24 Ocak 2005 23:00
Kürtçe babamızın oyuncağı değil
Mevlithan Mustafa'yı, tatlı, sevimli ihtiyar bir delikanlı olarak anlatmaya çalışırsak taşı yeterince gediğine koymuş sayılmayız. Çünkü onu sözlerle anlatmak kısır kalır. O bir kere Diyarbakırlı. Yani bir tarafından nezaketi, mütevazılığı ile bir Diyarbakır beyefendisi, ama öte yandan moda deyim ile "Diyarbakır çocuğuyam" diyenlerin kuşağından. Her adımda Dört Ayaklı Minare'nin sıcaklığını bilen Mıgırdiç Margosyan'dan, Ermeni Anton Amca'ya; Alipaşalı Qırıqlardan, Hançepekli ahaliye kadar bir yaşanmışlığı, sıcak dostluğu, alışverişi var. Çuha giyen fakiri, beyaz çarşaf üzerine kıl örtü, başlarına gümüş altın takkeler takan kadınları da bilir. Hevsel Bahçeleri'nde yetişen menekşelerin kokusunu elindeymiş; burnunun direğini kıracak kadar kendisinin içindeymiş gibi anlatır. Mevlithan Mustafa sadece bu değil elbette. Hem geleneksel Diyarbakır halk musikisinin temsilcilerinden, hem de "samimi bir 'müminim' ve demokratım" diyenlerden.
En son 2. Diyarbakır Edebiyat günleri çerçevesinde yapılan "Velme Geceleri" isimli etkinlikte sahne aldı. Okuduğu Kürtçe-Türkçe makamların yanısıra usturuplu ve kimi haklı ironik konuşmasıyla izleyicilerin dikkatini çekmişti. Hem Diyarbakır musiki geleneğinin tarihsel yanını hem bu topraklarda olup biten birçok şeyin gözü kulağı sayılabilecek Kürtçe ile olan ilişkisini küçük te olsa irdelemek için Mevlithan Mustafa ile söyleşi için sözleştik.
2'nolu çıkmaz...
Namı dışında doğrudan sohbet etme imkânımız olmayan Mevlithan Mustafa ile damadının öğretmenlik yaptığı bir dershanenin önünde buluştuk. Diyarbakır yağmur havasında. Sert görünümlü olmasına rağmen yüksek saygısı ile tipik bir Diyarbakır beyefendisi. Ama aynı zamanda açık sözlü ve şakacı. Gideceğimiz yer belli değil doğrusu. Oturacak bir yer bulmak için doğaçlama Ofis turundayız. Diyarbakır Musiki Cemiyeti'ni ne zaman kimlerin kurduğunu anlatıyor. Ama bir taraftandan da ince eleyip sık dokuduğu sözlerini, hiç sakınmadan sevmediği, beğenmediklerine yönelik dokunduruyor açıktan. Herkesin görüşüne fikrine saygı gösterdiğini, ayrıca "demokrat" olduğunu ancak kendisinin her şeyden önce 'mümin' olduğunu illaki tekrarlıyor. Bunlar, Mevlithan'ın kırmızı çizgileri. Kendisi belki kızacak ama affına sığınarak bu konuda Kürt Şair Serkeft Botan'la "anlaşmasını yaptım" dediği sınırları şaka içinde kaybolan sözlerini zikredelim; "Mevzuata göre, ben Serkeft'te komünist, Serkeft de bana gerici demeyecek."
