17 Kasım 2004 22:00

Eğitimde bölgeler arası uçurum!

Türkiye'de eğitim sorunlarla anılırken, eğitimde bölgeler arası eşitsizlik, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da tabloyu daha da karartıyor.

Paylaş
Türkiye'de eğitim sorunlarla anılırken, eğitimde bölgeler arası eşitsizlik, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da tabloyu daha da karartıyor. Eğitime ilişkin veriler, Türkiye'nin nitelikli eğitim düzeyini yakalamaktan uzak olduğunu gözler önüne sererken, Doğu ve Güneydoğu'da durum çok daha vahim bir hal alıyor. Özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde "anadil" sorunu da devreye girdiğinde çocuklar yaşama bir adım geriden başlıyor. Annesinden Kürtçe öğrenen, okula başlayana kadar evde, sokakta Kürtçe konuşan çocuklar, okulda Türkçe eğitimle karşılaşınca hem kişisel, hem de eğitimleriyle ilgili sorunlar yaşıyor. Bilim insanlarının "eksiltici çok dillilik" dedikleri sorun nedeniyle bu gençler, ne kendi anadilleri olan Kürtçe'yi ne de eğitim gördükleri dil olan Türkçe'yi tam anlamıyla öğrenebiliyor.

Okuma-yazma bilmeyenler Devlet İstatistik Enstitüsü 2000 yılı verilerine göre yaklaşık 60 milyon nüfusa sahip olan Türkiye'de okuma yazma bilmeyenlerin sayısı 7 milyon 589 bin 657. Toplam nüfusun yüzde 17.8'inin yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde okuma yazma bilmeyen nüfusun yüzde 37.4'ü yaşıyor. Bir başka deyişle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da okuma yazma bilmeyenlerin ortalaması, Türkiye ortalamasının iki katından daha fazla ve her 4 kişiden biri okuma yazma bilmiyor. Türkiye'de ortalama eğitim süresi 5.1 yıl. En yüksek eğitim süresinin olduğu Marmara Bölgesi'nde ortalama eğitim süresi 5.8 yıl iken, Doğu Anadolu'da 5.1, Güneydoğu Anadolu'da ise 4.0 yıl. Milli Eğitim Bakanlığı 2003-2004 yılı verilerine göre "zorunlu olan" ilköğretimden ortaöğretime geçişte de en düşük oranlara Doğu ve Güneydoğu'daki illerde rastlanıyor. Türkiye'de her 100 çocuktan 84'ü ortaöğretimde geçerken, Ardahan'da her 100 çocuktan 56'sı, Van'da 53'ü, Kars'ta 52'si, Ağrı'da 51'i, Şırnak'ta 50'si ortaöğretime geçiyor. İlköğretimden mezun olan her 100 öğrenciye karşılık 102 öğrencinin ortaöğretime başladığı Ankara ise Türkiye'deki en yüksek ortalamaya sahip.

