2 Eylül 2004 21:00
Kayıt parası soygunu
Eğitim Sen'in yaptığı bir araştırma, Milli Eğitim Bakanı'nın tüm aksi yöndeki açıklamalarına karşın, okullarda 'soygun' düzeyinde kayıt parası toplandığını ortaya koydu. 20 ilde yapılan araştırmaya göre, 2003-2004 öğretim yılında Anayasal suç olmasına karşın 180 trilyon 525 milyar lira katkı payı toplandığı ortaya çıktı.
Türkiye'nin farklı bölgelerinde yapılan araştırmaya göre, en yüksek katkı payını kişi başına 40 milyon lira ile Ankaralı veliler ödüyorlar. Ankaralı velilerin cebinden çıkan para toplamda ortalama 30 trilyon lirayı buluyor. En az katkı payı toplayan il ise 115 bin öğrenci ve her öğrenciden alınan 10 milyon lira ile Eskişehir. 2 milyon 70 bin öğrencinin bulunduğu İstanbul'da velilerin cebinden çıkan para 62 trilyon liraya ulaşıyor.
400 trilyon!
Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, söz konusu araştırmaya ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, 20 ilin Türkiye geneline yaygınlaştırılması durumunda ilk ve ortaöğretim kurumlarında 400 trilyon lira katkı payı toplandığına dikkat çekti. Öğrenci ve velilerin 'resmen' soyulduğunu belirten Dinçer, katkı paylarının önümüzdeki yıllarda ödenemeyecek miktarlara ulaşmamasının garanti olmadığını bildirdi. Halkın ödediği vergileri faiz harcamalarına aktaranların, her gün yaptıkları zamlar yetmezmiş gibi en temel eğitim hakkını bile para ile satmaya çalıştıklarını ifade eden Dinçer, velilerin toplanan paraların nerelere harcandığı konusunda açıklama beklediklerini dile getirdi.
Uluslararası İnsan Hakları belgelerinde ve Anayasa'da yer alan "Hiç kimse eğitim hakkından mahrum bırakılamaz" ibaresini hatırlatan Dinçer, tek tek tüm okulların temel harcamalarının tespit edilmesini, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden gerekli pay ayrılmasını ve "herkes için eşit-parasız eğitim hakkı"nın bir an önce hayata geçirilmesini istedi.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Manevi şahsiyet talanı örtüyor Özgül Yıldızer Yazdığı yazılardan dolayı defalarca yargılanan ve cezaevinde yatan Özgür Üniversite Başkanı Fikret Başkaya, 9 Eylül günü, Türk Ceza Yasası'nın 159'uncu maddesi nedeniyle yargılandığı davanın karar duruşmasına çıkacak. MİT-Çakıcı-Yargıtay ilişkisinin ortaya çıktığı bir dönemde yargılanan Başkaya, "159'uncu maddenin yürürlükte olduğu bir yerde, demokratikleşme ve asgari insan haklarının gerçekleşmesi mümkün değildir" dedi. Başkaya'ya sorduğumuz sorular ve yanıtları şöyle: Son dönemde "demokratikleşme" adı altında kimi yasal değişiklikler yapıldı. Sizce Türkiye demokratikleşiyor mu? Benim yargılandığım 159'uncu madde, 1889 İtalyan ceza kanunundan 1926'da Türk Ceza Kanunu'na geçen bir maddedir. Bu madde, devleti kutsayan, devletin yüksek çıkarlarını gözeten bir zihniyetin ürünüdür. Her türlü eleştiri bu maddeyle püskürtülebilir. Oysa, devletin manevi şahsiyeti olmaz, maneviyat insana mahsustur. Devlet tüzel kişiliktir. O zaman mesele, gerçeğin ortaya çıkmasına engel olmak için her türlü eleştirinin önünü kesmektir. Asıl amaç, devleti her türlü eleştiriden muaf tutmak ve hukuk dışı, insan hakları karşıtı, özgürlük düşmanı eylemlerinde onu koruma altına almaktır. Bu maddenin yürürlükte olduğu yerde demokratikleşme ve asgari insan haklarının gerçekleşmesi mümkün değildir. Çıkarılan yasalar var... Ülkeyi, kutsal devletçi bir zihniyet yönetiyor. AB bahanesiyle peşpeşe