Mevluthan, Diyarbakır'daki saygın şahsiyetlerle ilginç diyaloglarını ve göndermelerini yapmayı sürdürüyordu ki oturacak bir yer de geliverdi aklına. "Değerli bir insandır" dediği ihtiyar Şair İhsan Fikret Biçici'nin arasıra uğradığı Lîlav Kitapevi'ne yönlendiriyor bizi. Birkaç adımlık Ofis'i geride bırakırken, onlarca insan "hürmetler," "baş göz üstüne" diyerek selam verip geçiyorlar. Dikkatimizi çektiği için, "herhalde Diyarbakır'ın yarısını tanıyorsunuz" diyoruz. Onayını bekliyoruz. Ama aslında sözlerine bakılırsa fazla değil eksik söylediğimizi anlıyoruz; "Diyarbakır benim her şeyim, ben yarısını değil, hepsini tanıyorum" diyerek başka bir şeyler anlatmaya çalışıyor Mevlithan. Kitapevine de geldik, İhsan Biçici'nin oturduğu yere oturdu. Kürtçe selamlaştı, yine Kürtçe "Qehvekî tal bide min" dedikten sonra ağır usluplu konuşmasını sürdürüyor. Kendisini tanıtmasını istiyoruz. Mevlithan Mustafa, detaylı bir bilgi veriyor kendi yaşamı hakkında. Örnek teşkil etmesi bakımından düştüğü küçük bir notu aktaralım: "1946 yılında Diyarbekir'de Cami Sefa Mahalesi'nin Azizoğlu 2'no'lu çıkmazında dünyaya gelmişim." Ekonomik sıkıntılara rağmen dönemin meşhur hafızından çok sıkı bir kuran eğitimi almış; "1958'den sonra 6 yıl boyunca Lale Bey Camii'nde minarede müzik eğitimi aldım. 5 yıl kadar da medrese eğitimi"
Musîki halkların ortak malıdır Türk sanat müziği ile Diyarbakır halk müziğinin kökeni hakkında kimi yorumlarda bulunuyor. "Türk sanat müziğinin ana temeli tekkelerdir. Hacı Arif Efendi işte Dede Efendi, Ziya Paşa ve daha yüzlerce üstat bestekârların ana temeli tekkedir. Yani tasavvuf müziğidir. Avrupa musikisinin ana temelide kiliselerdir. Bütün klasik batı müziği buradan beslenir. Ondan esinlenerek dışarıya taşmıştır." Ardından yine Diyarbakır'daki musiki ortamına dönüyor. "Eskiden Diyarbekir'de cuma akşamları minareler cıvıl cıvıldı; müezzinlerin sesleriyle bülbül gibi şakırdardı sanki. Müezzinler minareye çıkar beyitler okurlar, deyişler okurlar; en az her müezzin 10 makam bilirdi. Halk minarelerde musikiye çok aşina idi. Halkın yüzde 40'ı müzik bilirdi diyebilirim. En azından ne makam okunduğu bilinirdi. Çünkü Diyarbekir'de, beş vakit ezan beş ayrı makam üzerinden okunurdu. Mesela sabah ezanı Seba, öğle ezanı Hüseynî okunurdu, ikindi Rast veya Acem makamı okunurdu, akşam da Segah okunurdu. Billassa bütün imamlar akşamları ayrıca Hicaz okurdu. Onun için şehre gelen halkın hemen hemen yüzde 70-80'ni makama kulağı aşinaydı. Bir insan eğer şehirde oturuyorsa, okunan ezanın makamına göre vaktin ne olduğunu rahatlıkla kestirebilirdi. Birde makamlar belli bir okuyuş gelenegine de sahipti. Mesela Diyarbakır'da makamlar Divan'la başlar, Seba ile biter. Divan'dan sonra Hüseyni icra edilir. Ondan sonra Uşak icra edilir, ondan sonra da Rast, Newroz okunur. Bu makam Diyarbekir'e has bir makamdır. Bir diğer has makam; İbrahimidir, bir de minare Uşak'ı. Bu buranın standartlarına göre varlık gösterir. Şimdi nasıl Tunceli'nin deyişleri varsa, başka yörelerin kendisine göre bir söyleyiş biçimi varsa, buranın da kendine göre icra edilen makamlarının belli uslubu vardır." Mevlithan