Güneydoğu'da devasa derslik açığı Türkiye'de okulöncesi eğitimde derslik başına düşen öğrenci sayısı ortalama 16 iken, Güneydoğu'da 22. Yine Türkiye genelinde ilköğretimde derslik başına 38 öğrenci, ortaöğretimde ise 32 öğrenci düşerken, bu rakamlar Güneydoğu'da 53'e, ortaöğretimde ise 38'e yükseliyor.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar -2-
   Uluslararası platformda GDOHAZIRLAYAN: Nur Karabacak, Mehmet Özer GDO'lu ürünlerin yüzde 85'ini üreten ABD ve Arjantin dışında, uluslararası politikalara bakıldığında, özellikle, Avrupa Birliği (AB) ülkelerin çoğunda GDO'lu gıdalar ve bitkiler yasaklanmış durumda. Örneğin İtalya'da 4 çeşit GDO'lu mısır yasaklanırken, Fransa'da iki yağlık kolza tohum çeşidinin ithali durduruldu. GDO'lu bitkilerin onaylandığı ülkelerde ise durum karışık. Hollanda'da Bayer'in ürettiği yemlik mısır 1999'da onaylanmış ancak endüstrinin bu yemle beslenen ineklerin sütünü almayı reddetmesi üzerine üretim kesildi. AB ülkelerinden İspanya'da 400 bin hektar ekim yapılıyor. Almanya, Fransa, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerde test ekimleri şeklinde düşük miktarlarda GDO'lu ürün tarımı yapılıyor. Amerikan Mısır Üreticileri Birliği'nin yaptığı bir tahmine göre, ABD'de mısır üreten çiftçiler geçen beş yıl içinde Avrupa Birliği, Japonya ve diğer alıcıların GDO'lu ithalata getirdikleri kısıtlamalar yüzünden, 814 milyon dolarlık bir gelir kaybına uğradı. Birçok gıda tekeli ise AB tüketicisinin ikna edilememesi üzerine, GDO'lu ürün kullanımına sınırlamalar getiriyor. Nestle, GDO içeren girdilerden uzak durmaya çalışacağına, GDO'lu ürün kullanıldığında bunu etikette açıkça belirteceğine dair tüketicilere söz verirken İngiltere'deki gıda üreticisi Unilever ve Cadbury kendi üretim hatlarında GDO kullanımını yasakladılar. Türkiye'den tarımsal ürün ithal eden başta AB üyeleri olmak üzere birçok ülke, ihracat firmalarından ürün etiketlerine "ürettiğimiz gıda ürünlerinde GDO'lu tohum kullanılmamıştır" ibaresini koymalarını istiyor.

AVRUPA KOMİSYONU BASTIRIYOR Son olarak, 20 Eylül 2004'te, Brüksel'de yapılan toplantıda ise genetik olarak değiştirilmiş mısırın ithaline yönelik Avrupa Komisyonu önerisi, üye ülkeler tarafından kabul edilmedi. Monsanto'nun ürettiği mısırın ithali için yapılan oylamada gerekli çoğunluk sağlanamazken bu oylama, GDO'lu bir ürüne destek sağlamaya çalışan Avrupa Komisyonu'nun sekizinci yenilgisi oldu. Zehirli bir kimyasal üreterek zararlı böceklere karşı direnç kazanan mısır, Fransızların çoğunlukta olduğu bir grup bilim insanı tarafından sıkı bir şekilde inceleniyordu. Fransız Genetik Mühendisliği Komisyonu, sıçanların söz konusu mısırla beslenmesi sonrası elde edilen sonuçlara dikkat çekerek, GDO'lu mısırla beslenen sıçanların beyaz kan hücrelerinin (akyuvarlar) miktarlarında, böbrek ağırlıklarında ve albumin/globulin oranlarında önemli değişimler gözlendiğini bildirdi. Öte yandan AB Komisyonu 29 Kasım 2004'de GDO'larla ilgili tekrar toplanarak, GDO'ların üretiminin ve girişinin yasak olduğu ülkelerde serbest bırakılması için ülkeleri ikna etmeye çalışacak.

CARTAGENA PROTOKOLÜ AB'ye üye ve aday devletler, "Cartagena Protokolü" olarak bilinen Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması Biyogüvenlik Protokolünü kabul etti. Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması gereğince hazırlanan Protokol, 130'dan fazla ülke tarafından 29 Ocak 2000 tarihinde Fransa'da kabul edildi. Türkiye 24 Mayıs 2000 tarihinde Protokolü imzaladı. İthalatçı ülkelere, bilimsel kanıtları olmasa da, sağlık ve çevre risklerine dayanarak belirli GDO'lu ürünlerin ithalatını yasaklama olanağı veren protokol, 11 Eylül 2003'te yürürlüğe girdi. Haziran 2004'te, üye ülkelerin Çevre Bakanları Konseyi ve Avrupa Parlamentosu, Cartagena Protokolü'nün uygulanmasına ilişkin politik bir anlaşma sağladılar. Konsey ve Parlamento'nun anlaştığı temel konular şöyle; "GDO'lar, ithal edilecek ülkenin yazılı izni olmaksızın ihraç edilemez, bilgiye ulaşım esastır; ihracatçı firma, ürün hakkında bildirimde bulunmak zorundadır, AB tarafından onaylanmayan GDO'lu ürünler, 3'üncü ülkelere ihraç edilmemelidir".

