15 Kasım 2004 22:00

Doktor patron oluyor

"Bu sistemde doktor patron oluyor. Sendikalaşma ve toplusözleşme yok. Sağlık ocaklarında çalışan personel ekip hizmeti verirken aile hekiminin persformansına bakılacak. Aile hekimi denilen hekim işine ve topluma yabancılaşmış olacak."

Paylaş
Hükümet, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın ayaklarından biri alan "Aile Hekimliği"ni 1 Ocak 2005 yılında uygulayacağını söylüyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın "Herkes istediği hekimi seçebilecek" sözlerinden başka hiçbir açıklama yapmadığı Aile Hekimliği'nin nasıl uygulanacağı ise tam bilinmiyor. Sağlık ocaklarının 'Aile Hekimliği' sistemine geçilmesi durumunda tamamen bitirileceğini söyleyen Pratisyen Hekimlik Derneği Genel Sekreteri Erkan Kapaklı'ya bu konuda akıllara takılan soruları yönelttik.

Sağlık ocaklarının kuruluşunu ve çalışma biçimini anlatabilir misiniz? Sağlık ocakları ile ilgili yasa tasarısı 1960 yılında hazırlandı ve 1963'te de sağlık ocağı kavramı ortaya çıktı. Buna göre 25 bin nüfusa sahip olan her yerde sağlık ocağı açılması gerekiyor. Sağlık ocaklarının görevi ise hem koruyucu hem de tedavi edici hizmetleri yapmaktır. Kısacası sağlık ocaklarının bulundukları bölgedeki bütün hastalıklara bakması gerekiyor. Bunların dışınca sağlık ocaklarının çevre sağlığı ile ilgili sorumlulukları da vardır. İçilen suları, gıdaları denetler. Mesala sağlık ocağında çalışan ebenin asıl görev yapması gereken yer sokaklardır. Ebelerin ev ev gezip tespit fişi yapması gerekiyor. Ailedeki herkesin ayrı ayrı tespit fişi yapılarak kimin hangi hastalığı ne durumda olduğu tespit edilecek. Bunu yaparken sadece hastalıkları tespit etmez ailenin içinde bulunduğu ekonomik durumu da tespit eder. Kişinin sorunu, ailenin sorunu, bölgenin sorunu ve sonunda Türkiye'nin sağlık problemi ortaya çıkar. Bütün bu hizmetler ücretsiz yapılıyor.

Söyledikleriniz sağlık ocaklarında yapılabildi mi? Yaklaşık 4 yıl boyunca bu sistem muazzam bir şekilde işledi. Sağlık ocaklarına ayrılan kaynaklar 1980 sonrasında ciddi bir şekilde azalmaya başladı. Sağlık ocakları kaderine terkedildi. Elektrik faturaları ödenmediği için elektrikleri suları kesilen, kışın yakıt paraları olmadığı için gocuklarla görev yapmaya çalışan meslektaşlarımız var. Buna devlet kendince bir çözüm buldu ve sağlık ocaklarına vakıf kurdu. Gelen vatandaştan sağlık ocaklarının giderlerine ayrılmak üzere bağış toplanmasını istendi. Bu durum giderek zorunlu hale getirildi. Ve daha sonra muayene olmaya gelen vatandaştan makbuz karşılığı para kesilmeye başlandı. Ardından vakıflar kuruldu ve bu vakıfları Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bağlandı. Sonrada denildi ki "Sağlık ocaklarında vakıflar aracılığı ile toplanan paranın bir kısmını sağlık ocaklarına için bir kısmını da Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne vereceksin". Vatandaşın gönüllü verip vermemesi tartışılan bir paradan bütçeler fonlar oluşturuldu. Daha sonrada denildi ki "Zaten sağlık ocakları vakıflar aracılığı ile para topluyorlar neden biz para gönderelim ki"? Göndermeleri gereken parayı göndermez hale geldiler. Muayene için alınan para 2 milyondu, şimdi 6 milyon oldu.

Birinci basamakta görev yapması gereken pratisyen hekim nasıl bir eğitimden geçiyor? Pratisyen Hekimlik Derneği'nin de üyesi olduğu Avrupa Genel Pratisyenler Birliği (UEMO) der ki "Pratisyen hekimlik ayrı bir tıp disiplinidir". 6 yıllık tıp eğitimi temel tıp eğitimidir. Tıp fakültesini bitiren hekimlerin karşısında iki seçenek vardır. Ya belli bir alanda uzmanlaşıp uzman olur ya da paratisyen hekim olur. Pratisyen hekim diğer sağlık kuruluşlarında da çalışabilir ancak asıl görev yapması gereken yer sağlık ocağıdır. Genel pratisyen olmaya karar veren hekim sağlığın geneline bakar. UEMO pratisyen hekim olmak isteyenlerin 3 yıl eğitim görmesi gerektiğini söyler. Bu eğitimin de en az yarısını görev yaptığı yerde yani sağlık ocaklarında diğer yarısını da hekimlikte kullanacağı alanlarda dahiliye, kadın doğum gibi alanlarda yapması gerekiyor. Geçen yıl UEMO bu süreyi 5 yıla çıkardı. Gerekçesi de "Herhangi bir alanda uzmanlaşmak için 5 yıl eğitim görülüyorsa bütün alanlarda bilgi sahibi olmak için 5 yıl eğitim görmek gerekiyor. AB üyesi olan ve mesleki eğitimi 3 yılın altında olan bir tek İtalya var. AB'ye girmek isteyen Türkiye'de ise mesleki eğitim yok.

Pratisyen hekimin yeterli bilgiye sahip olmadığı yönünde bir görüş var... Türkiye'de yapılan şu; Tıp eğitimini tamamlayan hekim sağlık ocaklarında çalışır ve paratisyen hekim olur. Bu uygulama pratikne neye dönüşüyor? Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) kazanamayan hekim pratisyen hekimdir. Böyle olunca da halka bir mesaj veriyorsunuz "Uzman doktor daha iyi bilen doktordur, pratisyen hekim daha az bilen bilen doktordur."

Şu anda Sağlıkta Dönüşüm Programı içinde "Aile Hekimliği" önemli bir yer tutuyor. "Aile Hekimliği" nasıl uygulanacak? "Sağlıkta Dönüşüm" deniliyor ama bu bir dönüşüm değil. 1986'lara kadar varan bir seneryonun güçlendirilmesidir. Sağlık ocakları bilinçli bir şekilde zayıflatıldı ve "Aile Hekimliği" sistemiyle de sağlık ocaklarının çalışma biçimi yok edilmeye çalışılıyor. Bakanlık diyor ki uzmanlara da eğitim vererek aile hekimi yaparız. Bir dönem bu eğitimin süresi 10 gün diye geçiyordu. Şimdi ise belli değil.

Aile hekimleri nerelerde çalışacaklar? Aile hekimi sağlık ocağında da, sağlık biriminde de muayenehanede de çalışabilir. Hekim ilk işe başlandığında bir eşitsizlik oluyor. Bir doktor parası olmadığı için içine az cihaz koyabilir zengin olan doktor ise içine son teknoloji aletler yerleştirebilir. Ve insanlar tarafından fazla tıbbi cihazı olan doktor tercih edilecektir. Doktor isterse ebe, hemşire şoför gibi personel çalıştırabilir. Yanında çalışan personelin durumu ise tamamen doktora bağlı. Bu sistemde doktorlar patron oluyor. Bu durumda doktorlar memur da işçi de değil. Sendikalaşma ve toplusözleşme hakları yok. Sağlık ocaklarında çalışan personel ekip hizmeti verirken aile hekiminin persformansına bakılacak. Aile hekimi denilen hekim iş güvencesi olmayan yanlızlaşmış, işine ve topluma yabancılaşmış bilimsel çalışmadan uzak olacak.

Aile Hekimliği'ne geçilirse pratisyen ve uzmanların hepsi iş bulabilecek mi? Bu ülkede 90 bin hekim var. En az 60 bini pratisyen ve uzman hekim. 2 bin 500 olan listeyi 3 bine çıkarsak 30 bin tane hekim çalıştırılacak. Diğer 30 bin hekim işsiz kalacak.

Sağlık Bakanı tarafından "İsteyen istediği hekimi seçecek" deniyor bu mümkün mü? Daha çok eleman çalıştıran daha çok alete sahip olan doktorlar vatandaş tarafından tercih edilecek. Yoğunluğu düşündüğümüz zaman da o kuyrukları beklemektense muayenehanesi olan hekimleri seçilmeyecek mi? Hekimler günde 7.5 saat poliklinik hizmeti yapacak. Bulgaristan aile hekimliği sistemine bizden önce geçti. Sağlık Bakanlığı'nın yetkilileriyle birlikte toplantıya katılmak için ben de gittim. Soruyorum insanlara "Hasta olduğunuz zaman ne yapıyorsunuz"? 1-İlaç alıyorum 2- Muayenehaneye gidiyorum. (Mecbur olduğum zaman) "Yüzde 6 prim ödüyorsunuz neden aile hekimlerine gitmiyorsunuz" soruma karşılık da "Aile hekimleri çok kalabalık ve orda yeteri kadar ilgilenmiyorlar" cevabını aldım. Yüzde 6 prim ödüyorsunuz bir de başka bir doktora para verip tedavi oluyorsunuz. Sistem insanlardan ne kadar para çekeceğini düşünüyor.

Aile Hekimliği'nin sakıncaları nelerdir? Daha fazla para kazanmak için Aile Hekimliği daha çok teknoloji ve ilaç kullanımı getirecek. Bu giderler kamudan karşılanmayacak. Artan maliyetlere cepten katkı zorunluluğunu getirecek. Parası olanlar tedavi olacaklar. Sağlık göstergeleri bozulacak. Mesela Bulgaristan şu anda aşı oranlarını bilmiyor. Aile Hekimliği'nin uygulandığı Avusturya da ise kayıt sistemi tartışılıyor. Aile hekimini değiştirmek isteyen insanlar diğer bir hekime gittiğinde kayıtları isteniyor ama ilk gittiği doktor bunu etik nedenlerle ya da hastasını kaybetmemek için vermiyor. Bu soruna çözüm aranıyor. Şu anda yapılanlar ne olacağını bilinmeden denemeler yapılıyor. Ama ne olacağını çok iyi bilen biri var. Dünya Bankası ve uluslararası tekeller. Bu sisteme geçerlerse daha çok para kazanacaklar.


Erkan Kapaklı KİMDİR? 1968 Samsun doğumlu. Samsun, Tokat ve Bingöl'de ilkokulu tamamladı. Samsun Anadolu Lisesi mezunu 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1994 yılında mezun oldu. Mezun olduğundan itibaren Birinci Basamakta çalıştı; Sakarya Akyazı'da Merkez Sağlık Ocağı hekimi 1 yıl Sakarya Akyazı Sağlık Grup Başkanı 1 yıl Sakarya İl Bulaşıcı Hastalıklar Şube Müdürü 1 yıl Kadıköy Sağlık Grup Başkanlığı 4 yıl 1,5 yıldır Kadıköy Moda Sağlık Ocağı'nda çalışıyor. 2001- 2003 TTB Genel Pratisyenlik Enstitüsü Yönetim Kurulu üyeliği 2002- 2004 İstanbul Tabip Odası Yedek Yönetim Kurulu üyeliği 2001 yılından bu yana Pratisyen Hekimlik Derneği Genel Sekreterliği görevini yürütüyor.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Küçükçekmece Gölü
   son nefesini veriyorElif Görgü Küçükçekmece Gölü'nde, 'alg' adı verilen yeşil yosun tabakasının yüzeyi kaplaması ve artan balık ölümleri, göldeki kirliliği yeniden ülke gündemine taşıdı. Yıllardır arıtma yapmadan atıklarını göle ya da bağlantı derelerine boşaltan bazı sanayi tesisleri kamuoyunu yatıştırmak için kapatıldıysa da hâlâ yüzlerce tesis gölü kirletmeye devam ediyor. Konunun uzmanları, denizle bağlantısı olan bir lagün olması nedeniyle biyolojik çeşitlilik bakımından önemli bir niteliğe sahip gölün son nefesini verdiğini söylüyorlar. Gazetemize konuşan Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube yöneticileri Özlem Ergenler ve Örgen Uğurlu, gölün kurtulabilmesi için bir an önce sanayiden atık akışının durdurulması gerektiği uyarısında bulundular.

13 yılda olan oldu Küçükçekmece Gölü ve havzasının 1984 yılında endüstriyel yapılaşmanın önünün açılması için koruma alanı olmaktan çıkarıldığını hatırlatan Özlem Ergenler, o günden sonra yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı: "1997 yılında göl tekrar koruma alanına alındı ancak 13 yılda olan oldu zaten. Şu anda göle yılda 15 milyon metreküp atık boşaltılıyor. 1995 yılında kapatılana kadar ise hemen yanında Halkalı çöplüğü bulunuyordu ve bu çöplükte de kontrolsüz depolanma söz konusuydu. Tüm inşaat hafriyat atıkları, katı atıklar, endüstrinin tehlikeli atıkları buraya atılıyordu. 1995 yılında çöplüğün rehabilite edilmesine kadar bu atıklar göle de karışıyorlardı." Bugüne kadar göl için ciddi bir çalışma yapılmamasını, Türkiye'nin doğal hayatı korumaya yönelik bir çevre politikası bulunmamasına bağlayan Ergenler, Havza Yönetim Planı olmamasına da dikkat çekti. Ergenler, yürütmede olan Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği'nin de uygulanmadığını ve denetim yapılmadığını vurgulayarak, "Artık göle herhangi bir atık suyun deşarjının engellenmesi gerekiyor." dedi.

ÖNCEKİ HABER

SINIRLI BAYRAMLAŞMA

SONRAKİ HABER

Okumak için her gün 16 kilometre yürüyorlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...