3 Ocak 2005 23:00

OHAL Valisi Erkan,
   Meclis Komisyonu'nu engelledi

Tunceli merkeze bağlı Gökçek köyü Mirik mezrasına on yıl önce düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 13 köylüden bir daha haber alınamadı. CHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya, iyi bir araştırma ile köylülerin kemiklerinin bulunacağını söyledi. Kayıpları Meclis gündemine taşıyan ve bir komisyon oluşturulmasını sağlayan Yerlikaya; ancak dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan tarafından inceleme yapılmasının engellendiğini dile getirdi. Diyarbakır Kulp'ta bulunan toplu mezar, gözleri; Tunceli'deki kayıpları çevirdi. Tunceli merkeze bağlı Gökçek köyü Mirik mezrasına 17 Eylül 1994 tarihinde düzenlenen operasyon sırasında gözaltına alınan 13 köylülün izine bir daha rastlanmadı. CHP Tunceli Milletvekilli Sinan Yerlikaya, 1994'te başlatılan operasyonlar nedeniyle önce köylerin ve ormanların yakılıp, yıkıldığını ardından gıda amborgosunun uygulandığını hatırlattı.

Çillerle görüşen 4 muhtar öldürüldü Bütün bu sıkıntıları anlatmak için bazı muhtarların Ankara'ya geldiğini, kendisinin dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile görüşmelerini sağladığını kaydeden Yerlikaya, daha sonra bu muhtarlardan dördünün ölü olarak bulunduğunu belirterek, "Yakınlarının deyimlerine göre bunları güvenlik güçleri aldı, birkaç gün sonra da ölülerine rastlandı" dedi. Gökçek köyü Mirik mezrasının birkaç hanelik bir mezra olduğunu, o dönem kaybedilen köylülerin hâlâ bulunamadığını anlatan Yerlikaya, operasyonların o sıcak zamanında, 13 köylünün birden bire kaybolduğunu belirterek, "Kaybolan ailenin askerde olan çocuğu bile cenazeleri bulmak için mezrasına gidiyor. 'Gitme, tehlikeli' falan diyorlar.. Nitekim çocuk da vuruldu. Sonra cenazesi bulundu" diye anlattı. Kaybedilenler arasında 3 yaşındaki çocuktan, 70 yaşındaki dedeye kadar insanların olduğunu dile getiren Yerlikaya, kaybedilmenin ardından konuyu Meclis gündemine taşıdığını da hatırlattı.

Almanlar gitti, komisyon gidemedi Dönemin Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a sorunları anlatıp, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun bölgeye heyet göndermesini istediğini aktaran Yerlikaya, oluşturulan beş kişilik Komisyon'un bugüne kadar bölgeye gidemediğinin altını çizerek şunları anlattı; "Komisyon 1994 yılının Ekim ayında kurulduğu halde, OHAL Valisi Ünal Erkan tarafından bir türlü yöreye götürtülmedi. Bunlar her defasında yöreye gitmek isterken 'yollar müsait mi, durum uygun mu' falan diye -oysa hiç gerek yoktu- sordu. Erkan da 'sizin güvenliğinizi biz sağlayamayız. Operasyon var, şu var; bu var' diye bin türlü gerekçe ile Komisyon'un yöreye gitmesine engel oldu. Komisyon bugün olmuş hâlâ giremedi. Alman Yeşiller Partisi, Almanya'dan heyetler geldi, çeşitli demokratik kitle örgütleri gitti, bizler gittik. Yakılmanın ikinci, üçüncü günü ben gittim yöreye. Yakılmanın fotoğraflarını çekmiştim, hâlâ dumanlar kalkıyordu. Biz gidip inceleme yaptığımız halde komisyon gitmedi." Dönemin Başbakanı Tansul Çiller ile Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın'ın bölgeye gittiklerini, ancak yüzeysel bir gidiş olduğunu aktaran Yerlikaya, "OHAL'in uygulandığı her yerde bu tür kaybolmaların, bu tür toplu infazların, toplu kayıpların olduğu bir gerçektir. 3 bin-4 bin faili meçhul cinayet, bunların içinde kaynadı gitti. Ne cesetlerini bulabildik, ne de olayın gerçek yüzünü ortaya çıkarabildik" diye yakındı.