IRAK'A GENETİK MÜDAHALE Dünya çapında korkunç bir şekilde artan GDO pazarını daha da artırmak isteyen uluslararası tekellerin ülke yönetimlerine kadar etki ettiği görülüyor. ABD'nin Irak'ı işgalinin ardından kurulan hükümet, bitki çeşitlerinin korunmasıyla ilgili çıkarmak istediği yeni yasa ile üreticilerin ürettikleri ürünlerin tohumlarının kullanımına yasak getirerek, piyasada sadece GDO'lu tohum satışının önünün açılmasını istiyor.

GDO ALMAYANA İLAÇ YOK Son yıllarda yaşananlar ise ABD'nin hükümet eliyle fakir ülkeleri GDO'lu ürünler için birer labaratuvar olarak kullandığını ortaya koyuyor. ABD'nin 2002 yılında Zambiya'ya gıda yardımı kapsamında GDO içeren ürün verme isteğinin Zambiya hükümeti tarafından reddedilmesi üzerine Zambiya şirketlerine ABD'den GDO içeren ürünler almaları şartıyla kredi önerildi. Bu teklifin de kabul edilmemesi sonucunda ABD Senatosu, GDO yardımını reddeden ülkelere AIDS ilacı yardımını durdurma kararı aldı. ABD ve Kanada, aşırı kuraklık ve kıtlık nedeniyle açlık sınırında yaşayan 5 milyon Afrikalı ve bir o kadar da Hintli için 1999 yılında tonlarca karşılıksız buğday ve soya göndermişti. Ancak Nijerya Ziraat Bakanı, Şubat 2001 sonunda uluslararası mahkemelere başvurarak, buğday ve soyanın genetik olarak denenmekte olan bir teknolojiyle üretilerek sonuçlarını görmek amacıyla yollandığını belirtti. Hindistan ise 1999 yılındaki yardımdan yararlanan 10.000 insanın ölümünden Amerikalıları sorumlu tutuyor.


Friends of the Earth-Europe (Dünya Dostları-Avrupa) GDO Kampanyası Düzenleyicisi Geert Ritsema; Bilim insanlarının yaptığı çalışmalar, GDO'ların güvenliği konusunda önemli sorunların varlığını ortaya koyuyor. 120 bin üyesi olan Britanya Tıp Birliği tarafından geçen aylarda yayınlanan bir demeçte, GDO'ların alerjiye neden olabileceği, sağlık üzerinde orta ve uzun vadede ortaya çıkabilecek etkileri hakkındaki araştırmaların yeterli olmadığı ifade ediliyordu. ABD'de yapılan araştırmalar ise GDO'lu tarımın başlamasını takip eden 8 yıl içinde 60 milyon kilo daha fazla ilaç (pestisit) kullanıldığını gösteriyor. Çevrecilerin dikkat çektiği bir tehlike de biyolojik çeşitliliğin tehdit altında olması. GDO'ların patent altına alınması ile çiftçilerin patent hakkı ödemeleri ve her yıl tekrar tohum almak zorunda kalmaları, sosyoekonomik açıdan olumsuz etkiler yaratıyor. Bu durum, çiftçilerin tohum şirketlerine olan bağımlılığını artırıyor. GDO'lu tarım yapan ülkelerin ihracatlarında ciddi düşüşler ortaya çıkıyor. 1995'te ABD AB ülkelerine 3,3 milyon ton mısır satarken bu rakam 2002'de 25 bin tona düşmüş durumda. GDO'ların dünyadaki açlığa çare olacağı iddiası, biyoteknoloji şirketlerinin propagandasından ibaret. Dünyadaki açlık problemi, pahalı ve patente dayalı bir teknoloji ile çözülemez. Monsanto gibi şirketlerin GDO'lu ürünleri üretmelerinin nedeni daha fazla kar elde etmektir. Dünya çapındaki tohum satışının yüzde 90'ından fazlasına sahip olan Monsanto, kötü geçmişiyle tanınıyor. Turuncu Ajan olarak adlandırılan ve Vietnam'da sivillere karşı kullanılan kimyasal silahın üreticisi olan bu şirket, birdenbire hayırsever bir kuruluşa dönüştüğüne kimseyi inandıramaz. Biz, Dünya Dostları olarak, GDO'lar hakkındaki yayınlarımızla ve Türkiye'deki canavar balon turuna benzer faaliyetlerle kamuoyunu aydınlatma çalışmaları yürütüyoruz. Öte yandan, GDO'larla ilgili yasal düzenlemelerin çıkarılması için yetkililere baskı yapıyoruz.


