12 Kasım 2004 22:00
Eski bayramların kötüsü
Gelenektir, bayram geldi mi gençler bile "bayram da eskidenmiş" derler. Oysa ilerdedir "yaşanacak bayramların en güzelleri." Bugünün yaşam zorluklarını unutturacak çok eski bir bayram dönemini aktarmak istiyorum size.
4. Murat'ın tahta çıkışından dokuz yıl sonraki sipahi ve yeniçeri ayaklanmasının kargaşasında yaşanmış bir ramazan ve onu izleyen bayram günleri. Tarihçiler, bu olayların Murat'ın zorbalığını hazırladığını söylerler. Ben alıntıları 4. Murat'la ilgili belgesel bir roman yazmış olan Adnan Özyalçıner'in anlatımından özetleyerek aktarıyorum:
1632'nin Ramazan'ı "1632 yılının Ramazan'ı, Mart'ın yirmi ikinci günü girmişti. Ayaklanmaların başıbozuk bir şehir haline getirdiği İstanbul'da ne ramazanın ne de bayramın mutluluğu yaşanabildi. Sipahi kıyafetine giren hepsi silahlı baldırı çıplaklarla birtakım serseriler ve kabadayılar semt semt toplanarak içki sofraları kurup kötülüklerini sürdürdüler. Kimi güzel yüzlü kimi de acayip dev kadar koca koca heykeller, kuklalar yaptılar. Sokaklara kandilleri sıralayarak "yer mahyaları" kurdular... Davul zurna eşliğinde "Allah Allah" diye bağırarak ellerinde meşalelerle peşlerine takılanlarla birlikte uzun eğlence alayları halinde İstanbul sokaklarını dolaşmaya başladılar. Halktan zorla mahya sergileri, kukla eğlenceleri için para topladılar. İleri gelenlerle zenginlerin kapılarına bunlardan birtakımı gelir , bahşişini alıp giderken köşe başından bir yenisi sökün ederdi... Kuklalarını çengilerini oynatır, kumaş gibi armağanlarla nakit olarak akça alırlardı. Varlıklı diye gözlerine kestirdikleri bir ev ya da konaktan yüz kuruş verilse almazlar, "Buraya bin kuruş baha biçtik onu isteriz" derlerdi. İstedikleri bahşiş verilmez ya da bahşişin kapıya getirilmesi biraz gecikirse ellerindeki meşaleleri konakların, evlerin geniş saçaklarıyla şahnişlerine tutarak bağırırlardı: "Beş yüz kuruş, bir top çuha ile iki top kumaşı hemen getirmezseniz konağı yakarız!" Ardından ellerindeki meşalelerle saçakları tutuştururlardı. Evin sahibi Tanrı'dan korkmayan, kuldan utanmayan bu serserilerin ayağına kapanır, yalvara yakara saçağı tutuşturan alevleri söndürttükten sonraysa istediklerini fazlasıyla verirdi. Bu sahnelerin yüzlercesi 1632 yılı Ramazan'ı boyunca , her gece yaşandı. Orta halli evlerde yaşayan İstanbul halkı , ağalar, paşalar gibi, evlerinde, armağan edilecek hazır eşya ile top top kumaş bulunmadığından taze gelinlerle evlenecek kızların sandıklarındaki, sepetlerindeki çeyizlerini dağıtmak zorunda kaldılar. Bayramda da zorla haraç almanın arkası kesilmedi. Kendini bilmeyen, hiç kimseden çekincesi olmayan bu serseri ordusu bayram günü sokaklara salıncak kurup devlet adamlarını , İstanbul'un ileri gelen zenginlerini, kibarlarını, düğüne çağırır gibi kırmızı dipli mumlarla bayram salıncaklarına çağırdılar. Gelenler çuhalar, kumaşlar, bohça bohça çamaşır, giyecek ve daha bin türlü bayram armağanı getirdiler. Her salıncakta bir dükkânı dolduracak kadar mal toplandı.
Mumlar Bir kişiye bir mumdan fazla mum da gönderilirdi. Her mumun üstündeki kağıtta o mumun hangi salıncağa ait olduğu yazılırdı. Kimi vezirlere, mal varlıklarına göre , yüz ya da yüzün üstünde mum gönderildi. Çok mum alanlar, salıncaklara götürecekleri armağanların bir listesini yapıp arabalara yükledikleri armağan denklerini , salıncakları tek tek dolaşarak listeye göre dağıttılar. Sonunda bu mumla çağrı işini o kadar ileri götürdüler ki, Kösem Sultan'la Sultan Murat da kırmızı dipli mumlarla salıncağa binmeye çağrıldı. Kendileri gelmediler ama armağanları arabalarla gönderildi. Kösem Sultan'la Sultan Murat'a kaç yüz mum gittiği de , gönderilen armağan yüklü arabaların sayısı da bilinmiyor." 1632 yılı Ramazan'ı ve Ramazan Bayramı'nda alınan onca haraç har vurulup harman savrulmuş. Herhal ilerdedir bizim yaşayacağımız bayramların en güzelleri...Şimdilik sohbetimizde yağmaya verilen mallarımızın kederi.