Ağar'ın rolü Karayalçın başkanlığındaki SHP'nin DYP ile koalisyonda olduğunu, ancak SHP'nin iktidarın küçük ortağı olduğunu savunan Yerlikaya, İçişleri Bakanlığı, ilgili asayiş jandarma ve güvenlik güçlerinin DYP'den, dönemin Emniyet Genel Müdürü'nün de Mehmet Ağar olduğunu anlattı. Bu kaybolmaların Ağar'ın "bin operasyon"u içinde olduğunu belirten Yerlikaya, "Hem mezralarda, hem köylerde büyük operasyonlar vardı. Bu operasyonların çoğu da yasal olmayan, insan hak ve hukukuna aykırı şeylerdi. Buyrun bu kayıpların devlet gelsin hesabını versin. Ne oldu bunlar. Birden bire sır mı oldular. Yaşasalar belli... Toplu intihar edecek halleri yok. Dağlar taşlar asker dolu. Bolu ve Kayseri'den tugay bu işleri yürütüyor. Sırf Tunceli askeri de değil. Böyle bir operasyonda 13 kişinin kaybının hesabı belli" diye konuştu.

'Yeniden araştırılsın' Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun bölgeye heyet göndermesini, yakınları ile görüşmeler yapılıp, olayın incelenmesini isteyen Yerlikaya, "Aramalar sonucu, mutlaka kemiklerine rastlanacaktır. Ben bunların o civarda öldürülüp, o civara defnedildiklerini büyük bir kuvvetle tahmin ediyorum" dedi.


Kayıplar için komisyon kurulmalı Cem Emir Tunceli'deki siyasi parti ve kitle örgütleri, 'Mirik Kayıpları'nın araştırılması için komisyon kurulması gerektiğini ifade ettiler. Emeğin Partisi (EMEP) Tunceli İl Başkanı Hüseyin Tunç, 90'lı yıllarda bölgede yüzlerce faili meçhul cinayetin işlendiğini ve neredeyse bütün insanların fiili ve psikolojik işkenceye maruz kaldığını hatırlattı. Bu tür uygulamaların günümüzde de sürdüğüne dikkat çeken Tunç, "Geçtiğimiz günlerde bir ordu yetkilisi muhtarlarla toplantı yaparak tehditler savuruyor. Bu ilin yüzde 80'i bölücülere destek veriyor diyor. Başınızı ezerim diyor. Yani halk üzerindeki baskılar devam ediyor" dedi. Baskılara son verilmesini isteyen Tunç, bir komisyon oluşturarak Mirik ve diğer kayıpları araştıracaklarını söyledi.

Kamuoyu rahatsız Kayıpların ortaya çıkarılmamasının kamuoyu vicdanını rahatsız ettiğini ifade eden DEHAP Tunceli İl Başkanı İsmail Kasun ise, "İHD'nin kuracağı bir komisyonun içinde buradaki siyasi parti ve kitle örgütü temsilcilerinin de yer alacağı bir komisyon kurulmalı, olayın aydınlatılması için çalışmalarını sürdürmelidir" diye konuştu. CHP Tunceli İl Başkanı Hasan Güneş de, 7 köylünün kaybolmasından sonra Tunceli halkının tedirgin olduğunu kaydetti. Herkesin olayın takipçisi olması gerektiğini belirten Güneş, "Tüm siyasi parti ve kitle örgütleriyle birlikte bu olayın üstüne gidilmelidir" dedi. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nun olay yerinde araştırma yapması için kamuoyu oluşturulması gerektiğini anlatan Tunceli Barosu Başkanı Bülent Taş, ilde de bir komisyon kurulmasını önerdi. Taş, "Demokrasi Platformu'ndan seçilecek 3-4 kişi, acil olarak olay yerini incelemeli, bulguları araştırmalı ve dönemin tanıklarıyla konuşmalıdır" diye konuştu.


