20 Aralık 2004 22:00

Bahse girerim işsizsin!

Araştırmalar bahis ve sanal kumarın en çok Güneydoğu'da oynandığını ortaya koydu. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mazhar Bağlı, oyunlara bu kadar ilgi gösterilmesini bölgede yüksek olan işsizliğe bağladı.

Paylaş
Türkiye'yi saran futbol bahis oyunlarının ilk anda yayıldığı ve çok fazla rağbet gördüğü kentlerden biri Diyarbakır. Göçün, işsizliğin ve yoksulluğun çok yüksek olduğu kentte özellikle yasadışı bahislere 5 trilyon lira para aktığı tahmin ediliyor. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mazhar Bağlı, uygulanan ekonomi politikaları sonucu artan işsizliğin halkı bahis oyunlarına yönlendirdiğini söyledi. Milli Piyango İdaresi'nin açıklamalarına göre Türkiye'de haftada ortalama 250-300 milyon dolarlık yasadışı futbol bahisi oynanıyor. Futbol bahsine Diyarbakır'da da büyük ilgi gösteriliyor. Yard. Doç. Dr. Bağlı öncülüğünde üniversite öğrencilerinin yaptığı ankete göre, bahis oynayanların yüzde 12'si işsiz, yüzde 12'si de işçi. Oynayanların yüzde 74'ü daha yüksek maaşlı bir işi olması durumunda bahis oynamayacağını belirtiyor. Araştırmada, bahis oyunlarına en büyük ilgiyi yüzde 28'lik oranla Bağlar ilçesi gösteriyor. Bağlar ilçesi, Diyarbakır'ın en çok göç alan ve en yoksul semtlerinin başında geliyor.

İşsizlikle doğrudan ilgili Diyarbakır'da resmi olmayan rakamlara göre haftada 5 trilyon liranın bahis oyunlarına aktığını belirten Yard. Doç Dr. Mazhar Bağlı, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Osmanlı'dan bu yana Diyarbakır'da üretime yönelik politikaların uygulanmadığını ifade eden Bağlı, bunun sonucu olarak ortaya çıkan işsizliğin halkı bahis oyunlarına yönelttiğini vurguladı. Bağlı şöyle devam etti; "İşkur Diyarbakır İl Müdürü'nün yaptığı bir araştırmaya göre nüfusa oranla en çok iş başvurusunda bulunulan kent Diyarbakır. İşsizlik çok yoğun. Üretim alanının hemen hemen olmaması, insanları formel olmayan seyyar satıcılık gibi mesleklere, çocuklarını sokağa salıp mendil satmaya bu arada biraz da cebine para geçerse bahis oynamaya yöneltiyor. Yani bunun tabiki işsizlikle doğrudan bir ilişkisi var zaten öğrencilerdeki oranın çok çıkması da bundan."

Yasadışı bahis çok yaygın Geçtiğimiz yaz kent merkezinde bahis oynayan 200 kişi arasında bir araştırma yaptıklarını söyleyen Bağlı, yüzde 36'sının öğrenci olduğunu söyledi. Özellikle internet üzerinden ve Kıbrıs'taki şirketler aracılığıyla oynanan yasadışı bahsin yaygın olduğunu ifade eden Bağlı, şöyle konuştu: "Bahis işinde önemli bir para dönüyor. Bu ilk olarak yasal olmayan bir şekilde başladı. Faks çekme büroları adı altında işyerleri açıldı ve internet üzerinden bahis oyunları başlatıldı. Diyarbakır'da da çok hızlı bir şekilde yayıldı. Göç ile birlikte gelen ve vasıfsız işçi olan nüfus iş bulamıyor ve kestirmeden para kazanmaya gidiyor ve yayılıyor."


ÖNLEM ARAYIŞLARI BAŞLADI Sanal kumara karşı yürütülen "önlem çalışmaları" sırasında, büyükşehirlerin yanı sıra özellikle Güneydoğu'da büyük rağbet gösterildiği ortaya çıktı. Sanal kumarın giderek yaygınlaşması, buna yönelik önlem arayışlarını da hızlandırdı. Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü'nün koordinatörlüğünde başlatılan ve Adalet, İçişleri, Maliye ve Turizm bakanlıkları ile Emniyet Genel Müdürlüğü, BDDK, üniversiteler ve internet sağlayıcıların da katıldığı çalışmalarda, 3 alt komisyon oluşturuldu. Bu komisyonlardan biri sanal kumarın sosyal boyutu üzerinde dururken, biri internet kanalıyla oynanan şans oyunlarına karşı alınacak teknik önlemleri, bir diğeri de bu oyunlar için başvurulacak mali önlemleri araştırıyor.

