiyorum zaman gösterecek. Bu filme girişim de böyle oldu zaten kafamda vardı tabiki. Sinemayı seviyorsun, birtakım yönetmenleri seviyorsun, filmde oynamak istiyorsun ama şans eseri duydum, şansımı sonradan zorladım. Bakalım ne olacak aynı soruyu ben kendim için de soruyorum.
Sinemadan önce ne yapıyordunuz, kendinizden biraz bahseder misiniz? 1979 İskenderun doğumluyum. Oradan İzmir'e gittim. Bornova Anadolu Lisesi'nde okudum. Mezun olunca İTÜ Elektrik Mühendisliği'ne geldim. Tiyatro yapmak istediğimi düşündüğüm için o bölümü bıraktım. Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü'ne başladım. Bu sene mezun oldum. Şimdi Devlet Tiyatrosu'nda "Sersemler Evi" isimli bir oyunda oynuyorum. Kenter Tiyatrosu'nda "Nasreddin Hoca Bir Gün" adlı oyunda reji asistanlığı yapıyorum.
"Meleğin Düşüşü" isimli filmin kadrosuna nasıl dahil oldunuz? Bir arkadaşım telefon ederek haber verdi. Semih Kaplanoğlu uzun metrajlı bir film çekiyor, bir genç kız arıyor telefon et istersen sen de dedi. Kaplanoğlu'nun asistanını aradım. Deneme çekimlerine gelmek istediğimi söyledim onlarda kabul etti. Dört beş kere deneme çekimleri yaptık. Ve sonrasında Semih Kaplanoğlu'yla tanıştım, rol ve neler isteyebileceği hakkında konuştum, kendi düşüncelerimi aktardım. Ve film çekimine başladık.
Senaryoyu ilk okuduğunuzda neler düşündünüz? Heyecanlandım ve ilk okuduğumda çok beğendim. Bir kere uzun metrajlı bir filmde oynamayı bir yana bırakalım ilk defa senaryosunu okuyorum. Semih Kaplanoğlu'nun bu ikinci filmi, daha önceki filmini, yazılarını gördüm. Sevdiğim, merak ettiğim beğendiğim bir insan. Seneryoyu okumak bile başlı başına heyecanlıydı. Kaldı ki insanların konuşmadığı, bilinmeyen, fazla açığa çıkmayan (ensest) bir konusu var. Enterasan geldi böyle bir karakter oluşturmak, oynayacak olmak.
Zeynep karakteri için çekimlerden önce hazırlık yaptınız mı? Semih Kaplanoğlu'yla beraber çalıştık. Onun kafasında birçok şey vardı zaten, onları söyledi bana. Ben ensestle ilgili birkaç kitap okudum. Psikolog bir arkadaşla konuştum. Çok üstü kapalı bir şekilde anlatabildi. Ve deneme çekimleri sırasında kızın hali, tavrı, duruşu ortaya çıktı. Kız bir otelde çalışıyor ben de bir otelde çalıştım dört beş gün. Sabahtan akşama kadar orada temizlik yaptım. Orada çalışan insanların nasıl şeylerle karşılaştığını gördüm. Bir odaya giriyorsun bütün eşyaları, özel eşyaları elinin altında ama orayı çok hızlı bir şekilde temizleyip çıkman gerekiyor. Bir kadın geliyor senin yaptığın her şeyi en ince ayrıntısına kadar kontrol ediyor. İlk defa böyle bir şey yaşadım. Ama kamera karşısına geçene kadar tam olarak nasıl şekillendiğini söyleyemem. Sinema da kendine özgü teknik bir şeyler getiriyor sana. Belli bir mesafede durman, belli bir şekilde hareket etmen, hep kadrajda durman ve ışıktan çıkmaman gerekiyor. Tiyatrodan farkı bu.
Tiyatro mu sinemamı daha zor sizce? İkisinin de ayrı güzelliği var. Bir televizyon işi için söyleyemezsin bunu, çünkü oyunculukla ilgili pek fazla bir şey yapmıyorsun televizyon dizisinde. Karşına o gün gelen bir şeyi oynamak zorunda kaldığında o anda ne kadar doğal olabiliyorsan onu olup geçiyorsun. Ama sinemada ve tiyatroda daha çok prova ediyorsun, daha çok biliyorsun kendinden ya da çevrenden bulabildiklerini de katıyorsun. Tiyatroda biraz daha büyük oynaman gerekiyor kocaman bir alanda oynuyorsun, onun verdiği rahatlık da var tabii. Bununla birlikte birtakım zorlukları da var, o sahneyi doldurmak zorundasın. Onun için hareketler biraz daha büyük olmalı, seyircinin izlediğini düşünerek oynuyorsun çünkü. Ama ikisinde de temel aynı, bir karakter yaratma, onu yaratmışsın o artık nefes alıyor.