KAYIPLAR ON YIL ÖNCE MECLİS'TEYDİ 17 Eylül'teki kayıpların ardından, 6 Ekim 1994'de Meclis kürsüsünde sorunu dile getiren Yerlikaya'nın ifadeleri özetle şöyle; "Bugün Tunceli'de insanlar kayboluyor, ormanlar yakılıyor, köyler yakılıyor. Bölgeye gıda ambargosu uygulanıyor, insanlar köylerinden göçe zorlanıyor...Nitekim Tunceli Merkez-Gökçe köyü Mirik mezrasında 9 (13'e çıktı) vatandaşımız kaybolmuştur ve bugüne kadar tüm başvurularımıza rağmen akıbetlerinden haber alınamamıştır. Yakma işlemleri, gündüz ve halkın gözleri önünde cereyan ettiği için yakanlar biliniyor ve üzülerek söylemek istiyorum, bunlar güvenlik güçleridir." "...Burada devlet, anayasal açıdan vatandaşlarını 'kanun hakimiyeti kuralı' gereğince korumakla mükelleftir. Diğer bir ifadeyle, devlet terörle mücadele ederken, insan hak ve hürriyetlerini ihlal etmekten de kaçınmak zorundadır... Devletin, insan haklarını ihlal ederek köyleri yakması, insanları göçe zorlaması, bölgeye gıda ambargosu koyması, ormanları yakarak doğayı tahrip etmesi terör değil midir?" src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Alemdaroğlu'nın ardından
    İÜ rektörünü seçiyor Uğraş Vatandaş

Sunu Türkiye'de ilk akla gelen üniversitelerden birisidir İstanbul Üniversitesi (İÜ). Son 7 senedir İÜ, birçok kez rektörü Kemal Alemdaroğlu ile gündeme geldi. Alemdaroğlu, rektörlüğü döneminde infialden, 'ideolojik halay' gerekçesiyle öğrencilere soruşturma açılmasına kadar birçok uygulaması ile tartışıldı. YÖK'ün isteği üzerine Alemdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı tarafından görevinden alınmasının ardından rektörlüğe vekilen atanan Tankut Centel ile 7 Ocak'ta rektörlük seçimlerine gidiyor İÜ. 1278'i profösör, 530'u doçent, 426'sı yardımcı doçent oyu olmak üzere toplam 2 bin 234 oyun kullanılacağı rektörlük seçimleri için adaylar çalışmalarını hızlandırdı. 8 adayın çıktığı seçimler öncesinde adayların görüşlerini aktarıyoruz.