Mustafa, Diyarbakır halk musiki geleneğinin 4 bin yıl öncesine kadar gittiğini iddia ediyor. Türk sanat müziği ile de bir alakasının olmadığını belirtiyor. "Türkler Diyarbekir'e Selçuklular dönemide yerleşmeye başlamışlar. Diyarbakır'da daha evvel, Kürtler vardır. Ermeniler vardır, Süryaniler vardır. Diyarbakır halk musikisi; Diyarbakır'ın gayri müslimlerinin yani Süryanilerin, Ermenilerin, Keldanilerin, Diyarbakır Kürtlerinin ortak malıdır. Bin yıllardan gelen kendi müzikleridir. Mesela, burda 'Beşir'i okunur, İstanbul buna 'Mahur' der. Burda 'Şirvanî' okunur, biz burda 'İbrahimî' dediğimize, başkaları 'Divan' diyorlar. 'Newvroz' okunur mesela burada. Bu hiçbir Türk musikisinde geçmez. Ama bu Diyarbakır'da bin yıldır okunuyor işte. Mesela Celal Güzelses bunun örneklerini vermiş. Mesela, 'ben şehidi ibadeyim'i okumuş." Musîki neden Kürtçe söylenmiyor ? Mevlithan Mustafa'ya mademki Diyarbakır halk musîki geleneğinin Türkçe ile bir alakası yok, neden Kürtçe değilde Türkçe icra edildiği şeklindeki sorumuza ise, biraz kızarak cevap veriyor. "Sen bir halkı, yaşadığı memleketten kovarsan, dağlara sürersen böyle olur. Ne eğitim, ne de bir kültür ortamının gelişmesine izin vermezsen sonuç böyle olur". Konu açmak için şöyle devam ediyor Mustafa; "Diyarbakır'ı yazanlar, Diyarbakır'ın dünyanın üç büyük metropolünde biri olarak tespit ediyorlar. Nüfusu 1700'lü yıllarda 100 binin üzerinde imiş. 1700'lü yıllara kadar Diyarbakır'da piyano çalınırmış. Diyarbakır'da 1500'lü yıllara kadar Kürtler yoğun bir şekilde yaşıyor. Yavuz Sultan Selim, Bıyıklı Mehmet Paşa ile Kürtlerin üzerine 100 bin kişilik asker gönderiyor, 40 bin askerde İdris-i Bitlis ile gönderiyor. Kürtleri böylece dağlara sürüyorlar. Kürtler o gündür bugündür. Yerleşik yaşama adepte olamadılar. Kürtler için 'şöyledirler böyledirler' diyorlar; ama kardeşim siz Kürtleri bırakmadınızki, onların eğitimine izin vermediniz ki... Sürekli kovdunuz dışarıya, sürekli dışladınız! Dışladınız. Dışardaki insanlar ne yapacak 'Apaçi' gibi oldular... Kültürünü bilmiyor, tanımıyor, onu niye suçlu buluyorsun suç sende. Aç bırakılmış, dışlanmış bir halk var. Oysa buralar Kürtlerin Süryanilerin, Ermenilerin, Yunanlıların bir arada yaşadığı bir şehirdir. 1950'li yıllara kadar Kürtler şehre çok nadir girerlermiş. Girenlerde şehrin ücra köşelerinde, Ali Paşa gibi yerlerde otururlarmış. Yaptığı işlerde katırcılıktı, kaçakçılıktı, çerçicilikti. Şimdi bu koşullar içinde Kürtçe olarak musiki nasıl gelişsin? Daha evvel buranın musikisi Ermenilerden kalma. Yani Türk sanat müziği Selçuklularla gelmiş buraya. Osmanlı etkisinde buraya gelmiş. Fakat Türk halk müziği yıllar önce, buranın halkının malıdır. Buradaki her evde ud vardı. Ud buranın milli müzik aletidir. Diyarbakır'ın entellektüel evlerinde bayanlar da ud çalardı. Diyarbakır'da yoksulluk diye bir şey yoktu. Her mahalle birbirlerini tanırdı. Burda insanlar çok mutluydu. Efendim aç kaldım sussuz kaldım diye bir şey yoktu. Burası bin yıllarca halkların ortak mekânı olmuş. 10 bin 15 bin Türk yaşamış, 30 bin Ermeni yaşamış. Fransız, İngiliz, yaşamış. Binlerce Kürt yaşamış. Kimse kimseyi vurmamış."
