30 Temmuz 2004 21:00

Atinalı sanatçı DAYDALOS

Her parmağında bir hüner olan çok yönlü bir sanatçıydı Daydalos (Daidalos). "Menon" adlı yapıtında Eflatun; bu çok becerikli sanatçının; -örneğin heykeltraş olarak işleyip yonttuğu o mükemmel heykellerin, birsüre sonra canlandıklarından sözeder. Ayrıca Daydalos'un; Yunanistan'da mimarlığın babası sayıldığı gibi, mekanik araçlar ve gereçler üretebilen bir zekası olduğu da bilinip söylenmektedir.

Atena'nın bağışı Gene binyıllar öncesinden bize ulaşan mitoslar; Daydalos'un bu insanüstü sanatının ve yeteneklerinin ona tanrıça Atena'nın bir bağışı olduğunu söylemektedir. Ne var ki Daydalos'un, kendisinde bulunmayan bir yeteneği bir başkasında gördüğünde, kıskançlığından çılgınca eylemlere giriştiği de söylentiler arasındadır... Örneğin kendi işliğine çırak olarak alıp zaman içinde kalfası olan yeğeni Perdi ile aralarında geçen o trajik olay; bu söylediklerimizin bir delilidir. Bu yetenekli kalfa Perdi; balığın ağız yapısını ve omurgasını oluşturan kılçıkları incelemiş ve sonunda testereyi icat etmişti. Bunu gören Daydalos'un kıskançlığı öylesine uç noktaya ulaştı ki, bir gün bir yolunu bulup, akrabası ve kalfası Perdi'yi Akropol'ün tepesinden aşağı attı.-( Bir söylentiye göre tanrıça Atena da, bu yetenekli gence acıyıp onu tam yere çakılacakken kekliğe dönüştürmüş! Böylece Latincede "perdix" denen keklik, adını bu genç sanatçıdan almış!)... Atina'daki halk mahkemesi Aeropagos da, inceden inceye araştırıp bulduğu delillere dayanarak Daydalos'u yargıladı. Daydalos, çırağının kaza ile düştüğünü ileri sürdü. Ne var ki onun gizlice çırağının ölüsünü gömerken gören tanıklar vardı. Ceza olarak sanatçı Daydalos, ülkesinden sürgün edilip kovuldu. Bunun üzerine sanatçı; daha önce güzel sanatlardaki hünerlerine hayranlık duyan Girit kralı Minos'un ülkesine sığındı.

Yeni bir ülke Daydalos bu yeni ülkede de boş durmadı; aynı şevkle mimarlığını, heykelciliğini, metal işlemeciliğini sürdürdü. Bir söylenceye göre, yonttuğu mermer heykeller, anlatmak istedikleri asıllarıyla öylesine benzeşirmiş ki, canlı gibi dururlar, canlı gibi hareket ederlermiş. Hattâ meydanlara, yollara dikilen bazı heykellerini; bulundukları yerden kaçıp gitmesinler diye çok sağlam halat ve zincirlerle bağlarlarmış!.. Gene Daydalos, o güçlü kuvvetli Heraklesi'in heykelini de yapmış. Bir gece karanlığında heykeliyle yüzyüze gelen Herakles; onu düşmanı sanmış ve hemen kılıç-kalkan bu heykele saldırıp onunla boğuşmuş!..

Halkın hayranlığını kazandı Girit kralı Minos, gerçekten de Daydalos'un olağanüstü sanatçılığına büyük bir hayranlık duyuyor ve onu kendi ailesinden biriymiş gibi ağırlıyordu sarayında. Çünkü Daydalos da unvanlı bir devlet sanatçısı olarak, yarattığı birbirinden güzel heykel ve inşa ettiği görkemli yapılarla; yalnız sarayın değil, halkın da hayranlığını kazanmış, komşu ülkelerde de adıyla sanıyla ününü pekiştirmişti. Böylece Girit'te de pek çok mimari yapılara damgasını vuran Daydalos'un, aynı zamanda bazı çetrefil olaylar karşısında önlem alma, çare bulma yetenekleri de bitip tükenmezdi; onun bu yönü de saray çevrelerinde çok iyi bilinmekteydi. İşte bu tanrısal olağanüstü yetenekleri yüzünden, bilerek yada bilmeyerek, bir anlamda kendi yazgısının ağlarını da kendi elleriyle örüyordu. Daydalos, bu yeteneklerini bazan kral Minos'un çıkarlarına ters düşecek şekilde kullanmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden de kralın gitgide büyüyen öfkesinin haliyle kendi üzerinde odaklanmasına neden oluyordu... Burada sonraki olayların iyice anlaşılabilmesi için bazı olayların başına dönmek gerekiyor...Aslında Minos; Girit krallığının tahtına oturmazdan önce, diğer iki kardeşiyle bir süre kanlı-bıçaklı olmuştu. Bu kavgalar sırasında Girit kralı olabilmek için, tapınağına gidip deniz tanrısı Poseydon'dan yardım dilemişti. Ayrıca tanrıdan, görenlerin hayranlıktan dillerinin tutulacağı bir ak boğa göndermesini de dilemişti kendisine. Ve kral olursa, bu boğayı onun adına kurban edeceği sözünü vermişti. Tanrı Poseydon, Minos'un dileklerini gerçekten de kabul etti ve ona deniz köpüklerinin içinden, ak mı ak, besili bir boğa gönderdi. Minos kral olmuştu; ama o tanrısal ak boğayı tanrı adına kurban edecek yerde, kalkıp onu damızlık olarak kendi yoz hayvan sürülerinin arasına karıştırıvermişti! Bu nankörlüğe çok içerleyen tanrı Poseydon, kral Minos'tan öcünü almak üzere tuzak üstüne tuzak kurmaya başladı. İlk iş olarak kral Minos'un karısı Pasife (Pasiphae)'nin gönlünde, bu ak boğaya aşık olacak gemlenemez duygular uyandırdı. İşte bu karşı konulamaz duyguların etkisine kapılan kralın karısı da, bu boğayla çiftleşebilmesi konusunda sanatçı Daydalos'tan kendisine yardımcı olmasını istedi. Daydalos da, önce olayın aralarında gizli kalması koşulunun sözünü aldıktan sonra, tahtadan güzel bir inek heykeli yaptı ve kralın karısı Pasife de bu heykelin içine yerleşti. Sanatının büyük ustası Daydalos'un tahtadan inek heykeli, öylesine canlı ve çekiciydi ki, ak boğa gelip bu tuzaklı heykelle çiftleşti... İşte bu çiftleşmenin sonunda, tanrı Poseydon'un çızdiği yazgı uyarınca, bütün Girit'i ve giderek bütün Yunanistan'ı kasıp kavuracak bir canavar dünyaya geldi. Ve bu canavar; "Minos'un boğası" anlamında "Minotoros" (Minotauros) adını alacak ve bundan böyle hem kralın, hem sanatçının, hem halkların yazgıları yepyeni güzergâhlara doğru yönlenecektir... (Öykümüzü gelecek yazımızda sürdüreceğiz.)

Evrensel'i Takip Et