Norveç Gen Ekolojisi Enstitüsü'nden Dr. Arpad Pusztai;

İnsanları beslemek en son kaygıları Genetik olarak değiştirilmiş besinler ve mahsullerle ilgili en ciddi problem, güvenli olup olmadıkları hakkında bilgi sahibi olmamızdır. Bu konuda, bağımsız ve şeffaf çalışmalar yapılmadığı sürece de bu bilgiye sahip olamayız. Sonuçları önceden tahmin edilemeyecek ve geri dönüşü olmayan bir teknoloji ile karşı karşıyayız. Transgenik ürünlerin güvensiz olduğunu öğrendiğimizde çok geç olabilir çünkü, hiç kimse genetik değişim süreçlerini geri çevirmeyi başaramadı. İngiltere'deki Rowett Araştırma Enstitüsü'nde, genetik olarak değiştirilmiş patatesler üzerinde çalışma yaptık ve yapılan genetik değişikliğin patateslerin besleyici özelliğini azalttığını tespit ettik. Ayrıca, bu patateslerle beslenen sıçan gibi küçük memelilerin sindirim sistemlerinde kabul edilemez değişiklikler ortaya çıktı. Bu değişiklikler, özellikle genç ve hızlı büyüyen hayvanlarda daha zararlı bir etkiye sahip. Rowett'te 1990'dan 1998'in sonuna kadar birçok ulusal ve uluslararası programın yürütücülüğünü üstlendim ancak transgenik patateslerle ilgili çalışmamdan sonra sözleşmeme zamanından önce son verildi ve 1999 yılında sözleşmem yenilenmedi. Hükümetten gelen politik baskılar sonucunda, bağlı bulunduğum enstitü beni susturmak istedi fakat başaralı olamadılar. Monsanto gibi çokuluslu biyoteknoloji şirketleri, satabilecekleri kadar çok tohum satmak istiyorlar ve bu yüzden de çiftçilerin ürünlerinden tohum elde etmelerine izin vermiyorlar. Daha şimdiden, dünyadaki tohum pazarının yarısı birkaç çokuluslu şirketin elinde ve bu pazarda bir tekel yaratmak istiyorlar. İnsanları beslemek, bu şirketlerin en son kaygıları. Ne olursa olsun, genetik olarak değiştirilmiş tohumlarla yapılan tarım geleneksel tarımdan daha pahalı çünkü bu şirketler çiftçilerden teknoloji masrafı talep ediyorlar.

Yarın: GDO'lar Türkiye'ye giriyor, yetişiyor, tüketiliyor

ÖNCEKİ HABER

Elbiselerinden tanıdık

SONRAKİ HABER

Kadına yönelik şiddet protesto edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...