14 Kasım 2004 22:00

'Entegrasyon için
   yeni olanaklar yaratılmalı'

Almanya'yav göçen Türkler üzerine 40 yılı aşkın bir süredir çalışmalar yapan Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Türkiye'den göçenlerin halen bir entegrasyon sorunu çektiklerini vurguladı. Prof. Unat, "Bu entegrasyonun sağlanması için yeni bir takım olanaklara ihtiyaç vardır" dedi.

Paylaş
Almanya'yav göçen Türkler üzerine 40 yılı aşkın bir süredir çalışmalar yapan Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Türkiye'den göçenlerin halen bir entegrasyon sorunu çektiklerini vurguladı. Prof. Unat, "Bu entegrasyonun sağlanması için yeni bir takım olanaklara ihtiyaç vardır" dedi.

"Konuk İşçilikten Ulusötesi Vatandaşlığa: Bitmeyen Göç" isimli kitabınızda bir yerde "göç hiç bitmeyecek" diyorsunuz. Gerçekten insanlık tarihinde göç hiç bitmeyecek mi? Bitmeyecek. Çünkü küreselleşme süreci sermayenin serbest dolaşımından doğduğu ve sermaye her zaman kendi karını en azami düzeye çıkarmak istediği için emeği en ucuza mal edeceği yeri her zaman arayacaktır. İnsanoğlunun tarihine baktığımız zaman göç olayının sürekli devam etdiğini görürüz. İnsanoğlu kendine daha iyi yerleşim yerleri aradı, siyasi baskının olduğu yerde daha iyi yaşayabileceği ortam aradı. Daha sonra da ekonomik şartlar göç hareketlerini yarattı. Daha ilerisini bilemem ama 2 binli yıllarda da göç olayı bitmeyecek görüşündeyim.

Almanya'daki Türkiyelilere yönelik politikalar nasıl dönemlerden geçti? Şimdi bir kere 60'lı yıllarda öngörülen çok kısa bir süreli bir göçtü. Rotasyon prensibine dayanıyordu. Sınırlıydı. Sürekli yenilenecekti. Rotasyon ilkesinin iflas ettiği görülünce gene süreli göç esas alındı. Yani bir gün dönecekler diye düşünüldü. 1970'de petrol krizi çıktıktan sonra istihdamı durdurma kararı alındı. Ondan sonraki göç illegal yani iltica yoluyla devam etti. Ailelerin birleşiminden sonra da Almanya bir göç ülkesi olmadığını açıkladı ve etkili uyum politikalarını uygulama yoluna gitmedi. Politikacılar her zaman entegrasyonu işlediklerini söylüyorlar. Ama bunun için gerekli yapısal değişiklikleri kismen yapıyorlar. Başlangıçta yalnız gelen erkekler eşlerini ve çocuklarını da getirdiler. Ailelerin gelmesiyle göç yapısal değişiklikler gösterdi mi? O dönemde çocuklar fazla hesaba katılmadı. 16 yaşına kadar olan çocukların eğitim problemleri üzerine düşünülmedi. Bunların hepsi için zaman içerisinde kısa süreli politikalar üretildi. Yani Türkçe deyimiyle yumurta kapının önüne geldiği zaman politikalar üretildi. Uzun vadeli politikaların üretildiğini söylemek çok zor. Çünkü bütün Avrupa göçmenlerin entegrasyonunu gerçekleştirmiş sayılmıyor ki. Türkiye'den gelenlerle birlikte başka ülkelerden gelen göçmenler için de aynı sorunlar söz konusu. Yani Avrupa'da farklı değerlendirmeye tabi tutulan, göçmen statüsünde on beş milyon insan var. Avrupa'nın büyük idealleri olan özgürlük, kardeşlik, eşitlik gibi kavramlardan yararlanamayan insanlar bunlar. İki dilli yada iki dili de iyi bilmeyen kuşaklar yetişti. Şimdi 40 yıl sonra, üçüncü kuşağın içinde çok iyi Almancayı bilenler var. Haklarını savunanlar var. Kenarda kalanlar da var. Yani sonuç şöyle diyebiliriz, kişisel gayretiyle, iradesiyle çoğunluk toplumuna girmeye azmedenler başardı. Ama bir çok çaba, 'proje' bazında kaldı.

Ne tür projeler bunlar? Proje denildiği zaman benim tüylerim diken, diken oluyor. Proje demek, çok küçük bir şey demektir. Yani orada başarılı da olunsa orada kalacak demektir. Mesela iki dilli öğretim. Yararlı olabilir. Pedagoglar söylüyor, Türkçe bilen çocuk Almanca öğrendiği zaman başarılı olacak. Çünkü ifade kabiliyetini geliştirecek. Ama bu proje Berlin'de bir okulda yapıldı. Ve orada kaldı. Başarılı bir proje yaygınlaştırılmıyor. Burada genel bir suçlama yerine sorun görülmüyor demek lazım. Kötü bir niyetle baltalamaktan ziyade gözardı ediliyor sorunlar. Görmezden geliniyor. Ve zaman da geçiyor. Daha büyük sorunlar ortaya çıkıyor. Şimdi Avrupa'nın çok büyük sorunları var. İşsizlik, sosyal devletin kaldırılması, duvarın yıkılmasından sonra yapılan birleşme vesaire. Acil gelişen sorunların yanısıra bir de azınlıklar var. Yalnız Türkler değil. Temel hak ve özgürlükler hayata geçirilmeyince sorunlar ortada kalıyor.

Kitabınızın sonunda Türkiye'nin Avrupa'daki Türkiyelilere yönelik "yeni şeyler" söylemesi gerektiğini ifade ediyorsunuz ve Mevlana'nın "yeni şeyler söylemek lazım' şiiri ile noktalıyorsunuz. Türkiye açısından bu yeni şeyler ne olabilir? Şimdi mesele şurada: Avrupa'nın homojen ulusal devletlerden oluşan yapısı, özellikle 1950'lerden sonra fevkalede bir şekilde değişti. İsveç bundan 35 sene önce homojen bir toplumdu, şimdi ise tamamiyle heterojen yani çeşitli uluslardan oluşan, burada Türklerin de içinde bulunduğu bir toplum haline geldi. Küçük bir devlet olduğu için oradaki sosyal demokrat hükümet göçmenlere ilişkin sorunları daha kolay çözdü. Çünkü küçük bir devlet bazı sorunları daha kolay çözebilir. Ama Türk hükümeti de taşıma suyla bu sorunları gideremiyor. Buradaki entegrasyonun gerçekleştirilmesi, Türkiye ile olmaz. Türk hükümeti sürekli sinyal gönderebilir, uyarı yapabilir, talepleri dile getirir, bu arada kendini tanıtmaya çalışır. Kendini tanıtması son derece önemli. Yarın öbürgün bir takım insanlar da Türkiye'ye geri dönecek. O da bir göç hareketi olacak. Ama Türk hükümetinin yurtdışında yaşayan Türkiyelilerin uyum sorununu çözecek bir numaralı odak olabileceğini söylemek abartılıdır. Bunu göçü kabul eden ülkelerin yapması gerekiyor. Örneğin Almanya'da hükümetler neler yapabilirdi? Savaştan sonra Almanya zengin bir ülke haline geldiyse bunda başta Türkler olmak üzere yabancı işçilerin alın teri, emeği vardır. Sonra deniliyor ki, bu kadar yaşadığınız bu ülkede, bu zaman içerisinde halen entegre olmadınız. O zaman sormak gerekiyor, 'ne yaptınız entegrasyon için?" Efendim, okullar herkese eşit fırsatlar veriyor deniliyor. O zaman şunu sormak gerekiyor, 'siz ikinci dili öğrenmek açısından anaokul öğretimini zorunlu kıldınız mı?' Peki ama farklı bir kültürden gelen bir grup çocuğunu belki anaokula vermek istemez. Ama hiç bir resmi kültür damgası taşımayan resmi bir okula gönderir. Özellikle eğer şart koşulursa. Ben çok iyi hatırlıyorum ki, ben Münih'te de hocalık yaptım. O zaman oğlum küçüktü. Yabancılar Dairesine gidip oğlumu da yazdırmak istedim. Bana dediler ki "16 yaşına kadar biz çocukları kaydetmiyoruz." Bunun anlamı şudur: 16 yaşına kadar olan çocuğun okula gidip gitmediğini Alman otoriteleri denetlemiyor. Alman yasalarına göre her anne-baba çocuğunu okula göndermek zorundadır. Göndermediği takdirde cezası var. Ama bu Almanlar için geçerliydi. Okula gitmek yasal zorunluluk olduğunda her anne-baba çocuğunu okula göndermek zorunda kalırdı ve farklı bir kültürden çocuklara da Almanca daha iyi nasıl öğretilir diye düşünülmesi gerekirdi. Yani benim sürekli söylemek istediğin şey: bazı konular tartışılmadı zamanında.

Euro-Türk neyi ifade ediyor? Etnik kökeni ne olursa olsun Türk, Kürt, Alevi, Türkiye'de doğmuş çeşitli uluslara mensup insanların, Türkiyelilerin kalıcı olarak Avrupa'ya yerleşmeleri ve burada yaşayan halkı temsil etmelerini. Ama bu halk, bu topluluk burada homojen değil. Kimi kendini politik bir davaya adamış, kimi dine bağlı yaşar, kimi sadece aşırı ulusalcı kimlik taşır. Bunlar var. Ama entegre olmak isteyen insanlar da var. Entegre olmuş insanlar var. İki tarafa da aynı şekilde kendini bağlı sayan insanlar var. Benim zaten Almanca olarak çıkacak kitabımın ismi de o. "Bitmeyen Göç. Konuk İşçiden Euro-Türk'e".

Lobiciliğin faydası var mı? Türkiye bir çok yenilikler yapıyor. Daha demokratik dernekler kanunu henüz çıkmadı, çıkmak üzere. O zaman uluslararası temaslar çok daha kolaylaşacak. Ama şimdiye kadar Dernekler Kanunu çok kısıtlayıcıydı. Ve uluslararası temaslar pek arzu edilen şeyler değildi. Ama bundan sonra öyle anlaşılıyor ki, daha da kolaylaşacak. Bir lobi çalışması tek başına işi bağlamaz ki. Lobi çalışması nedir? Yasa yapan parlamenterleri etkilemek, onlara bilgiler vermek. Ama arkası gelmezse, bu çalışma istenilen sonucu vermez. Yani her düzeyde çalışmalar gerekiyor. Uluslararası müzakerelerde Türkiye var. Sosyal gerçek olarak Türkiye yok. Bunu değiştirmek lazım.




Nermin A. Unat KİMDİR? Viyana'da doğdu. İzmir Kız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Amerika'da lisans üstü eğitim aldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde görev yapan ilk kadın asistan oldu. Avrupa'nın çeşitli üniversitelerinde konuk profesör olarak çalıştı. 1978'de Almanya Cumhurbaşkanlığı Yüksek Liyakat Madalyası verildi. Göçmen işçiler ve göçmenlikle ilgili araştırmaları olan Abadan- Unat'ın aralarında Avrupa'da Türk İşçileri ve Avrupa'da Türk Kadınları'nın da bulunduğu çok sayıda basılmış kitabı var. Son kitabı Bitmeyen Göç- Konuk işçilikten ulus ötesi yurttaşlığa adını taşıyor.

ÖNCEKİ HABER

Sahne tozuna anne karnında alıştı

SONRAKİ HABER

Alman bakan Türkiye'ye geliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...