Kürdî makamını okuyanlar var Her şeye rağmen bu makamların Kürtçe'nin içinde de yer bulduğunu belirtiyor Mevlithan Mustafa. "Şiwan, Aram Dîkran, Qerapetê Xaço Hesan Cezrawî, ekseriyetle Kürdî makamını okuyorlar. Şimdi ben dilerdim ki bir tane de seba Kürtçe okusunlar. Ya da Segah makamını okusunlar, ekseriyetle okudukları makam Beyatî. Mesela Irak Kürtleri Seba, Beyati, Kürdî makamlar okurlar, Uşak okurlar. Fakat bizim Türkiye'de bu tarzda okuyan ben daha görmedim. İşte Seba olarak ben yeni yeni okuyorum. Şu an Divan okumaya çalışıyorum." Biz, Mevlithan Mustafa'ya, 2. Edebiyat Günleri'nde "Velme Gecesi" adı altında yapılan etkinliği hatırlatarak önümüzdeki dönemde yapılacak festivale ilişkin kimi öneri ve eleştirilerini de dinledik. Mevlithan Mustafa sitem ile şu ifadelerini kullanıyor: "Onlarca festival yaptılar hiçbir zaman bizi çağırmadılar. Biz Kürtçe de okuyoruz. Ben Silvan'da Kürtçe mevlit okudum Silvanlılar bayıldılar, gark oldular. Şimdi Kürtçe babamızın oyuncağı değil, gazete okur gibi okuyalım. Bunun bir uslubu adabı var. Ben Kürtçe Newroz makamını okudum, Sümbülü okudum. Seba'ya girdim içinde. Yani bizim Kürtçe'ye hakaret etmeye hakkımız yok arkadaş! Ben Kürtçe Fekîyê Teyran, Cîzîrî'nin, Batê'nin eserlerini okurum. Elime geçerse Cegerxwîn eserlerini de bu makamla okurum. Ama ben onu Hüzzam ile okurum. Hüseynî ile okurum. Seba ile okurum, Kürdü okurum. Bir tane Kürtçe eser okumuyorsunuz! Bilmem rock'mış... Ben Qarabetê Xaço'ya hayranım. Kürtçe kavga dili değil ki sadece. Her festivale bilen kişilerin davet edilmesi gerekir. Diyelim Kürtlerin bir Ehmedê Xanî'si var. Cegerxwin'i var. Bir gece onlara ayrılması lazım. Bunun yanında Diyarbakır'ın Türkçe müziği var. Bunların da yer bulması gerekir."
Musîki halkların ortak malıdır Türk sanat müziği ile Diyarbakır halk müziğinin kökeni hakkında kimi yorumlarda bulunuyor. "Türk sanat müziğinin ana temeli tekkelerdir. Hacı Arif Efendi işte Dede Efendi, Ziya Paşa ve daha yüzlerce üstat bestekârların ana temeli tekkedir. Yani tasavvuf müziğidir. Avrupa musikisinin ana temelide kiliselerdir. Bütün klasik batı müziği buradan beslenir. Ondan esinlenerek dışarıya taşmıştır." Ardından yine Diyarbakır'daki musiki ortamına dönüyor. "Eskiden Diyarbekir'de cuma akşamları minareler cıvıl cıvıldı; müezzinlerin sesleriyle bülbül gibi şakırdardı sanki. Müezzinler minareye çıkar beyitler okurlar, deyişler okurlar; en az her müezzin 10 makam bilirdi. Halk minarelerde musikiye çok aşina idi. Halkın yüzde 40'ı müzik bilirdi diyebilirim. En azından ne makam okunduğu bilinirdi. Çünkü Diyarbekir'de, beş vakit ezan beş ayrı makam üzerinden okunurdu. Mesela sabah ezanı Seba, öğle ezanı Hüseynî okunurdu, ikindi Rast veya Acem makamı okunurdu, akşam da Segah okunurdu. Billassa bütün imamlar akşamları ayrıca Hicaz okurdu. Onun için şehre gelen halkın hemen hemen yüzde 70-80'ni makama kulağı aşinaydı. Bir insan eğer şehirde oturuyorsa, okunan ezanın makamına göre vaktin ne olduğunu rahatlıkla kestirebilirdi. Birde makamlar belli bir okuyuş gelenegine de sahipti. Mesela Diyarbakır'da makamlar Divan'la başlar, Seba ile biter. Divan'dan sonra Hüseyni icra edilir. Ondan sonra Uşak icra edilir, ondan sonra da Rast, Newroz okunur. Bu makam Diyarbekir'e has bir makamdır. Bir diğer has makam; İbrahimidir, bir de minare Uşak'ı. Bu buranın standartlarına göre varlık gösterir. Şimdi nasıl Tunceli'nin deyişleri varsa, başka yörelerin kendisine göre bir söyleyiş biçimi varsa, buranın da kendine göre icra edilen makamlarının belli uslubu vardır." Mevlithan Mustafa, Diyarbakır halk musiki geleneğinin 4 bin yıl öncesine kadar gittiğini iddia ediyor. Türk sanat müziği ile de bir alakasının olmadığını belirtiyor. "Türkler Diyarbekir'e Selçuklular dönemide yerleşmeye başlamışlar. Diyarbakır'da daha evvel, Kürtler vardır. Ermeniler vardır, Süryaniler vardır. Diyarbakır halk musikisi; Diyarbakır'ın gayri müslimlerinin yani Süryanilerin, Ermenilerin, Keldanilerin, Diyarbakır Kürtlerinin ortak malıdır. Bin yıllardan gelen kendi müzikleridir. Mesela, burda 'Beşir'i okunur, İstanbul buna 'Mahur' der. Burda 'Şirvanî' okunur, biz burda 'İbrahimî' dediğimize, başkaları 'Divan' diyorlar. 'Newvroz' okunur mesela burada. Bu hiçbir Türk musikisinde geçmez. Ama bu Diyarbakır'da bin yıldır okunuyor işte. Mesela Celal Güzelses bunun örneklerini vermiş. Mesela, 'ben şehidi ibadeyim'i okumuş." Musîki neden Kürtçe söylenmiyor ? Mevlithan Mustafa'ya mademki Diyarbakır halk musîki geleneğinin Türkçe ile bir alakası yok, neden Kürtçe değilde Türkçe icra edildiği şeklindeki sorumuza ise, biraz kızarak cevap veriyor. "Sen bir halkı, yaşadığı memleketten kovarsan, dağlara sürersen böyle olur. Ne eğitim, ne de bir kültür ortamının gelişmesine izin vermezsen sonuç böyle olur". Konu açmak için şöyle devam ediyor Mustafa; "Diyarbakır'ı yazanlar, Diyarbakır'ın dünyanın üç büyük metropolünde biri olarak tespit ediyorlar. Nüfusu 1700'lü yıllarda 100 binin üzerinde imiş. 1700'lü yıllara kadar Diyarbakır'da piyano çalınırmış. Diyarbakır'da 1500'lü yıllara kadar Kürtler yoğun bir şekilde yaşıyor. Yavuz Sultan Selim, Bıyıklı Mehmet Paşa ile Kürtlerin üzerine 100 bin kişilik asker gönderiyor, 40 bin askerde İdris-i Bitlis ile gönderiyor. Kürtleri böylece dağlara sürüyorlar. Kürtler o gündür bugündür. Yerleşik yaşama adepte olamadılar. Kürtler için 'şöyledirler böyledirler' diyorlar; ama kardeşim siz Kürtleri bırakmadınızki, onların eğitimine izin vermediniz ki... Sürekli kovdunuz dışarıya, sürekli dışladınız! Dışladınız. Dışardaki insanlar ne yapacak 'Apaçi' gibi oldular... Kültürünü bilmiyor, tanımıyor, onu niye suçlu buluyorsun suç sende. Aç bırakılmış, dışlanmış bir halk var. Oysa buralar Kürtlerin Süryanilerin, Ermenilerin, Yunanlıların bir arada yaşadığı bir şehirdir. 1950'li yıllara kadar Kürtler şehre çok nadir girerlermiş. Girenlerde şehrin ücra köşelerinde, Ali Paşa gibi yerlerde otururlarmış. Yaptığı işlerde katırcılıktı, kaçakçılıktı, çerçicilikti. Şimdi bu koşullar içinde Kürtçe olarak musiki nasıl gelişsin? Daha evvel buranın musikisi Ermenilerden kalma. Yani Türk sanat müziği Selçuklularla gelmiş buraya. Osmanlı etkisinde buraya gelmiş. Fakat Türk halk müziği yıllar önce, buranın halkının malıdır. Buradaki her evde ud vardı. Ud buranın milli müzik aletidir. Diyarbakır'ın entellektüel evlerinde bayanlar da ud çalardı. Diyarbakır'da yoksulluk diye bir şey yoktu. Her mahalle birbirlerini tanırdı. Burda insanlar çok mutluydu. Efendim aç kaldım sussuz kaldım diye bir şey yoktu. Burası bin yıllarca halkların ortak mekânı olmuş. 10 bin 15 bin Türk yaşamış, 30 bin Ermeni yaşamış. Fransız, İngiliz, yaşamış. Binlerce Kürt yaşamış. Kimse kimseyi vurmamış."
Kürdî makamını okuyanlar var Her şeye rağmen bu makamların Kürtçe'nin içinde de yer bulduğunu belirtiyor Mevlithan Mustafa. "Şiwan, Aram Dîkran, Qerapetê Xaço Hesan Cezrawî, ekseriyetle Kürdî makamını okuyorlar. Şimdi ben dilerdim ki bir tane de seba Kürtçe okusunlar. Ya da Segah makamını okusunlar, ekseriyetle okudukları makam Beyatî. Mesela Irak Kürtleri Seba, Beyati, Kürdî makamlar okurlar, Uşak okurlar. Fakat bizim Türkiye'de bu tarzda okuyan ben daha görmedim. İşte Seba olarak ben yeni yeni okuyorum. Şu an Divan okumaya çalışıyorum." Biz, Mevlithan Mustafa'ya, 2. Edebiyat Günleri'nde "Velme Gecesi" adı altında yapılan etkinliği hatırlatarak önümüzdeki dönemde yapılacak festivale ilişkin kimi öneri ve eleştirilerini de dinledik. Mevlithan Mustafa sitem ile şu ifadelerini kullanıyor: "Onlarca festival yaptılar hiçbir zaman bizi çağırmadılar. Biz Kürtçe de okuyoruz. Ben Silvan'da Kürtçe mevlit okudum Silvanlılar bayıldılar, gark oldular. Şimdi Kürtçe babamızın oyuncağı değil, gazete okur gibi okuyalım. Bunun bir uslubu adabı var. Ben Kürtçe Newroz makamını okudum, Sümbülü okudum. Seba'ya girdim içinde. Yani bizim Kürtçe'ye hakaret etmeye hakkımız yok arkadaş! Ben Kürtçe Fekîyê Teyran, Cîzîrî'nin, Batê'nin eserlerini okurum. Elime geçerse Cegerxwîn eserlerini de bu makamla okurum. Ama ben onu Hüzzam ile okurum. Hüseynî ile okurum. Seba ile okurum, Kürdü okurum. Bir tane Kürtçe eser okumuyorsunuz! Bilmem rock'mış... Ben Qarabetê Xaço'ya hayranım. Kürtçe kavga dili değil ki sadece. Her festivale bilen kişilerin davet edilmesi gerekir. Diyelim Kürtlerin bir Ehmedê Xanî'si var. Cegerxwin'i var. Bir gece onlara ayrılması lazım. Bunun yanında Diyarbakır'ın Türkçe müziği var. Bunların da yer bulması gerekir."
Evrensel'i Takip Et