07 Eylül 2004 21:00

Panayır komedisi

İzmir'e göç ettiğimiz 12 yıl öncesinden bu yana izliyorum, "İzmir Enternasyonal Fuarı" denilen "İzmir Panayırı"nı.

Paylaş
İzmir'e göç ettiğimiz 12 yıl öncesinden bu yana izliyorum, "İzmir Enternasyonal Fuarı" denilen "İzmir Panayırı"nı. Bu yıl ki panayır, diğerlerinkinden biraz farklıydı. Bir kere, süre 10 güne indirilmişti. Bir de resmi olarak kokoreççiler, lahmacuncular, köfteciler yasaklanmıştı. Güya panayır müşterilerini kokudan, dumandan korumakmış amaç. Evet, sokak üzerinde el arabaları içinde kokoreçler-mokoreçler satılmıyordu, ama panayırdaki en yaygın sektör olan "yemekçiler, içmekçiler" standlarının önünde bol kokulu, bol dumanlı köfte de, döner de satılıyordu. Her çeşit hane vardı: Birahaneler, kolahaneler, dondurmahaneler, şekerhaneler v.d.... Işıklı yoyolardan tutun, türlü-çeşitli balonları satan "tek kişilik satıcılar ordusu" sokakları kaplamıştı. Tabii onların yanında kaldırım kıyılarına kurulmuş çantacılar ve diğerleri... Ve bir de çöpler... Ben bugüne dek böylesine pis bir panayır görmedim. Hele yerde ve rüzgarın da etkisiyle havada dolaşan gazeteleri gördükçe, Türkiye'de gazete satışlarının düşüklüğüyle ilgili verilerin yalan olduğuna inandım. En temiz bölüm, "üvey evlat" Kitap Sokağı'ydı. Hem gelenler, hem temizlik görevlileri, anlaşılmaz bir birliktelik içinde sokağı temiz tutuyorlardı. Belki de bu temizlikten olacak, maliyeciler sık sık gelip ceza kestiler kitapçılara, fiş vermedikleri için. Sanırım panayırın diğer bölümlerinde de aynı özeni göstermişlerdir.

Gördüklerim duyduklarım Kitap Sokağı'nın başındaki "Söyleşe Söyleşe" bölümünde her akşam çeşitli söyleşiler yapıldı, şiirler okundu. Buradaki söyleşileri düzenleyenler arasında Türkiye Yazarlar Sendikası ve Kültür Platformu başı çekiyordu. Bir çok ozanla, yazarla, kitapçıyla, okurla karşılaştım. Ama duyduğum bir şey beni çok üzdü. Bundan 2 yıl önce benim de bir barakamın olduğu Sevgi Yolu'ndaki kitapçıların büyük bir çoğunluğu korsan kitaba yönelmiş. Oysa ne güzel düşüncelerle kurmuştuk orayı. Demek sonunda çöktü... TYS, Dil Derneği ve Pen standları yanyanaydı. Dinçer Sezgin'in rahatsızlığı yüzünden olacak, Pen standı kapalı kaldı. Türkiye Yazarlar Sendikası'nın standında her gün bir başka yazar, ozan arkadaşımız görev yaptı: Asım Gönen, Refik Uğur, Ferhat İşlek ve Metin Erten. En çok da Metin Erten'i gördüm TYS'de.

Kadılı'dan Zennur Sarı TYS standında uzunca bir süre bir arada olduk Refik Uğur'la. Kayseri'den yeni gelmiş ve ayağının tozuyla standı açmıştı. Yakın bir geçmişte kardeşini yitirmişti Refik Uğur. Onun çocuklarına moral desteği amacıyla köyüne gitmişti. Kayseri'nin Sarıoğlan ilçesine bağlı küçük bir köymüş, Kadılı köyü. "100 nüfuslu köyde 66 seçmen var," diyordu Refik Uğur. Denizden 1700 metre yükseklikte olan köy, ilçeye 23, Kayseri'ye 88 km. uzaklıktaymış. "Ulaşımı komşumuz olan Gaziler Belediyesi'nin otobüsüyle sağlıyoruz. 50 hanelik bir köy olduğumuz için bizim otobüs alma gibi bir lüksümüz yok. Komşu köylerin bize katkıları çok. 7 km. uzağımızda olan Karaözü kasabası eğitim düzeyi ile ülkemizin örnek yerleşim yerlerinden biri. Belki de Karaözü'nün etkisiyle olacak, bizim köyde de eğitim düzeyi oldukça iyi. Ayrıca kültüre olsun, sanata olsun büyük bir yakınlık duyuyorlar," diyor Refik Uğur. Elif Baydan, bir çobanın eşi. Üç çocuğu varmış. En büyük tutkusu çocuklarının okuması olan Elif Baydan ev işlerinin dışında sürekli okuyor ve şiir yazıyormuş. "Ama," diyor Refik Uğur, "Kadılı köyünün baş kültür izleycisi, bence, Zennur Sarı'dır. Çağdaş düşünceyi öylesine güzel ve ciddi savunuyor ki... Ve sürekli okuyor, okuyor... Bu gidişimde konuşurken 12 Eylül'den falan söz açıldı. O dönemle ilgili, unutamadığı bir kitabın adını söyledi. Senin '12 Eylülcülere 1000 Soru' başlıklı kitabındı. 'Yazarı benim dostum. Adını söyleyebilir misin?' dedim. Hiç beklemeden yanıtladı: 'Bülent Habor...' Bir harf eksiğiyle bilmişti..." Galiba benim soyadımda bir şey vardı. İstanbul ya da Kayseri'nin Kadılı köyü olsun, çoğunlukla "Habora" sözcüğünü tam ve doğru olarak söyleyemiyorlardı... Refik Uğur, "Bir kitaplık kurmak istiyorum, Kadılı'da. Adım gibi biliyorum, köylüler sahiplenecek ve yaşatacaklar bu kitaplığı," diyordu. TYS standına, az da olsa Recai Şeyhoğlu da geldi. O da hastalanmış, süzüm süzüm süzülmüş. Sanırım anılarımda ("Başmusahip Sokağı Anıları", Yar Yayınları) kızdırmışım ki onu, panayırdaki bir söyleşisinde bana yüklenerek girdi konuşmasına. Oysa söyleşinin başlığı "Tutsak Düşünceler"di. Düşüncem tutsak olmadığı için zincirlerini kırmıştı. Ama sevgili Recai, düşüncemi yine zincirlemeye kalkmıştı, tutsak etmişti. Ne diyeyim, kader utansın... Neyse... Özetle söylemek gerekirse, Kitap Sokağı dışında tam bir panayırdı, "73. İzmir Enternasyonal Fuarı"... Ve son bir not: 4 Eylül Cumartesi günü, saat 18.45'te "35 A 9749" plakalı bir motosikletle iki çevik kuvvet polisi girdi, Kitap Sokağı'na. Okurlar şöyle bir yan gözle bakıp, geçiyorlardı. Açık söyleyeyim, biraz ayıp etti polis. Eğer bir kitap almak istiyor idiyseler, dışarda bırakabilirlerdi motosikletlerini. Bence çirkin oldu. Ama panayır zihniyetine de uygun düştü...

ÖNCEKİ HABER

Beyazperdede yerli film fırtınası

SONRAKİ HABER

Pera Fest Azra Erhat'ı unutmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...