Dinamikleri harekete geçiren
     bir sistem düşünüyorum İstanbul Üniversitesi (İÜ) rektörlük seçimleri için adaylığını açıklayan Fen Fakültesi Fizik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gediz Akdeniz, İÜ'de bir süredir iç dinamikleri oluşturan 2-3 kişilik bilim dallarının görmezden gelinmesinin sıkıntı yarattığını belirterek üniversitenin tüm dinamiklerinin önemli olduğunu ve farklılıkların kendi iç dinamiklerini yaratarak üniversiteyi geliştireceğini söyledi. Prof. Dr. Gediz Akdeniz sorularımızı cevapladı. İÜ'yü nasıl gözlemlediniz? Sorunları nelerdir? Üniversitenin kendi özellikleri ve iç yapıları ile yeni bir model arayışına uygun olduğunu görüyorum. Son yıllarda dünyada ve Türkiye'deki yeni model arayışı İÜ'de de yaşanıyor. Tarihi, ekonomisi, öğrenci sayısı gibi özellikleri göz önüne alınarak eğitim kurumuna, modernite anlayışının yüklediği doğrusalcı, normalleştirici ve küreselleştirici modellerin uygulanamayacağını görüyorum. Ben, bu dinamikleri harekete geçiren bir sistem düşünüyorum İÜ için. Bunun üzerine çeşitli çalışmalar yapıyorum. Yapılması gerekenler nelerdir? Üniversiteye farklı bir model uygulayacağım. Bu modeli üniversiteye uygulamak için yapının tüm dinamiklerinin önemli olduğunu kabul etmek lazım. Bu modelin işletilebilmesi için hiçbir bilim dalının ve dinamik yapının birbiri ile 'daha önemli veya önemsiz', 'daha az yada büyük' gibi ayrımlara sokulmaması gerekiyor. Bilim ve düşünce anlayışı olarak da bu tür farklılıkların korunması lazım. Farklılıklar kendi iç dinamiklerini yaratarak o üniversitenin zaten gelişmesini sağlayacaklardır. Ama bunu her üniversitede yapamazsınız. İÜ'nün yapısındaki bir üniversitede yapılır, zenginliği ve özelliği olan bir üniversiteden bahsediyorum. Kendi iç dinamiklerinizi koruyamazsanız, bazılarını yok sayarsanız bu model çalışmaz. Bizim üniversitemizde de bu hatalar yapılıyor. Uzun zamandan beri yönetimler Tıp'tan olduğu için sayı ve genel girdiye göre, yapılan işin dinamiğine değilde potansiyeline göre karar veriliyor. Aynı dinamiklerin aynı özellikleri ve aynı öncelikleri olduğu kabul edilecek. 200 kişilik bir birimde 2 kişiden oluşan birim de çok önemli. Ne yaptı Tıpçı arkadaşlar, küçük sayıdaki birimleri önemsememeye, onların yaşamak için çabalarını desteklememeye başladılar. Böyle bir düşünce alışkanlığı oldu İÜ'de. Ben bu düşünce alışkanlığını değiştirmeye çalışacağım. Küçük denilen birimlerde olur gerçek değişim dönüşüm. Dayatılan, normalleştirilen, doğrusallaştırılan yapılarda değil gerçek devrimsel değişim dönüşümler ancak bu yapılarda olabilir. Modeliniz ne gibi yenilikler getirecek üniversiteye? Modelle iç dinamiklerin çoğaltılması için çalışacağım. Küçük olduğu için kapatılan anabilim dallarının açılmasını, araştırma fonlarının bu iç dinamiklerce de kullanılmasını sağlayacağım. Bu modeli uygularsan o zaman YÖK'ün puanlama sistemine de hiç gerek kalmıyor. Çünkü böyle bir yapıda puanlama sisteminin gereksiz olduğunu düşünüyorum. Birimlerin gerçek değişim ve dönüşümünü bu modelleme içerisinde öngöremez ve hakkında karar veremezsiniz. Öyle bir anda üniversitede değişime dönüşüme neden olur ki bu iki kişilik anabilim dalının yarattığı dinamik, üniversitenin bütün düzenini değiştirir. Bu çok önemli. Mevcut üniversite anlayışı modelinizle değişir mi? Uzun zamandır üniversiteler küresel, global McDonalds'lar oldular. Gelen malzeme ve çıkan malzeme belli, yalnız çalışanları farklı. Global McDonalds tipindeler. Bizim, İÜ'nün farklı bir duruşta durmasını sağlamamız lazım. Bu modellemenin bunu sağlayacağını düşünüyorum. Tabii ki katılımcı, demokratik bir yönetimle. İÜ'den Alemdaroğlu döneminde birçok öğretim üyesi ayrıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Dünyada bütün büyük üniversitelerden ayrılmalar olmuştur. İÜ'den ayrılanlar kendi çalışma ortamlarının daha iyi olacağını, maddi bakımdan daha iyi yaşayacaklarını düşünerek başka eğitim kurumlarına gitmişlerdir. Sorun burada gidenlerde değil. Bu bir sürkilasyondur. Dinamikleri harekete geçirirsek kayıplar geri kazanılabilir. Girişe çok dikkat etmemiz lazım. Hiçbir zaman dayatmacı konuma düşmemek gerekir. Çok renkliliği koruyarak bu girişi sağlamalıyız. Girişte tek renkli davranırsan, zaten kayıpların da var, o zaman çökersin. YÖK'ün verdiği rektörlük yetkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Benim uygulamak istediğim modelle rektörün yetkisi kalmıyor zaten. Dinamiklerin korunması ve koordinasyonu sağlamakla görevlidir rektör. Dinamiklerin renklenmesini, çoğalmasını ve küçüklerin yaşamasını sağlayacak çalışmalar yapacak rektör. Ben YÖK'ün üniversiteye müdahalesine karşıyım. İÜ'ye müdahalesine tamamen karşıyım. 500 senelik üniversiteye 10 senelik komitenin yön vermeye çalışması bilimsel olarak doğru değil. İÜ bu tip kurulların, tartışmaların ve çalışmaların sonucunda kurulmuştur. 12 Eylül'den sonra bir gecede bir sürü üniversite kuruludu, İÜ böyle bir üniversite değil ki. Savaşlar görmüş, eğitimine ara vermiş bir üniversite İÜ. İÜ'nün Deniz Gezmiş'i vardır. Böyle bir üniversiteyle, emirle kurulan üniversitelere aynı yöntemleri uygulayamazsınız. İÜ'nün bilimsel stratejisi ne olmalıdır? Bilimin ve eğitimin küreselleşme programları var. Bunlara çok dikkat etmek gerekiyor. 'Yaşasın bilim' adı altında batının hakimiyetini, hegomanyasını içeren programlar bizim gibi ülkelerde uygulanmıştır. Batı'nın yaptığı teknolojk gelişmeleri 'harika' diye gençlere sunarsanız, gençler iki gün sonra teslim olur, bağlılık duyarlar. Bunları dikkate alarak oluşturmak gerekmekte. Rektör adayları da bu konulara dikkat etmeli ve incelemer yapmalılar. Yönetim anlayışı esaslarınız nelerdir? Ben 68 kuşağının öğrencisiyim. 68 hareketi İÜ'de, eğitim programlarının tekrar düzenlenmesi, öğrenci öğretmen ilişkilerinin yenilenmesi gibi müthiş değişimler yaratmıştır. Bende kuşağın öğrencisi olarak üniversiteye polis sokarsam, öğrencileri cezalandırırsam kendimi inkâr etmiş olurum. Öğrencilerin konuşması, çalışması engellenmemeli. Üniversite yönetiminde öğretim üyelerinin, öğrencilerin muhakkak söz hakkı olacak. Kendi güvenliğimizi sağlayacağız ama hiçbir zaman üniversiteye polisi sokmayacağız. İçeride polis dolaşmayacak. Yönetim anlayışında da küçük bilim dallarının zenginliğine inanarak oradan gelen istekleri önemsemek çok önemli. Bu üniversitenin bütün öğretim üyelerinin olumlu düşündüğünü, zarar vermemek istediğini biliyorum. Kendi öğretim üyemize inanmazsak hiçbir sorun çözülmez.