1632'nin Ramazan'ı "1632 yılının Ramazan'ı, Mart'ın yirmi ikinci günü girmişti. Ayaklanmaların başıbozuk bir şehir haline getirdiği İstanbul'da ne ramazanın ne de bayramın mutluluğu yaşanabildi. Sipahi kıyafetine giren hepsi silahlı baldırı çıplaklarla birtakım serseriler ve kabadayılar semt semt toplanarak içki sofraları kurup kötülüklerini sürdürdüler. Kimi güzel yüzlü kimi de acayip dev kadar koca koca heykeller, kuklalar yaptılar. Sokaklara kandilleri sıralayarak "yer mahyaları" kurdular... Davul zurna eşliğinde "Allah Allah" diye bağırarak ellerinde meşalelerle peşlerine takılanlarla birlikte uzun eğlence alayları halinde İstanbul sokaklarını dolaşmaya başladılar. Halktan zorla mahya sergileri, kukla eğlenceleri için para topladılar. İleri gelenlerle zenginlerin kapılarına bunlardan birtakımı gelir , bahşişini alıp giderken köşe başından bir yenisi sökün ederdi... Kuklalarını çengilerini oynatır, kumaş gibi armağanlarla nakit olarak akça alırlardı. Varlıklı diye gözlerine kestirdikleri bir ev ya da konaktan yüz kuruş verilse almazlar, "Buraya bin kuruş baha biçtik onu isteriz" derlerdi. İstedikleri bahşiş verilmez ya da bahşişin kapıya getirilmesi biraz gecikirse ellerindeki meşaleleri konakların, evlerin geniş saçaklarıyla şahnişlerine tutarak bağırırlardı: "Beş yüz kuruş, bir top çuha ile iki top kumaşı hemen getirmezseniz konağı yakarız!" Ardından ellerindeki meşalelerle saçakları tutuştururlardı. Evin sahibi Tanrı'dan korkmayan, kuldan utanmayan bu serserilerin ayağına kapanır, yalvara yakara saçağı tutuşturan alevleri söndürttükten sonraysa istediklerini fazlasıyla verirdi. Bu sahnelerin yüzlercesi 1632 yılı Ramazan'ı boyunca , her gece yaşandı. Orta halli evlerde yaşayan İstanbul halkı , ağalar, paşalar gibi, evlerinde, armağan edilecek hazır eşya ile top top kumaş bulunmadığından taze gelinlerle evlenecek kızların sandıklarındaki, sepetlerindeki çeyizlerini dağıtmak zorunda kaldılar. Bayramda da zorla haraç almanın arkası kesilmedi. Kendini bilmeyen, hiç kimseden çekincesi olmayan bu serseri ordusu bayram günü sokaklara salıncak kurup devlet adamlarını , İstanbul'un ileri gelen zenginlerini, kibarlarını, düğüne çağırır gibi kırmızı dipli mumlarla bayram salıncaklarına çağırdılar. Gelenler çuhalar, kumaşlar, bohça bohça çamaşır, giyecek ve daha bin türlü bayram armağanı getirdiler. Her salıncakta bir dükkânı dolduracak kadar mal toplandı.
Mumlar Bir kişiye bir mumdan fazla mum da gönderilirdi. Her mumun üstündeki kağıtta o mumun hangi salıncağa ait olduğu yazılırdı. Kimi vezirlere, mal varlıklarına göre , yüz ya da yüzün üstünde mum gönderildi. Çok mum alanlar, salıncaklara götürecekleri armağanların bir listesini yapıp arabalara yükledikleri armağan denklerini , salıncakları tek tek dolaşarak listeye göre dağıttılar. Sonunda bu mumla çağrı işini o kadar ileri götürdüler ki, Kösem Sultan'la Sultan Murat da kırmızı dipli mumlarla salıncağa binmeye çağrıldı. Kendileri gelmediler ama armağanları arabalarla gönderildi. Kösem Sultan'la Sultan Murat'a kaç yüz mum gittiği de , gönderilen armağan yüklü arabaların sayısı da bilinmiyor." 1632 yılı Ramazan'ı ve Ramazan Bayramı'nda alınan onca haraç har vurulup harman savrulmuş. Herhal ilerdedir bizim yaşayacağımız bayramların en güzelleri...Şimdilik sohbetimizde yağmaya verilen mallarımızın kederi.
Evrensel'i Takip Et