Her ay 2 milyon dolar Bu arada internette oynanan şans oyunlarına getirilecek önlemlere ilişkin çalışmalar sırasında, ülkede sanal kumara kredi kartlarıyla her ay 2 milyon dolar yatırıldığı ortaya kondu. Başlangıçta düşük seviyelerde seyreden Türkiye'deki sanal kumar cirosunun sürekli bir artış trendi içinde olduğu ve artık 2 milyon dolarlarla ifade edilir hale geldiği belirtildi. Yetkililer, bu rakamın ileriki dönemde çok daha yüksek boyutlara ulaşmasından endişe edildiğini söylediler. Sanal kumara büyükşehirlerin yanı sıra özellikle Güneydoğu'da büyük rağbet gösterildiği de bu tespitler sırasında ifade edildi. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Cenazede öfke vardı Türkiye Büyükelçiliği'nde görev yapmak üzere gönderildikleri Irak'ın Musul kentinde uğradıkları saldırı sonucu öldürülen 5 güvenlik görevlisi için İçişleri Bakanlığı önünde düzenlenen tören, ailelerin isyanına dönüştü. Yakınları ve görevliler tarafından zorluklar teskin edilen aileler, "Neden bozuk araç verdiniz, neden korumadınız" diyerek, yetkililere tepki gösterdiler. Savaşa girilmediği halde 80'e yakın kayıp verildiğini belirten Başbakan Erdoğan ise "Türkiye Irak'taki gayretini 80'e yakın evladıyla ödememeliydi" dedi. Musul'a giderken düşürüldükleri pusuda öldürülen Başkomiser Nihat Akbaş, Komiser Bilal Ülgen ile polis memurları Bülent Kıranşal, Adem Çiçek ve Süleyman Karahasanoğlu İçişleri Bakanlığı önünde düzenlenen resmi törenin ardından defnedilmek üzere memleketlerine gönderildiler. Dün, İçişleri Bakanlığı arka bahçesinde düzenlenen törene, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, bakanlar, generaller, milletvekilleri, valiler ile eski Başbakan Bülent Ecevit ve DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar da katıldı.

Aileler tepkili Törenin ardından önlerinde korumaların zincir oluşturduğu devlet yetkililerinin önüne atılan ve "Ben şehit yakınıyım" diyerek kendisini tanıtan bir kişi görevliler tarafından uzaklaştırılmak istenirken hem polislere neden zırhlı araç verilmediğini sordu hem de Genelkurmay Başkanı Özkök'e, "Bir Tolon Paşa kadar olamadınız" diye seslendi. Törene katılan siyasiler konuşmalarında Irak'taki işgalcileri 'koalisyon güçleri' olarak tanımlayarak, hamasi nutuklar attılar.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Tüm Köy-Sen örgütlenerek, taraf olmalı Malatya'da 18 Aralık 2004 tarihinde gerçekleştirilen Bölge Tarım Kurultayı'nda oybirliğiyle alınan tespit ve görevlere ilişkin sonuç bildirgesi açıklandı. Sonuç bidirgesini aynen yayınlıyoruz:
  • Özellikle son yirmi dört yılda uygulanan tarım politikaları Türkiye Tarımını bitirme noktasına getirmiş, üretici köylü mağdur edilmiştir.
  • Türkiyenin ulusal bir tarım politikası yoktur. Uygulanan tarım politikaları, emperyalist ülkelerin IMF, AB, DTÖ üzerinden dayattığı politikalardır.
  • AB sürecinde tarımın ekonomiye yük olduğu söylenmekte, yüzde 30 dolayındaki üretici köylü oranının yüzde 10'ların altına düşürülmesi gerektiği söylenmektedir. AB ülkeleri ve ABD'deki düşük çiftçi oranları Türkiye'ye örnek gösterilmektedir. 25-30 milyon nüfusun tarımla uğraşması fazladır. Verimlilik, bilimsel çalışma, üreticinin eğitimi yetersizdir. Ama Avrupa sanayi devrimini yaparak 200 yılda bu noktaya gelmiştir. Ülkemizde tarımla uğraşan nüfusun yüzde 90'ı ilkokul mezunudur. AB'nin tarımdaki yeniden yapılanma projeleri büyük bir tahribat yaratacaktır. İşsizlik artacak kentlere göç dalgası yaşanacak, çarpık kentleşme sorunu büyüyecek, sendikasız sigortasız çalışmaya yatkın ucuz işgücü kitlesi artacaktır. Yerli ve yabancı kapitalist tarım tekelleri toprak mülkiyetine ve tarım işletmelerine hakim olacaktır.
  • Bunun alternatifi ulusal tarım politikaları bilimsel çalışma ve düzenlemelerdir. Tarım sektörüne ciddi kaynak arttırılmalıdır. Sektörün geliştirilmesi, verimliliğin arttırılması, toprak mülkiyetindeki parçalanmışlığın olumsuzlukları ortadan kaldırılmalıdır. Üreticinin ortak olduğu büyük tarım işletmeleri kurulmalıdır. Tarıma dayalı sanayi geliştirilmelidir.
  • İlaç, tohum, akaryakıt, gübre, elektrik, makine, kredi gibi tarım girdileri üreticiye çok pahalıya mal oluyor. Dünya standartlarının üzerinde olan bu maliyet genel ürün maliyetini arttırıyor. Diğer ülkelerin ürünleriyle rekabet şansı kalmıyor. Girdilerin büyük çoğunluğu ithalata dış kaynaklara dayanıyor. Oysa, özellikle ilaç, tohum, gübre, makina gibi girdilerde iç dinamikler harekete geçirilerek bilimsel çalışmalar yapılarak ithalatçı olmaktan kurtulabiliriz.
  • Destekler kaldırılmış, geçiş sistemi olan DGD uygulamaları başlamıştır. DGD üretimi teşvik eden bir sistem değildir. Onun da kaldırılacağı anlaşılmaktadır. AB ve ABD kendi üreticisine desteklere devam etmektedir. Bizde de destekler devam etmeli, ürün bazında üretime göre prim sistemi uygulanmalıdır.
  • Tarımsal alanda yaşanan özelleştirmeler, gerilemenin sebeplerinden biri olmuştur. EBK- SEK, Yem sanayi, Gübre Sanayi, TMO, TEKEL, Şeker Fabrikaları, Sümerbank, SEKA gibi tarıma dayalı sanayi kuruluşları ve KİT'ler özelleştirilmiş veya parçalanarak özelleştirme kapsamına alınmıştır. TİGEM'ler, orman iştetmeleri sıradadır. Tarımsal alandaki tüm özelleştirmeler durdurulmalı. Bu işletmeler yeniden düzenlenmeli, teknolojik olarak yenilenmeli, verimliliği artırıcı çalışmalar geliştirilmelidir.
  • Genel ekonomik işleyişte ithalat her geçen yıl artmakta buna bağlı olarak dış ticaret açığı büyümektedir. Tarım ürünleri ithalatının artması da bu olumsuz gelişmede önemli rol oynamıştır. Bu nedenle tarım ürünleri ithalatına ülkemizin ihtiyacı yoktur. Bu alanda ithalat yasaklanmalıdır.
  • Hayvancılık bitme noktasına gelmiştir. Maliyetler yüksek olmasına rağmen et, süt ve süt ürünleri üreticinin elinden serbest piyasa koşullarında yok pahasına alınmaktadır. Bu alanda koruyucu tedbirler alınmalı üretici tüccarın ve tekellerin kucağından kurtarılmalıdır. Canlı hayvan, et, süt ve süt ürünleri ithalatı yasaklanmalıdır.
  • Doğu ve Güneydoğu illerinde hayvancılık yapanlar için yayla yasağı halen sürdürülmektedir yayla yasağı kaldırılmalıdır.
  • Üreticiyi, ucuz ve uzun vadeli aynı zamanda bürokrasinin azaltıldığı kredi sistemi uygulanmalıdır. Üretici köylü tefecinin, faizcinin, tüccarın eline düşmekten kurtarılmalıdır.
  • Birlikler yasası değiştirilerek, destekler kaldırılmış işlevsizleştirilmiş, çiftçinin yararına kuruluşlar olmaktan uzaklaştırılmışlardır. Bu yasa, ulusal tarım politikaları ve üreticinin çıkarları doğrultusunda yeniden değiştirilmelidir.
  • Taban fiyatları ürün çıkmadan çok önceden açıklanmalı, maliyet artı en az, yüzde 25 kâr konarak rakamlar belirlenmelidir.
  • Var olan tarım örgütleri, kuruluşları, birlikler kooparatifler varlıklarını sürdürmeli, yasal düzenlemelerle bu kuruluşlara dönük etkisizleştirme ve tasfiye saldırıları durdurulmalıdır. Bu kuruluşlarda antidemokratik işleyiş ve uygulamalara karşı, üreticinin etkisini, denetimini ve yetkisini arttırıcı düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Doğal afetler (don, sel, zararlılar vb) üreticinin en büyük korkusudur. Doğal afetlerle ilgili yasalar çiftçinin lehine değildir. Zarar tespit oranları, parasal karşılığı, üreticilerle birlikte tespit edilmelidir. Mağduriyeti önleyici ödemeler zamanında yapılmalıdır.
  • Üzerinde çalışmalar yapılan tarım sigortası çalışmalarında, üreticiler para birikim kaynağı olarak ele alınmamalı üreticilerin çıkarı esas olmalıdır.
  • Tohumların ve ürünlerin genetik yapısıyla oynanarak daha çok kârı hedefleyen ama insan sağlığına zararlı çalışmalar derhal durdurulmalıdır. Biyoteknolojik çalışmalar çevre ve insan sağlığı gözetilerek yürütülmelidir.
  • IMF'nin isteği doğrultusunda bazı ürünlere dönük kota uygulamaları kaldırılmalıdır.
  • Sebze ve meyve üretiminin, hayvancılığın gelişmiş olduğu bölgelerde soğuk hava depoları ve şoklama tesislerinin kurulması desteklenmelidir.
  • Ulusal tarım politikalarının savunulması, üreticinin gözü kulağı olması açısından sendikal örgütlenme dönemin en yakıcı ihtiyacına cevap verecek konumda, anlayışta ve güçlülüktedir. Tüm Köy-Sen uluslararası sermayenin ve onun örgütleri olan IMF, AB, DTÖ'nün tarım sektörüne dönük saldırılarına karşı, üretici köylünün meşru mücadele örgütüdür.
  • Tüm Köy-Sen'in örgütlenmesinin yaygınlaştırılması, şube ve üye sayısının arttırılması çiftçinin acil ve ertelenemez görevidir.
  • Tüm Köy-Sen hızla örgütlenerek ülkenin tarım politikalarında taraf ve söz sahibi olan güçlü bir sendikal yapı olmalıdır.
  • Köy temsilcilerinin, komisyonların oluşması, şube ve üye sayısının arttırılması sağlanmalıdır. Bölge kurultaylarının düzenlenmesi, merkezi yapının güçlendirilmesi, akademik çevrelerle ortak çalışmalar yürütülmesi, diğer emek ve demokrasi güçleriyle dayanışma içinde olunması Tüm Köy-Sen'in önümüzdeki döneme ilişkin önüne koyduğu ertelenemez görevleridir. Malatya Bölge Tarım Kurultayı bu tespit ve görevlerin oybirliği ile alındığı bunların başarılması için kararlılığın ortaya konduğu bir kurultay olmuştur.

    src=/resim/b1.gif width=5>
    Başa dön


    F tipi operasyon -1-
       Hayata 4 yıl sonra kim döndü?Hazırlayan : Serpil Savmumlu "Hayata Dönüş Operasyonu" adı altında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk tarafından "Yarın başka bir gün olacak" sözleriyle tarif edilen, 19 Aralık Operasyonu'nun üzerinden 4 yıl geçti. Cezaevlerinde gaz bombaları ile boğulmuş, kurşunların hedefi olmuş tutukluların görüntüleri hâlâ hafızalarda.

    F TİPİ TARTIŞMALARI VE SÜREÇ F tipi cezaevlerinin gündeme gelmesiyle açlık grevleri yapan tutuklular, 18 kasım 2000'de 18 cezaevinde açlık grevlerini ölüm oruçlarına çevirdi. Ölüm oruçlarının başlamasının ardından Adalet Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği'nden 25 Kasım günü yapılan açıklamada ölüm oruçlarının "cezaevlerinin yeniden yapılandırılmasını etkilemeyeceği " belirttildi. Açlık grevlerinin ölüm oruçlarına dönüştürülmesiyle birlikte aydın, sanatçı, kitle örgütleri ve siyasi partiler hükümetten F tipi cezaevlerini hayata geçirmekten vazgeçmesini istediler. 25 Kasım'da EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, TMMOB Genel Başkanı Kaya Güvenç, KESK Genel Başkanı Siyami Erdem, İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül ve TİHV Genel Başkanı Yavuz Önen'in de aralarında bulunduğu birçok kitle örgütü temsilcisi Sincan F tipi Cezaevi'nde incelemelerde bulundu. Yapılan inceleme sonunda F tipi cezaevlerinin insanlık onurunu zedeleyen bir yapısının olduğu dile getirildi. Türkiye Yazarlar Sendikası, Pen Yazarlar Derneği, Tiyatro Yazarları Derneği ve Edebiyatçılar Derneği'ne üye aydınların da tüm uyarılarına karşın Türk, 29 Kasım'da düzenlediği basın toplantısında hücreleri "konforlu bir otel odası gibi" sözleriyle övdü. Türk, ölüm orucunda bulunan tutuklulara müdahale etmeyi reddeden Türk Tabipler Birliği'ni "insan hayatına değer vermedikleri" gerekçesiyle eleştirdi. F tipi cezaevlerine karşı Aydın ve Sanatçı Girişimi adıyla birleşen aralarında Fikret Başkaya ve Şükrü Erbaş'ın bulunduğu 62 aydın, 7 gün süreyle ölüm orucunda bulunan tutuklulara destek vermek için açlık grevi yapma kararı aldı. Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Oral Çalışlar ve Can Dündar'ın oluşturduğu heyet, Bayrampaşa Cezaevi'ndeki tutuklularla görüşerek hükümet ile tutuklular arasında aracı olmaya çalıştılar. Ayrıca Çankırı E Tipi Cezaevi'nde kalan adli tutuklular da 26 Kasım tarihinde siyasi tutukluların taleplerini sahiplendiklerini açıklayarak 2 günlük açlık grevi yaptılar. Suavi ile birlikte birçok aydın ve sanatçı F tipi cezaevlerinden vazgeçilmesi için Türk'le makamında görüştüler ancak görüşme sonrasında yaptıkları açıklamalarında olumlu bir sonuç alamadıklarını dile getirdiler. Görüşmelerin ardından Türk, 4 Aralık günü yaptığı açıklamada hukuki altyapı tamamlanmadan nakillerin yapılmayacağını belirterek "Tutuklu ve hükümlülerin anne ve babalarının ölüm oruçlarını sona erdirmek için tavsiyede bulunması lazım" dedi. Aynı tarihlerde Başbakan Ecevit ise aydınların eylemlerini ve istemlerini "anlamlandıramadığını" dile getirdi.

    TUTUKLULARIN TALEPLERİ Tutuklular kamuoyuna açıkladıkları taleplerini şöyle sıralamışlardı;

  • F tipi hapishaneler kapatılmalıdır
  • 3713 sayılı Antiterör Yasası bütün sonuçlarıyla birlikte kaldırılmalıdır
  • Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı'nın ortak imzaladığı üçlü protokol iptal edilmelidir

  • DGM'ler kaldırılmalı, verdiği cezalar bütün sonuçlarıyla kaldırılmalıdır
  • Hapishaneler belli periyotlarla avukatlar, hekimler, tutuklu aileleri, ilgili DKÖ'ler ile Tüm Yargı-Sen'in atayacağı temsilcilerden oluşan bir heyet tarafından denetlenmelidir
  • Buca, Ümraniye, Diyarbakır, Ulucanlar, Burdur'da onlarca arkadaşımızın katledilmesinden ve yaralanmasından sorumlu olanlar açık bir şekilde yargılanıp cezalandırılmalıdır
  • Çeşitli hastalıkları sabit olan 1996 ölüm orucu rahatsızlıkları süren çeşitli operasyonlarda yaralanan ve tedavileri yapılmayan arkadaşlarımız derhal salıverilmelidir
  • Değişik tarihlerde ve yerlerde gözaltındaykan bizlere işkence yapanlar açığa çıkarılmalı, yargılanıp cezalandırılmalıdır.

    "ERTELEDİK" AÇIKLAMASI İstanbul Barosu ile birlikte bazı barolar cezaevlerinde yaşananların engellenmesi için uygulamanın bir yıl süre ile ertelenmesini, F tipi ve koğuş sistemi yerine oda sisteminin yasal güvenceye alınması, cezaevlerinin baro, tabip odası, insan hakları kuruluşları ve sivil denetimine açılması önerilerinde bulundular. Bu süreçte 8 Aralık tarihinde Türk, "Eleştirileri dikkate alıp erteledik" sözleriyle F tipi cezaevlerinin ertelendiğini duyurdu ve "F tipi konusunda toplumsal mutabakata ulaşmak istiyoruz" dedi. Açıklamanın ardından gözler ölüm oruçlarının sürdüğü cezaevlerine çevrildi. Türk'ün ardından Başbakan Ecevit de "F tipinde acele edilmeyecek" diyerek diyalog çağrısında bulundu. 12 Aralık günü Gaziosmanpaşa'da çevik kuvvet otobüsü tarandı ve bu eylemi TKP/ML örgütü üstlendi. 2 polisin yaşamını yitirmesiyle birlikte polislerin eylem yapmaları kamuoyunda F tipi cezaevleri ve ölüm oruçları sürecinde endişe yarattı. 15 Aralık günü Türk "toplumsal bir uzlaşma sağlanana dek" F tipi cezaevlerine geçişlerin ertelendiği açıklamasını yinelerken 18 Aralık günü kitle örgütleri, aydınlar ve siyasi parti temsilcileri Adalet Bakanlığı ve tutuklular arasında görüşmelerin yeniden başlamasını isterken baro başkanları hükümete duyarlılık çağrısında bulundu.

    YARIN: YAŞAYANLAR ANLATTI


    Medya, operasyon için kamuoyunu hazırladı Operasyon sırasında ve sonrasında en çok tartışılan medyanın tutumu oldu. Duyarlı az sayıda köşe yazarının yazılarıyla karşı çıktıkları F tipi cezaevi konusunda medyada genel olarak destekleyen bir hava hakimdi. F tipi cezaevleri tartışmasının gündeme gelmesinden itibaren, çok tirajlı gazeteler ve büyük medya gruplarına ait televizyonlar, F tiplerini lüks otel odalarına benzeten yayımlar yaptılar. 18 Aralık 2000 tarihinde Hürriyet gazetesi Almanya'da F tipine benzeyen cezaevinde yapılan röportajı "Bizde F tipi için kuyruk var" manşetiyle verdi. Tutuklulara destek veren ailelerin taleplerini Hürriyet gazetesi 11 Aralık 2000 günkü baskısına "Emriniz olur" manşeti ile taşıdı. Medya tutukluların "rahatlığını" örneklendirmek için koğuşlarda "ördek" ve "nargile" olduğu yönünde haberler yaptı. Milliyet gazetesi 24 Aralık 2000 tarihinde, Sincan F Tipi Cezaevi'nde bulunan tutuklular ile ilgili "Mışıl mışıl uyudular" manşeti atarken Hürriyet gazetesi ise aynı tarihteki baskısına tutuklular hakkında yaptığı haberi "Süt dökmüş kediye döndüler" başlığıyla sundu.

    Basına yasak Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün "Devlet olarak elimizden geleni yaptık. Ölüm oruçlarının vebali başlatanlarındır" açıklaması ise keskinleştirilerek manşetlere taşındı. İstanbul 4 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığı'nın talebi üzerine "Anayasa'nın 28 ve 5680 sayılı Kanun'un Ek 1. maddeleri gereğince, yazılı, sesli ve görsel basın-yayın organlarında, ölüm oruçları ve F tipi cezaevleriyle ilgili olarak
  • ÖNCEKİ HABER

    Avrupa borsalarında birleşme

    SONRAKİ HABER

    Cenazede öfke vardı

    Sefer Selvi Karikatürleri
    Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
    Evrensel Ege Sayfaları
    EVRENSEL EGE

    Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...