Gediz Akdeniz KİMDİR? 4 Şubat 1947'de İstanbul'da doğan Gediz Akdeniz evli ve iki çocuk babası. Gedikpaşa Ortaokulu ve Vefa Lisesi'ni bitirdi. Prof. Dr. Fikret Kortel'in yanında İÜ Fizik Bölümü Teorik Fizik Kürsüsü'nde 1971 yılında asistan, 1987'de fizik profesörü oldu. Halen Fen Fakültesi Fizik Bölümü Başkanı olan Akdeniz, Fizik Bölümü'nde, Kuvantum Fiziği ve Parçacık Fiziği, Felsefe Bölümü'nde Çağdaş Fizik Tarihi ve Çağdaş Fizik Felsefesi dersleri veriyor. Parçacık fiziği, kozmoloji, kuvantum alanlar teorisi, non-lineer sistemler konularında yayımlanmış çok sayıda bilimsel makalesi var. ICTP Associate üyeliği (1980), TÜBİTAK Bilim Teşvik (1985), Uluslararası İnsanlık Birliği Altın Karakter (1998), Balkan Fizik Birliği Onur üyeliği (1998) ödüllerini alan Akdeniz, İngilizce ve İtalyanca biliyor.


YÖK'ÜN ADAMI DEĞİLİM

Prof. Dr. Yavuz Alangoya (Hukuk Fakültesi) YÖK ve üniversite dikkate alındığında bilimsel üretimin yoğunlaştırılıp halkın hizmetine sunulması, nitelikli gençlerin yetiştirilmesi olanaklı olmuyor. YÖK demokratik bir yapıya sahip değil ve merkeziyetçi bir anlayış getirdi üniversitelere. Tek bir kişiye bu kadar yetki verilmesi yanlıştır. Her bir birim kendi sorununu tesbit eder, proje hazırlar ve rektörle birlikte koordinasyon kurar. Benim için YÖK'ün adamı diyorlar. Ben bunu kabul etmiyorum. YÖK yetkilileri benim yakın arkadaşlarım.


YILDIZ ÜNİVERSİTE

Prof. Dr. Kemal Kurtuluş (İşletme Fakültesi) Geliştirdiğimiz 'sistem modeli' çerçevesinde kişisel ilişkiler ağırlıklı geleneksel yönetim anlayışından farklı bir yöntem ile diğer üniversitelerden farklılaşan, değişime öncülük eden, onlara model olabilecek, dünya standartlarında bir yıldız üniversite için adayım. İletişime açık, şeffaf, barış ve huzur ortamı içinde, dünya ölçeğinde hak ettiği konuma ulaşmış bir üniversite için uğraşacağım. Geleceğe yönelik bir modelleme uygulayacağım.