çıkarılan uyum paketleri bu zihniyetten bir kopuş ya da bu çizgide bir kırılma anlamına gelmiyor. Sadece bir takım rötuşlarla eskiyi koruma kaygısı söz konusudur. Bu, Sicilyalı Lampedusa'nın "Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek gerekiyordu" sözüyle bire bir uyuşuyor. "Demokratikleşmenin önü açılıyor" adı altında seyirciyi oyalıyorlar. Devlet yöneticilerinin topluma bakışında en ufak bir değişiklik yok. Sadece kanunların tozunu alıyorlar. Bir cebindeki bozuk paraları çıkarıp öbür cebine koymak ve boş cebini göstermekten farksız. Demokratikleşmede bir arpa boyu yol alınmış değil. Bu çerçevede MİT-Çakıcı ve yargı arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer Türkiye'de gerçekten ifade özgürlüğü olsaydı toplumdaki çürüme bu aşamaya gelmez ve bu çürüme yargıya sirayet etmezdi. Açığa çıkanlar, niçin bizim gibi insanları cezalandırdıklarını da gösteriyor. Ben 12 Eylül'deki işkencelerde cuntacı generallerin sorumluluğunu, Sivas katliamında devletin sorumluluğunu hatırlatıyorum ve hakkımda devlete hakaretten dava açılıyor. Devlet aygıtının unsurlarındaki bu çürüme açığa çıkmasın diye sorunlara eleştirel bakan unsurların sesini kesmek istiyorlar. Bunun için bu ve bunun gibi maddeler bir kalkan olarak kullanılıyor. "Devletin manevi şahsiyeti"nin gerisinde korunması gereken hırsızlıklar, yağmalar, talanlar, katliamlar var. Bir tarafta gerçeğe ihtiyacı olanlar, bir tarafta da gerçeğin ortaya çıkmasından zarar görecek olanlar var. Bu ikisi arasındaki mücadele yeterli olmadığı için hâlâ insanlar 1800'lerdeki yasalara göre yargılanıyor. İnsanlık çok kapsamlı bir saldırıyla karşı karşıya. Dünya çapında karşı saldırının gelişeceği bir evrenin başındayız. Önümüzdeki günlerde mücadelenin yükseleceğini, insanların olup bitenin daha çok farkına vararak bilinçleneceğini düşünüyorum. Ne yapılması gerekiyor? İlke şudur: Her dönemde ve koşulda yapılacak bir iş var. Şu anda yapılması gereken en önemli şey, bu emperyalist saldırıyı, onun ideolojik geri planını oluşturan neoliberalizmi ve onun ortaya çıkardığı tabloyu, Amerikan emperyalizminin canice emellerini, insanlık ve uygarlık için nasıl bir tehlike oluşturduğunu olabildiğince çok insana anlatmamız ve duyarlılık yaratmamız gerekiyor. Ezilenlerin mücadelesi ezilme olgusuyla birlikte başladı ve hep devam etti. Belki vardığımız yer hepimizi tatmin edecek boyutta değil ama insanlık ABD'nin başını çektiği bu emperyalist "Yeni-Nazi" saldırısını püskürtmeyi başaracaktır. Ekolojik denge de bozuluyor. Kapitalizmin insana ve doğaya saygısız bir üretim tarzı var. Elimizi çabuk tutmamız gerekir. Yoksa ileride kurtarılacak bir insanlık kalmayabilir.
Fikret Başkaya KİMDİR? 1940'ta Denizli'de doğdu. İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirerek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Fransada Paris ve Potitiers Üniversitelerinde doktora eğitimi gördü. Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat bölümü öğretim üyesi iken yazdığı Paradigmanın İflası adlı kitabından dolayı 20 ay hapis, 41 milyon lira para cezası aldı ve üniversitedeki görevinden atıldı. Çıktıktan sonra Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı'nı kurdu. 1999'da yazdığı bir makaleden 16 ay hapse mahkûm oldu. 27 Haziran 2003'te cezaevinden çıktı. Halen Özgür Üniversite'nin başkanlığını yürüten Başkaya'nın son eseri, "Çığrından Çıkmış Bir Dünya" adını taşıyor.
