31 Aralık 2004 22:00

'2005 faizin yılı olacak'

Doç. Dr. Aziz Konukman 2005 yılı bütçesini değerlendirdi.

Paylaş
2005 yılı bütçesi Meclis'te bir ayı aşkın görüşmenin ardından kabul edilirken, "batı cephesinde değişen bir şey olmadığı" bütçenin yine faizci ve rantiyeci için hazırlandığı da görüldü. Bütçenin aslında sınıfsal içeriği olan, bölüşümün kimler için yapıldığını gösteren belge olduğunu kaydeden, Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Aziz Konukman, hükümetin 2005 yılını da faize endekslediğini vurguladı. Bütçe gerçek ifadesi ile nedir? Bütçe toplumun iki önemli kesimini, işçi ve emekçiler ile ikincisi üreticileri çok yakından ilgilendiriyor. Zaten bütçe, sınıflar arasında kamusal kaynakların nasıl dağıtılacağını belirleyen, teknik olduğu kadar sınıfsal içeriği olan bir platform. Çünkü harcamaların kime nasıl yapılacağını ve harcamaların finansmanının kimler tarafından nasıl yapıldığını gösteriyor. Bölüşümün nasıl yapılacağı personel kaleminde gözüküyor. Bu yönüyle bakıldığında, bu bir hükümet görüşü. Siyasal otorite ve memur sendikaları ile belirlenmesi gerekiyor. Batılı kapitalistlerde bu böyle. Orada hükümetler, sendikalarla oturup, bu rakamları belirliyor. Bizde böyle bir durum yok tabii. Bizde bir parametre daha var, o da IMF. Masada oturan taraflar diyelim ki memur sendikaları ve hükümet temsilcileri. Ancak rakamları bunlar belirlemiyor. Perdenin arkasında IMF ve IMF'nin tespit ettiği kamu bürokrasisi var. Kamu bürokrasisi IMF'yi arkasına aldığı, grev, toplu sözleşme boyutu da olmadığı için sendikaların bir yaptırım gücü de yok. Eskiden siyasi otorite kimseye sormadan belirliyordu. Şimdi siyasi otorite yine belirliyor ancak, bu kez IMF'ye sorarak. 'Sendikaların ne işi var orada' derseniz, büyük bir katkı sunamıyorlar, çünkü toplugörüşme sendikalara bu gücü, bu yetkiyi vermiyor. Asgari ücrette de böyle. Orada işçi temsilcisi olan Türk-İş'in hiçbir etkisi yok. DİE'nin rakamları 1999'dan bu yana dikkate alınmıyor. DİE adeta işlevsiz hale getiriliyor. Türkiye sınıfsal bölüşüm ilişkilerinin önceden tayin edildiği, oyunun sonuçlarının belli olduğu bir manzara ile karşı karşıya. Bakıyoruz öngörülen artışlar son derece sınırlı. AKP 'biz kamu eliyle değil, özel sektör eliyle büyüme yaratmak istiyoruz' diyor... Bütçe onu söylüyor zaten. Çünkü kamunun küçülmesi bu demek. Hem bütçeye, hem Katılım Öncesi Ekonomik Programa (KEP) bakın, yüzde 5 nasıl büyüyecek ekonomi. Yüzde 5 büyümeyi şuna bırakıyor; 'sıcak para ve doğrudan yabancı sermaye gelecek'. Projeksiyona bakın; Türkiye'ye 1-1.5 milyar dolar yabancı sermaye gelirken, önümüzdeki üç yıl için 15 milyar dolar bekleniyor. 15 yılın rakamı, 16 milyar dolar. Yani 15 yılda, 16 milyar dolar bir fiili giriş olmuş, siz üç yılda 15 milyar dolar bekliyorsunuz. Büyük bir ihtimalle, 'AB tarih verecek, müzakere tarihi alınacak, yabancı sermaye yağacak' anlayışıyla hazırlanmış, başka bir izahı yok. Dolayısıyla, yüzde 5'lik büyüme bile iki parametreye bağlı. Sıcak para, doğrudan yabancı sermaye. Eğer bunlarda beklenen olmazsa, bırakın yüzde 5 büyümeyi, belki bir ekonomik kriz bile olabilir.Çünkü sıcak paranın geri dönüşü demek, ekonominin büyümesinin durması demek. İşte görüyorsunuz bir develüasyon; sıcak para 'allahaısmarladık' diyor. Doğrudan yabancı sermaye de gelmiyor, beklentilere uymuyor; 1,5 - 1 milyar dolar, 200 milyar dolar milli geliri olan bir ülkede 1 milyar dolar nedir ki? Türk sermayesi, Romanya, Bulgaristan peşinde. Yani, yeni istihdam yaratan fabrikalar kurmuyor. Çünkü yapıyor olsaydı, istihdama yansırdı. Dolayısıyla, gözünün dışarıda olduğu bir yerde, mevzuatı değiştirdik, liberalize ettik gibi anlayışlarla yabancı sermayenin gelmesini beklemek ham hayaldir ve bu bütçe ile bu bütçenin arkasındaki üç yıllık KEP ve niyet mektubu bu senaryo üzerine oturmuş ve dolayısıyla burada kamu yatırımlarından ve büyümeden elini çekecek, yerini özel sektör ya da yabancı sermaye dolduracak. Bu tahminleri doğrulayacak gelişmeler yok. Doğrudan yabancı sermayenin gelmesi büyüme, istihdam demek mi? İşte zaten problem orada. Yani yüzde 5'lik büyüme rakamı da bu anlamda kof çıkabilir. Ama sıcak para gelirse olur. O zaman cari işlemler yine tekrar açılır ve sistem kör topal yürür. Bana ait olmayan parayla ben büyüyeceğim, bu mümkün değil. Kalkınmanın böyle sağlandığına dair hiçbir tarihsel deneyim yok. Üstelik 2005 bütçesi reel olarak aynı kalacak. Ama nüfus artıyor, kamu hizmeti talebi artıyor, fakat siz reel olarak aynı bütçeyle ekonomiyi yöneteceksiniz. 2007'de 'denk bütçe' yapacaklarını söylüyorlar... Denk bütçe demek, halka dönüp 'sen artık hizmetleri unut' demek. Denkliği sağlamak için eğitimi kes, sağlığı kes... Zaten proje de bu. Artık bu hükümet doğrudan vergilerle yol alacağına inanmıyor. Ama dolaylı verginin de bir sınırı var. Yüzde 70'lere vardı. Çok fazla taşıyamayacak. Peki, dolaylı vergileri yüzde 90 yapamayacağına göre, geriye ne kaldı? Nitekim KDV indirimi de bundan. Daha fazla yukarıya çekmek mümkün değil. Vergi iadesi sisteminde, iadelerin miktarı düşük ve yıllık olursa vatandaş KDV pazarlığı yapıyor. Fiş alma alışkanlıkları ilk dönemdeki hızını kaybetti. Dolayısıyla vergi iadesinde aylığa dönülmediği, cazip hale getirilmediği sürece vatandaşın KDV'li indirime alışması ya da ondan bir kazanç sağlaması mümkün değil. İkincisi, 'vergi hasılatının artacağına inanıyoruz, sürümden kazanacağız' diyor. Vergi oranlarını düşürerek hasılat artırma tezleri çürüdü artık. Türkiye bunun hiç de öyle olmadığını Özal döneminde yaşayarak gördü. O tarihte kurumlar vergisini düşürdüler, istisnalar, muafiyet verdiler. Buna rağmen, tam tersi oldu; hasılat azaldı ve vergi alma yerine borçlanma politikası tercih edildi. Vergiler azalınca borçlanmaya başladılar. İkincisi gelirler vergisinin en üst diliminde düşüş yaptılar. Yüksek ücretliler bundan yararlanacak. Ancak, emekçilere bir faydası olmayacak. Bütçenin gelir izahnamesinde bu türden bir değişiklik yapılacağı öngörülmemesine rağmen, bütçe görüşmelerinin son gününde yeni bir vergi düzenlemesi gündeme getirilmesi, bütçenin saydamlığı ve samimiyet ilkesi açısından da düşündürücü bir tutumdur. Bunun tartışılacağı yer bütçe olmalıydı. Değişen bir şey olmadığını söylediniz aslında. Ama, sokaktaki insanın, emekçinin cebini nasıl etkileyecek bu "yeni" bütçe? Personele ayrılan rakama baktığımızda bir gördük ki, büyümeden refah payı vermeyen bir bütçe. Gerekçesi hazır, faiz dışı fazla yaratmak zorundayım. 'Benden hizmet ve benzeri şeyler beklemeyin', diyor. O yüzden de toplusözleşmeli bir sistemi savunmuyor hükümet. Reel olarak, bütçenin aynı kaldığı bir yerde, emekçiye bir şey beklemeyelim. Eğitim, sağlık ve benzeri hizmetlerdeki erozyon, hem emekçiyi hem geniş halk yığınlarını vuracak. Uzun dönemde büyüme bundan olumsuz etkilenir. Eğitim ve sağlığa yatırım yapmayan ekonomiler, geleceğini yiyor demektir, uzun dönemde çok ciddi kayıplar olacaktır.


BÜTÇE SINIFSAL BÖLÜŞÜMÜ GÖSTERİYOR Bütçeyi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizim bütçemiz faiz dışı fazlaya o kadar kilitlendi ki, memuruna, kamu hizmeti olacak kaynaklara da az pay ayırıyor. Bütçenin milli gelir içindeki payı, yüzde 32.4. İyi bir rakammış gibi görünüyor, ancak hizmet olarak ne gidiyor ona bakmak gerekiyor. Reel kamu harcamaları şu şekilde hesaplanıyor: Ya transfer harcamaları normal bütçe harcamalarından düşülüyor, ya da faiz harcamaları düşülüyor. İkisi de bir göstergedir. Ama ben faizlerin kullanılmasını tercih ederim. Çünkü öbür harcama içinde, dul ve yetime yapılan, KİT'lere yapılan harcama var. Harcamalardan faizin düşürülmesiyle bulunan rakamı tercih ediyorum. Buna da faiz dışı harcama diyoruz. Faiz dışı harcama vatandaşa hizmet olarak yapılan harcama. Buna baktığımız zaman rakam yüzde 32.4'den 20.6'ya geriliyor. Aradaki fark faize, rantiyeye gidiyor. Bu müthiş bir rakam. 2005 bütçesi bu anlamda şunu gösteriyor, batı cephesinde değişen bir şey yok. Peki niye yok, niye aynı tas aynı hamam, tek bir gerekçesi var, faiz dışı fazlaya endekslenmiş bir bütçe. Türkiye, IMF ve DB'ye endeksli bütçeler yaptığı, kendi bütçesini kendisi belirleyemediği ve bunu belirleyecek siyasal iktidarlar, kendi kaderini tayin eden hükümetler var olmadığı sürece bu rasyonel karşımıza çıkacaktır. Bütçe sadece bir teknik olay değil. Uzmanlar oturup birtakım oranlar belirliyor değil. O oranlarda ufacık bir oynama, sınıfı direkt etkiliyor. Yatırım vizyonundan yoksun bir bütçe var. AKP faiz dışı fazlanın aşağı indirilmesi kavgasını kaybetti. Faiz dışı fazlanın indirilmesi demek, eğitime, sağlığa, sosyal harcamalara, altyapı harcamalarına daha fazla kaynak demek. Ama bu direnişi yapamadı AKP. Bunun sinyallerini verir gibi oldu, ancak İzmir İktisat Kongresi'ni hatırlayın. IMF Başkan Yardımcısı Ann Kruger, kaşlarını şöyle bir sert çattı; 6.5'u Tayyip Bey bir daha seslendirmez oldu. DPT İngilizce bir rapor hazırlıyor, 'Eğer sosyal harcamalar eğitim, sağlık ve benzeri alanlarda devlet yatırım yapmazsa, Türkiye ekonomisi sıkıntıya girecek' diye. Fakat bu çalışma hasıraltı ediliyor. IMF bu görüşlere itiraz ediyor. Her yönüyle teslim oldukları için bu çalışmayı hasıraltı ediyorlar. Halbuki kamuoyu ile parlamento ile, meslek örgütleri ile paylaşsa, AKP'nin bu çıkışına destek gelebilirdi. Ancak, toplumun desteğini alarak, IMF ve DB'nin karşısında durabilirdi. Ama yapamadı. Bu bütçede geçmiş yıllardan farklı olarak, söylenebilecek çok yeni şeyler yok.


Aziz Konukman KİMDİR? 1955 Sinop doğumlu. 1978'de ODTÜ İktisat Bölümünü bitirdi. Önce Araştırma Görevlisi olarak çalıştı, daha sonra da çeşitli kamu kuruluşlarında üst düzey görevlerde bulundu. Halen Gazi Üniversitesi İktisat Bölümünde Doçent olarak görev yapıyor. Türk-İş'te danışmanlık da yapan Konukman, Emek Platformu toplantılarına da katılarak, çalışmalarda bulunuyor.

ÖNCEKİ HABER

Türkçe girdi Kürtçe çıkamadı!

SONRAKİ HABER

'Gençliğin sesi 2005'te daha gür çıkacak'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...