YAZ OKULLARI ÜCRETLENDİRİLMELİ

Prof. Dr. Seyfettin Uludağ (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi) Yetkileri paylaşan bir rektör olacağım. Çeşitli birimlere bütçe imkânları tanıyacağım. Dekan ve yönetim seçimi için hiçbir aday göstermeyeceğim, oylamalara karışmayacağım. Her planlanan eylemin içinde yer alacağım. Araştırma fonu olanaklarını artıracağım. Sosyal alanlara da fon ayrılmalı. Kontenjanlar yetiştirilen insanlara göre belirlenecek. Her birime özgü kriterler olmalı ve karar verilmeli. Tek tip sınav uygulaması yapılmalı, yaz okulunu ücretlendirmeliyiz. Eleştiriye açığım.


İÜ ŞİŞMANLADI

Prof. Dr. Mesut Parlak (İstanbul Tıp Fakültesi) Katılımcı, şeffaf bir üniversite modeli vaad ediyorum. YÖK'ün rektörlere verdiği padişahlık yetkisini kullanmayacağım. Sevginin hakim olduğu üniversite olacak. İÜ'de eğitsel ve fiziksel altyapı kötü durumdadır. TÜSİAD'la, TOBB'la, kitle örgütleri ile işbirliği yapacağız. İÜ'nün bütçesi belirleneceğinde gidip oralarda tartışacağız. Araştırmalar daha kısa bir süreye çekilecek. İÜ şişmanladı, sağlıklı büyümedi. Sağlık sorunları var. İÜ'yü çok iyi tanıyorum. Birikimimle bu sorunları aşacağız.


KAYNAKLAR DÜZENLENECEK

Prof. Dr. Nur Serter (Eski Rektör Yardımcısı) Kısa, orta ve uzun vadeli master planları yapılmalıdır. Bu master planı, birlikte oluşturulacak bir plandır. Plan, kaynakların düzenlenmesi için kullanılacak. Eğitim programı ve eğitim metodolojisini ayarlayıp 4 sene içinde bu hedefe yürüyebiliriz. İÜ'nün sivil toplumla birleşmesi gerekir. Bütün kampüslerde kampüs yönetim birimleri oluşturulacak. Öğrenci merkezli eğitim anlayışı devreye sokulacaktır. İlkeli ve kararlı olacağız. Hukuka saygılı ve adaleti sağlayan bir rektör olacağım. İÜ'nün bütün sorunlarını biliyorum. Yeniliklere açık, eleştiriye açık, ulusal çıkarları gözeten çağdaş bir yönetici adayıyım.


KUVVETTEN UZAKLAŞILMALI

Prof. Dr. Hasan Yazıcı (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi) İÜ'de aşırı merkeziyetçilik var. Kuvvetten uzaklaşılmasını istiyoruz. Kuvvet kötülüğü doğuruyor. Rektörün uğraşı, belirgin niteliği katılımcı olan bir uygulamada öğretim üyesi, öğrenci ve diğer üniversite çalışanlarının birbirleriyle barışık, görev ve yetkilerinin bilinci içinde çalışacakları bir ortam yaratmak olmalıdır. Rektörlük, bir günlük karar organı olarak düşünülmemeli, bunun yerine yansız ve etkili bir eşgüdüm ve denetim organı görevini üstlenmelidir.


YERİNDEN YÖNETİLMELİ

Prof. Dr. Faruk Erzengin (İstanbul Tıp Fakültesi) İÜ'nün partiler üstü olması, kimseyle kavgalı olmaması gerekiyor. Ben katılımcı bir yönetimden yanayım. Dekanlara ve idarecilere kurumların tüzel haklarını vermek temel prensibim olacak. Tüm yetkilerin rektörlükte toplanmasının sakıncalarını tecrübelerimle yaşadığım için böyle bir uygulamaya izin vermeyeceğim. Yerinden yönetim daha verimli olacaktır. Rektör sadece denetleyici olmalı. Giden öğretim üyelerinin yeniden gelmesi için, kaybolan değerlerimizi kazanmak için elimden geleni yapacağım. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön