22 Kasım 2004 22:00

Beyaz felaket

Kar yağışı ve fırtına, Türkiye'nin büyük bir bölümünü etkisi altına aldı. Ağır kış şartları nedeniyle bir kişi donarak öldü. Bin 576 köy yolu ulaşıma kapandı, dokuz ilçede eğitim ve öğretime bir gün ara verildi.

Paylaş
Türkiye genelinde etkili olan soğuk ve yağışlı hava hayatı felç etti. Kar yağışı nedeniyle dün öğle saatlerinde yüzlerce köyün dünyayla iletişimi kesilirken, bir kişi donarak öldü. İstanbul başta olmak üzere çok sayıda kent merkezinde trafik felç oldu. Olumsuz hava şartları nedeniyle Adana'nın Feke ilçesinde, bir kişi donarak öldü. Tortulu köyündeki yakınlarını ziyaret ettikten sonra Feke'ye dönmek üzere yola çıkan 63 yaşındaki Ali Güler'in cesedi, Kara-Gediği mevkiinde, soğuktan korunmak için sığındığı yol kenarında bulundu. Donarak ölen Ali Güler'in sara hastası olduğu ifade edildi. Adana'nın Tufanbeyli ilçesinde ise kar yağışı nedeniyle 25 köy yolu ulaşıma kapandı.

Orta Karadeniz Samsun, Ordu, Amasya ve Sinop'ta kar yağışı nedeniyle 800 köy yolu ulaşıma kapandı. Yüksek ve iç kesimlerde etkili olan kar yağışı günlük yaşamı olumsuz etkilerken, çok sayıda köy yolunun da kapanmasına neden oldu. Samsun'da 290, Ordu'da 350, Amasya'da 50, Sinop'ta ise 110 köyle ulaşım sağlanamıyor. Samsun-Ankara karayolunun Kavak ilçesi Kazancı yöresinde buzlanma nedeniyle ulaşım kontrollü olarak sağlanıyor. Kastamonu'da 480, Kayseri'de 80, Düzce'de 34, Bolu'da 88, Konya'da 37, Bartın ve Karabük'te 24, Sakarya'da 8 köy, Tokat ve Sivas'ta 80 köy yolunda ulaşım sağlanamıyor.

Okullar tatil edildi Kar yağışının etkili olduğu Adana'nın Tufanbeyli, Samsun'un Ladik ve Asarcık, Tokat'ın Reşadiye, Trabzon'un Çaykara, Van'ın Gevaş, Konya'nın Bozkır, Yunak ve Ahırlı ilçelerinde eğitim ve öğretime 1 gün, Kırşehir'in Çiçekdağı ilçesinde ise 2 gün ara verildi. Bu arada, Gaziantep'te 2 günden bu yana aralıksız yağan yağmur su kesintilerine neden oldu. Kartalkaya Barajı'ndaki kirlenme nedeniyle Antep'e iki gündür su verilemiyor.

Vay İstanbul'un haline İstanbul'da önceki akşam saatlerinde başlayan kar yağışı ise, dün, kentin kuzey ve doğusunda aralıklarla etkili oldu. Yağışla birlikte tüm kentte trafik felç oldu, araçlar yollarda kaldı, insanlar yürüyerek işyerlerine ulaşmaya çalıştı. İstanbul Meteoroloji Bölge Müdürü Mustafa Yıldırım yaptığı açıklamada, kentte kar yağışının bu sabahtan itibaren etkisini yitireceğini açıkladı. Rüzgârın bugünden itiberen lodosa dönmesiyle birlikte hava sıcaklığının artmaya başlayacağını, ancak akşam saatlerinden itibaren kentin yeni bir yağışlı havanın etkisine gireceğini belirten Yıldırım, şunları söyledi: "Yağışlar yağmur şeklinde görülecek. Ancak perşembe gününden itibaren hava sıcaklığının azalmasıyla birlikte yağışlar tekrar karla karışık yağmur ve kar şeklinde görülecek. İstanbul'da hava sıcaklığı bugün 9, çarşamba günü de 12 derece olacak. Perşembe günü tekrar sıcaklık 5 derece düşecek."