Peki karakteri canladırmaya başladığınızda neler yaşadınız? Oynamaya başladıktan sonra artık şekillenmişti karakter. Okurken çok daha belirsiz aslında senin için. Kafanda birçok şeyi canlandırıyorsun ama o işi yapmaya geldiğinde düşündüğün gibi olmuyor. Karakteri yarattıktan sonra okuduğun şeyden çok farklı hissetmeye başlıyorsun. Okurken çok daha dramatik aman Allahım kız burada hüngür hüngür ağlar inanılmaz şeyler yaşar diye düşünüyorsun. Yaşanırken aynı şekilde olmuyor, hayatta da öyledir biri hikâyesini anlatırken nasıl katlanmış dersin ama o hikâye senin başına gelirken aslında o katlanma gücün vardır, yaşarken daha metinsindir.
Ve filmin final sahnesinde İstanbul'a karşı çırılçıplak duran Zeynep'i görüyoruz. Tüm "çıplaklığıyla" hayata meydan mı okuyor? Yeni bir başlangıç olarak da algılayabiliriz. Kimi intihar ettiğini düşünüyor mesela. Belki filmin adından da kaynaklı olabilir. "Meleğin Düşüşü" deyince düştü şeklinde düşünebilir insanlar. Herkes için farklı herhalde ama ben kendim için onun arınma, yeni bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.
Semih Kaplanoğlu sinemada ilk deneyimini yaşayan isimlerle çalışmış. Çekimlerde neler yaşadınız, neler paylaştınız? Aslında benim karşılıklı oynadığım herkes amatördü. Benim sahnelerimde Engin vardı otelde çalışan, babayı oynayan Musa usta vardı onlar amatör oyuncu. Amatör oyuncularla çalışıyor olmasının nedeni kameranın karşısında doğal olabilsin gidip de bir tiyatro oyuncusu alıp bir sanayide usta yapmak yerine sanayide çalışan bir ustayı oraya yerleştirdi. Doğal olmasını istedi. Semih Kaplanoğlu'nun kafasındakini çok da iyi yapabildiler. En çok tavır ya da duruş olarak ben uğraşmışımdır, çünkü ben öyle bir kız değilken öyle bir kızı oynadım. Çekimler zor ve ağır geçti. Zamanın dar, paran gidiyor, Türkiye'de sinema yapmaya çalışıyorsun her şey sorun haline geliyor, olanakların zaten kısıtlı hep. Çekimlere başladıktan sonra bir, bir buçuk ay sorunlar gelmeye başlıyor ve senin o sorunları somut olarak çözmen gerekiyor. "Çok keyifli, çok muhteşem bir çekim oldu biz çok eğlendik" şeklinde sarfedilen sözleri anlamıyorum mesela.
Altın Portakal'dan ödül bekliyor muydunuz, ödülü aldıktan sonra neler hissetiniz? İlk aday olduğumda ödül bekleyip beklemediğimi düşünmemiştim. Filmimi, diğer adayların filmlerini de izlememiştim. Onun için kim kazanır, ne kazanır konusunda, Antalya Film Festivali hakkında da bir fikrim yoktu, hani kriterler nedir, ödül verirken neye önem verirler, birtakım istatistik çıkarmalar yapmamıştım. Genelde şu tip fimlere, oyunculara ödül verirler diye bir şey varsa da bilmiyorum, çok bilinçli değildim Antalya konusunda. Ödülü aldığımda mutlu oldum. Çünkü yaptığım işin olmuş olduğunu düşünen insanlar vardı. Bir de ilk sinema deneyimim, tedirgindim, birini yaşattığını biliyorsun ama ne yaptığını çok da iyi bilmiyorsun. Perdenin gerisine nasıl yansıyor insanlar da senin gibi düşünüyor mu, nasıl oynamanı bekliyorlar hep soru işaretleri bunlar. Ama birileri çıkıp sana yaptığın iş iyi olmuş afferin afferin diyor. Okulda okumuşsun oyuncu olmaya çalışıyorsun. Bu işin çok somut ölçüleri yok, bankacı olup da şu kadar ciro yaptım diyemiyorsun, bu ay beş bin tane ayakkabı yaptım, bilmem ne kadar sattım, şu kadar iyi bir ayakkabıcıyım diyemiyorsun. Somut bir gösterge olarak bu ödül vardı benim için, bu işe başlarken bu ödül verildi. Bu anlamda iyi bir şey, güzel olmuş ben bu işi yapabiliyorum diye düşünüyorsun.
Gösterdiğiniz performansla Altın Portakal'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü alarak önemli bir başarı yakaladınız. Bundan sonra oyunculuk hayatınız nasıl şekillenecek, sinemaya devam etmeyi düşünüyor musunuz? Ben ikisinin de devam etmesini istiyorum, umarım da devam eder. İyi, kendimi zorlayacak işlerde olmak istiyorum. Gelecek işlerle bağlantılı bir şey. Şu anda tiyatro oyunum var, o devam ediyor, film gösterimde ve yakında Berlin Film Festivali'ne gidecek. Ben de bir şeyler bekliyorum hayattan ama tam olarak nerede ne var onu bilmiyorum zaman gösterecek. Bu filme girişim de böyle oldu zaten kafamda vardı tabiki. Sinemayı seviyorsun, birtakım yönetmenleri seviyorsun, filmde oynamak istiyorsun ama şans eseri duydum, şansımı sonradan zorladım. Bakalım ne olacak aynı soruyu ben kendim için de soruyorum.
Evrensel'i Takip Et