src=/resim/b1.gif width=5>



Manevi şahsiyet talanı örtüyor Özgül Yıldızer Yazdığı yazılardan dolayı defalarca yargılanan ve cezaevinde yatan Özgür Üniversite Başkanı Fikret Başkaya, 9 Eylül günü, Türk Ceza Yasası'nın 159'uncu maddesi nedeniyle yargılandığı davanın karar duruşmasına çıkacak. MİT-Çakıcı-Yargıtay ilişkisinin ortaya çıktığı bir dönemde yargılanan Başkaya, "159'uncu maddenin yürürlükte olduğu bir yerde, demokratikleşme ve asgari insan haklarının gerçekleşmesi mümkün değildir" dedi. Başkaya'ya sorduğumuz sorular ve yanıtları şöyle: Son dönemde "demokratikleşme" adı altında kimi yasal değişiklikler yapıldı. Sizce Türkiye demokratikleşiyor mu? Benim yargılandığım 159'uncu madde, 1889 İtalyan ceza kanunundan 1926'da Türk Ceza Kanunu'na geçen bir maddedir. Bu madde, devleti kutsayan, devletin yüksek çıkarlarını gözeten bir zihniyetin ürünüdür. Her türlü eleştiri bu maddeyle püskürtülebilir. Oysa, devletin manevi şahsiyeti olmaz, maneviyat insana mahsustur. Devlet tüzel kişiliktir. O zaman mesele, gerçeğin ortaya çıkmasına engel olmak için her türlü eleştirinin önünü kesmektir. Asıl amaç, devleti her türlü eleştiriden muaf tutmak ve hukuk dışı, insan hakları karşıtı, özgürlük düşmanı eylemlerinde onu koruma altına almaktır. Bu maddenin yürürlükte olduğu yerde demokratikleşme ve asgari insan haklarının gerçekleşmesi mümkün değildir. Çıkarılan yasalar var... Ülkeyi, kutsal devletçi bir zihniyet yönetiyor. AB bahanesiyle peşpeşe çıkarılan uyum paketleri bu zihniyetten bir kopuş ya da bu çizgide bir kırılma anlamına gelmiyor. Sadece bir takım rötuşlarla eskiyi koruma kaygısı söz konusudur. Bu, Sicilyalı Lampedusa'nın "Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek gerekiyordu" sözüyle bire bir uyuşuyor. "Demokratikleşmenin önü açılıyor" adı altında seyirciyi oyalıyorlar. Devlet yöneticilerinin topluma bakışında en ufak bir değişiklik yok. Sadece kanunların tozunu alıyorlar. Bir cebindeki bozuk paraları çıkarıp öbür cebine koymak ve boş cebini göstermekten farksız. Demokratikleşmede bir arpa boyu yol alınmış değil. Bu çerçevede MİT-Çakıcı ve yargı arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer Türkiye'de gerçekten ifade özgürlüğü olsaydı toplumdaki çürüme bu aşamaya gelmez ve bu çürüme yargıya sirayet etmezdi. Açığa çıkanlar, niçin bizim gibi insanları cezalandırdıklarını da gösteriyor. Ben 12 Eylül'deki işkencelerde cuntacı generallerin sorumluluğunu, Sivas katliamında devletin sorumluluğunu hatırlatıyorum ve hakkımda devlete hakaretten dava açılıyor. Devlet aygıtının unsurlarındaki bu çürüme açığa çıkmasın diye sorunlara eleştirel bakan unsurların sesini kesmek istiyorlar. Bunun için bu ve bunun gibi maddeler bir kalkan olarak kullanılıyor. "Devletin manevi şahsiyeti"nin gerisinde korunması gereken hırsızlıklar, yağmalar, talanlar, katliamlar var. Bir tarafta gerçeğe ihtiyacı olanlar, bir tarafta da gerçeğin ortaya çıkmasından zarar görecek olanlar var. Bu ikisi arasındaki mücadele yeterli olmadığı için hâlâ insanlar 1800'lerdeki yasalara göre yargılanıyor. İnsanlık çok kapsamlı bir saldırıyla karşı karşıya. Dünya çapında karşı saldırının gelişeceği bir evrenin başındayız. Önümüzdeki günlerde mücadelenin yükseleceğini, insanların olup bitenin daha çok farkına vararak bilinçleneceğini düşünüyorum. Ne yapılması gerekiyor? İlke şudur: Her dönemde ve koşulda yapılacak bir iş var. Şu anda yapılması gereken en önemli şey, bu emperyalist saldırıyı, onun ideolojik geri planını oluşturan neoliberalizmi ve onun ortaya çıkardığı tabloyu, Amerikan emperyalizminin canice emellerini, insanlık ve uygarlık için nasıl bir tehlike oluşturduğunu olabildiğince çok insana anlatmamız ve duyarlılık yaratmamız gerekiyor. Ezilenlerin mücadelesi ezilme olgusuyla birlikte başladı ve hep devam etti. Belki vardığımız yer hepimizi tatmin edecek boyutta değil ama insanlık ABD'nin başını çektiği bu emperyalist "Yeni-Nazi" saldırısını püskürtmeyi başaracaktır. Ekolojik denge de bozuluyor. Kapitalizmin insana ve doğaya saygısız bir üretim tarzı var. Elimizi çabuk tutmamız gerekir. Yoksa ileride kurtarılacak bir insanlık kalmayabilir.
Fikret Başkaya KİMDİR? 1940'ta Denizli'de doğdu. İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirerek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Fransada Paris ve Potitiers Üniversitelerinde doktora eğitimi gördü. Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat bölümü öğretim üyesi iken yazdığı Paradigmanın İflası adlı kitabından dolayı 20 ay hapis, 41 milyon lira para cezası aldı ve üniversitedeki görevinden atıldı. Çıktıktan sonra Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı'nı kurdu. 1999'da yazdığı bir makaleden 16 ay hapse mahkûm oldu. 27 Haziran 2003'te cezaevinden çıktı. Halen Özgür Üniversite'nin başkanlığını yürüten Başkaya'nın son eseri, "Çığrından Çıkmış Bir Dünya" adını taşıyor.
Evrensel'i Takip Et