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


YÖK ve ahlak -1-
   Akademik ahlak ve YÖKHAZIRLAYAN: Doç. Dr. Adnan Gümüş (Ç.Ü. Eğitim Fakültesi) Bu yazının ana argümanı, üniversitelerin temel felsefeleri ve asli işlevlerinden giderek uzaklaştıkları ve bu kayma ile birlikte hem özerkliklerini, hem de toplumsal etkilerini kaybettikleridir. Hatta, bugün üniversitelerin kendilerine yön verecek temel bir "akademi" veya "bilim" anlayışına bile sahip olmadıkları; dolayısıyla uluslararası gelişme ve odakların (yeni emperyalizm, fiili olarak IMF ve Dünya Bankası gibi), ulusal ve yerel "piyasa güçlerinin" veya günlük gelişmelerin rüzgarı altında savrulduklarıdır. Bu çöküşün göstergeleri, bilim anlayışındaki örselenmelerden rektörlük seçimleri ve bireysel etikteki yozlaşmalara kadar geniş bir yelpazede izlenebilmektedir. Bu çöküşün anlaşılabilmesi ve aşılabilmesi için "üniversitenin değerine" yani etik boyuta bakılması anlamlı olabilir: "İyi akademisyenlik" nedir ve biz neden "iyi akademisyenliğe bağlı" olmalıyız? Yani etiğin temel iki sorusunu üniversiteler için tekrarlayabiliriz: "Akademik iyi nedir?" ve "ne yapmalıyız?". Birincisi hak ve haklılığın tanımlanmasına (meşruiyetine), ikincisi bağlılık ve işleyiş sorununa denk düşmektedir. Bu iki kavram iç içe bulunmaktadır. Ancak her zaman paralel işlememektedir. Örneğin "gerçeği araştırma ve açıklama", üniversitelerin temel "iyisi/doğru ilkesi" olarak evrensel bir kabul görmekle birlikte, pratikte çoğu kez bu ilkeye bağlılık gösterilmemektedir. Pragmatizmin en büyük açmazlarından biri, tam da bu çelişki üzerinde şekillenmekte; ana ilkeler pratik gerekçeler uğruna yok sayılabilmektedir. Bugün üniversitelerin açmazlarını kavrayabilmek için, bu iki temel ilkeyi yeniden ele almak durumundayız. A) AKADEMİK MEŞRUİYET VEYA 'İYİ' NİYET NEDİR? Meşruiyet sorunu; hangi sosyal bazda (ölçütler esasında), yapılan şeyin (üniversite, akademisyenlik ve yönetimin) "doğru" (iyi) kabul edileceği hususudur. Ne yapılınca iyi bir akademisyenlikten sayılacak? Buna öznel, kültürel, biçimsel, içeriksel, niyet-düşünüş, başarı, ödev vb. açısından bakabiliriz. Bilim ve üniversite nedir? Bilim insanı kimdir? Akademik iyilik (haklılık-kalite); araştırma ve sorgulamaya, eşitliğe, kazanca, ihtiyaca, düzene ve(ya) uzlaşmaya mı bağlı kavramlaştırılacak? Bir üniversite, kendisine verilmiş görevleri çok iyi yaptığı (ödevlerini yerine getirdiği) için mi; öğrenci ve öğretim elemanlarını çok iyi izleyebildiği ve kontrol edebildiği refleksler geliştirdiği (normatif/düzgücü) için mi; milliyetçi kişiler yetiştirdiği (kültürel) için mi; profesörleri doçentleri üstün gördüğü için mi "iyi" bir üniversitedir? En iyi üniversite, en fazla kazancı sağlayan üniversite midir (başarı/görgül)? Üniversite araştırma, açıklama, bunun için özgür ve özerk bir çalışma atmosferi taşıdığı (biçimsel) için mi "iyi" bir üniversitedir? Sorgulama, bilgi sevgisi (niyet-düşünüş) mi esas olmalı? Üniversite hümanist, toplumsal ve(ya) çevre özekli bir duruşa sahip olmalı (içeriksel) mı? Üniversitenin meşruiyeti için onu oluşturan kişilerin kökenleri de; din-tarikat-lonca, cinsiyet, yaş, güç, zeka, deneyim, 'karizma', para-pul gibi öğeler de dikkate alınacak mı? Bir kişi belirli bir kökenden veya bir din-tarikat veya loncadan olduğu için mi; erkek veya kadın, yaşlı ya da genç, güçlü veya zayıf, tecrübeli veya tecrübesiz, karizma sahibi veya diğerleri gibi olduğu için mi "iyi akademisyendir"? B) AKADEMİYENLİĞE BAĞLILIK NEDİR? Bağlılık sorunu ise; insanın neden verilen şeyleri yapacağı, itaat göstereceği veya tersi, neden ve neye karşı çıkacağı sorunudur. Cezalandırılmaktan korkma, çıkar sağlama, saygı gösterme, benzer durumda olma-özdeşleşme, başarı gibi hangi öncelik içinde itaat gösterecek; bir başka deyişle bir akademisyen hangi koşullarda kurallara ve "otoriteye" uymaya devam edecektir. Bu soru; bir öğretim elemanının neden dekanlığa, rektörlüğe veya YÖK'e karşı bağlılık göstereceği konusunda da geçerlidir. YÖK veya Rektörlükten korktuğumuz veya çıkar sağladığımız veya onlar gibi düşündüğümüz, aynı loncada yer aldığımız ve/ya da başarılı bulduğumuz için mi yanında yer alacağız? Tersi durumda ise, bize çıkar sağlamadığı, onun gibi düşünmediğimiz, onunla aynı kulüplerde bulunmadığımız, çekinmediğimiz veya başarılı bulmadığımız için mi karşı çıkacağız? Hümanist, çevreci, toplumcu, araştırıcı, eleştirel olduğu ya da olmadığı için mi destek olacağız veya karşısına geçeceğiz? Bunlardan hangisi veya hangilerini esas alarak itaat ettiğimizde (veya etmediğimizde) "doğru akademisyenliğe bağlı" kalmış olacağız? C) BİÇİMSEL MEŞRUİYET: BAŞARI YETERLİ Mİ? Aydınlanma ile birlikte "başarı" kriteri, öncellenmiş durumda. Ancak bu kez de, "başarıdan" ne anlamamız gerektiği, ne yapılınca başarı sayılacağı, yani "içerik" sorunu ortaya çıkmaktadır. İçerikten bağımsız bir etik kurabilmemiz olanaklı gözükmemektedir (Aydınlanma ve pozitivizm paradigmasının en büyük çıkmazlarından biri bu sorunsalda yatmaktadır). Etik, başarılı olup olmama değil, yaptığımız şeyin "iyi" olup olmama esasına bağlıdır (Örneğin uyuşturucu kaçakçılığını başarılı bir şekilde yapan kişi, "iyi" bir kişi midir?). Öncelikle, başarıya değil, esasa bakmamız gerekmektedir. Özetle iyi bir işi iyi bir şekilde yapan kişi, iyi kişidir.

D) LİBERAL MEŞRUİYET: MADDİ GETİRİSİ(PRATİK BAŞARISI VARSA MEŞRUDUR 1970'li yıllardan bu yana daha da ağırlaşarak gerek Türkiye, gerek Batı Üniversitelerinde, sıkıntılı bir süreç yaşanmaktadır. Sosyal fonlar giderek kısılmakta, üniversitelerin yol gösterici yüksek önderlik nitelikleri (veya bu yöndeki beklentiler) giderek azalmaktadır. "Kendi başına büyük bir değer" olan üniversitelerden, başka kurumların istek ve beklentilerine endekslenmiş üniversitelere doğru bir olumsuz gidiş bulunmaktadır. Bu durum, üniversiteleri iktidarın basit araçlarına dönüştürmektedir . Bu yuvarlanış içinde pek çok profesör üniversitelerden ayrılmakta, bazı bölümler tasfiye sürecine tabi tutulmaktadır. Bundan da sosyal bilimler ile temel bilimler öncelikle nasibini almaktadır. Bu olumsuz gidişle ilgili, modernite, post-modernite ve küreselleşme gibi geniş-ölçekli kavramlaştırmalar yapılmaktadır. Günümüzde "başarı" da özünden sapmış, güç ve pazara bağlanmış durumda; akıl, ahlak ve sosyo-kültürel temellerinden her geçen gün daha da uzaklaşmakta. Pazarda güç sağlayan (ulusal ve uluslararası ilişkilerde kontrol ve egemenlik kurabilen) en başarılı kabul edilmektedir. Kısaca, artık felsefi temellerinden (özgürlük ve adil giriş çıkış ilkelerinden) bile kopmuş bir liberalizm, tek meşruiyet kaynağı sayılmaktadır. Liberal ölçütlere göre meşruiyet göstergelerinin birincisi "paradır" (getirisidir, karıdır, kendi kendine yeterliliğidir); ikincisi sizi tercih eden müşterinin sayısı ve durumu (ÖSYM'den, LES'ten, TUS'tan, ÜDS'den asgari kaç puan alan öğrencinin size müşteri olduğudur; Üniversiteden kaç işletmenin hizmet talep ettiği-proje yaptırttığı vb.) ve üçüncüsü de öğrenci ve elemanlarınızın pazardaki güç (para getiren patent ve proje kontrolü) düzeyidir. Buna bugünlerde tek esaslı kriter olarak bir de "indeksli dergilerde makale yayımlamak" eklendi. Ancak bunlardan daha önemlisi, bilim bir "kültür çevresi" gerektirmektedir ki, bu akademik anlayışın üzerinde yeşerdiği sosyo-kültürel bağlam giderek kaybolmaktadır. Üniversite, akademik temelli eksenden, pazarın ve bu pazara ajanlık edenlerin, Sinanoğlu'nun adlandırmasıyla, kendi dilini ve pazarını (üniversitelerini) bile "emperyal" dil ve güçler adına peşkeş çeken kısır bir yörüngeye doğru gitmektedir. Toplumların ve üniversitelerin bozunumunda, neoliberal politikaların uygulanması için bazı dirençli yapıların dönüştürülmesi gerekiyordu ki, YÖK bu dönüşümün en esaslı örneğini oluşturmuştur.

E) 12 EYLÜL'ÜN KURUMAŞMASI: YÖK Eğer, doğada tek bir ideal varlık ve tek bir ideal yaşam biçimi olsa idi, doğanın kendisi çeşitlilik ve karşıtlıklar üzerine kurulmazdı. Eğer tek bir doğru ve tek bir gerçeklik hayatın özü olsa idi, bilim ve düşünce farklılıklardan değil, "aynilik" üzerine kurulurdu. Dolayısıyla, çok karmaşık ve çeşitli olan hayatı, kapsayıcı (tüketici) tek bir kuram ve felsefe giydirilmesi de mümkün değildir; çünkü bu tür kabul ve arayışlar yaşamın kendisi ile çelişir. Aynı şekilde şu temel soruyu üniversiteler için acil bir şekilde sormak ve yanıtlamak durumundayız: Farklılık esasına göre ayrımlaşan karmaşık kurumlar (örneğin çeşitli disiplinlerden oluşan fakülte ve üniversiteler) için tek bir "iyi" yönetim biçimi olabilir, belirli bir kişi veya sınırlı grup tarafından yönetilebilir mi? YÖK ve YÖK modeli içindeki yönetim anlayışı, "en doğru" ve "tek doğruyu" belirli bir "uzmanlar" (Başkan ve Kurul Üyelerinin) grubunun bildiğini, üniversitelerin tek elden ve tek merkezden verimli bir şekilde yönetilebileceğini iddia etmektedir. Aynı model algısı, tek tek üniversitelere de sirayet etmiş bulunmaktadır. Tek başına bu yaklaşımın kendisi, akademik yaşamın asgari koşullarını bile ortadan kaldırmakta; fizikçiyi sanatçıyla, mühendisi turizmle, suyu ateşle, bilimi dogmayla karıştırmaktadır. Böyle merkezi yapıların merkezi oluşlarından kaynaklanan bazı hızlandırıcı rolleri olabilmekle birlikte, kendi rasyonelitelerini de bir süre sonra kaybettikleri için olumsuz bir özelliğe dönüşmektedir. Bu akılcılık kaybına iyi bir örnek çalışma ve atama ilkesizliğidir. Üniversite içi görevlendirmelerde ne ilgi ve işe devamlılık, ne çalışma azmi, ne başarı veya yetenek, ne de ilgili birimlerin tercih ve öncelikleri dikkate alınmamaktadır. Aksine rektörlük atamalarında YÖK Başkanının, dekanlık ve müdürlüklere atamalarda Rektörün, bölüm ve anabilim dallarına atamalarda da dekanların yakınında bulunmak ve onların otoritesine koşulsuz saygı göstermek öncelikli ölçüt haline gelmiştir. Bölüm ve bilim dallarının özerk olmaması ve akademisyenlerin özgürlüğü önündeki kısıtlamalar ise, mevcut yapıyı dengeleyici tüm içsel öğeleri ortadan kaldırmakta, yöneticilik yapan rektör ve başkanları tek mutlak hakim kılmaktadır.



YARIN: ÜNİVERSİTE, AKADEMİSYENLİK VE AKADEMİK AHLAK

ÖNCEKİ HABER

İşsizlik, ölüm korkusunu bile
   gölgede bırakıyor

SONRAKİ HABER

'Sorumlu polisler açığa alınsın'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...