26 Temmuz 2004 21:00

Ben oyuncuyum, oyun değil...

Birol Ünel'i, önce yönetmen Fatih Akın'ın Alman film ödüllerini topladığı "Duvara Karşı"nın Cahit'i olarak tanıdık.

Paylaş
Birol Ünel'i, önce yönetmen Fatih Akın'ın Alman film ödüllerini topladığı "Duvara Karşı"nın Cahit'i olarak tanıdık. Sergilediği performansla Almanya'nın Oscar'ları kabul edilen Lola Ödülleri'nde Yılın En İyi Erkek Oyuncusu seçilen Ünel, 23 yıllık oyunuculuk hayatında 60'a yakın tiyatro oyunu ve filmde rol almış. Berlin'deki Tacheles Tiyatrosu'nun kurucularından olan Ünel, Brecht'in tiyatrosu olarak bilinen Berliner Ensemble'da da sahneye çıkmış. Birol Ünel, bu sıralar İstanbul'u mesken tutmuş durumda. Ali Özgentürk'ün yönetmenliğini yaptığı Halil Ergün, Oktay Kaynarca ve Hülya Avşar'ın başrollerini paylaştığı "Zaman" filminin çekimlerinin bitmesinin ardından Apdi İpekçi suikastini anlatan "Uzlaşma"nın yönetmeni Oğuzhan Tercan'ın yeni filmi "Hırsız var!"ın başrol oyuncularından biri olarak kamera karşısına geçecek. Birol Ünel'in oynadığı 1960'lı yıllarda mafya tarafından öldürülen babasının başından geçenleri ortaya çıkarmak isteyen caz sanatçısı bir gencin hikâyesini anlatan ve genç bir Amerikalı rejisörün çektiği "Bu Bir Aşk Hikayesi Değil" isimli film ise Venedik Film festivalinde gösterilecek. Birol Ünel'le parke döşemeciliği yaparak yaşamını sürdürürken, nasıl tiyatro oyuncusu ve yönetmeni olduğunu, İstanbul'da çekimleri süren filmlerini ve onu tanımamıza neden olan Duvara Karşı'yı konuştuk. Yıllarca yurtdışında yaşayan ve Türkçe konusunda bazı sorunlar yaşayan Birol Ünel ile söyleşimizde, tiyatro sanatçısı Cenk Ertan da bize yardımcı oldu. Kendinden biraz bahseder misiniz, oyunculuğa nasıl başladınız? 1961 Mersin doğumluyum. Bir işçi ailenin çocuğu olarak yedi yaşında Almanya'ya gittim. Bremen yakınlarında küçük bir kasabada tek Türk ailesi olarak yaşadık. Bu kasabada parke döşemeciliği yaparken, gezici tiyatro topluluğuyla tanışarak Hannover'deki devlet tiyatro akademisinde dört yıllık oyunculuk eğitimi aldım. Bildiğimiz kadarıyla tiyatroy kökenlisiniz ve yönetmenlik de yapıyorsunuz. Devlet tiyatrosunda değil de serbest performanslarla bazı sahnelere çıkıyorduk. Ama, daha sonra devlet tiyatrosunda da sahneye çıktım. Tiyatroda yönetmen olarak Beckett, Camus ve Kafka'nın oyunlarını sahneye koydum. Bir Alman efsanesinde "Zikrit" diye bir kahraman var. Almanların en büyük kahramanlarından biri. İlk Türk sanatçı olarak bu rolü oynadım. Berlin'in en önemli tiyatro yönetmenlerinden biri bu Alman kahramanını bir Türk'e oynatalım diye bir öneride bulunmuş. Tam o sırada sınırdışı etme girişimleri başlamıştı zaten. Dört dazlağı dövdüğümüz için. Yönetmen o zaman "Zikrit'i sadece bu adam oynayabilir, başkası oynayamaz" demiş. Onun bu sözü üzerine Almanya Kültür Bakanı devreye girerek sınırdışı edilmeme engel oldu. Tiyatroya devam edecek misiniz? Birilerine komik gelebilir ama İstanbul'da bir sahne açmayı istiyorum. Kadıköy'de bir gazhane varmış, orda bir sahne açabilirim. Hem uluslararası oyuncuları hem Türk oyuncuları bir araya getirerek performanslar sergilemeyi düşünüyorum. Bu sadece oyun bazlı değil farklı sanat dallarını icra eden insanlar da olabilir, müzisyenler de... Bu konuda Goethe Enstitüsü'nün bizi destekleyeceğini umuyorum. Şu anda bununla ilgili görüşmelerimiz devam ediyor. İnanıyorum ki uykuya dalmış Kültür Bakanlığı da artık uyanır ve destek olur. İstanbul'un sahip olduğu büyük sanat potansiyelini artık gözlerini açıp görmesini ümit ediyorum. Duvara Karşı ile Türkiye'de tanındınız. Peki neden Türkiye'ye ulaşmanız bu kadar gecikti? Ben de bunu anlamakta güçlük çekiyorum zaten. Duvara Karşı Berlin'de yarışmaya girdiğinde Türk gazetelerinde küçücük bir haber vardı sadece, kimse ilgilenmiyordu o dönemde. Önemli bir festival ve bu festivale girmiş olması bile bir olaydır aslında. Bir Türk yönetmenin Türk filmi. Ama burada kimsenin ilgisini çekmedi. Bu Türk kültürünün yurtdışında elde etmiş olduğu başarıların Türkiye'de inkâr edilmesinin yani görmezden gelinmesinin iyi bir örneğidir. Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak" filmini kimse yazmadı. Çok üzüldüm, çok güzel bir filmdi. Altın Palmiye'yi aldı. Kendi memleketinde yaptığı filmle Cannes'e gidiyor ama haber olmuyor. Ancak ödülü aldıktan sonra yazılıyor. Çok büyük bir kayıptır bu. Bu iki filmde ödülü aldıktan sonra basında yer buldular. Medyadır bütün bunları duyuran eden. Medyada yankı bulması filmin en büyük ödülüdür, bu sayede insanlara ulaşıyor zaten. Film üzerine sansasyonel birçok şey yazıldı, siz neler düşünüyorsunuz bu konuda? Türk medyasının seviyesizliğine bağlıyorum. Film yapılıyor filmin konusu nedir, film hangi şartlar altında çekildi, filmin özünü oluşturan konular nelerdir bunlarla ilgilenmiyorlar. İşte Sibel'in porno olayı Türk basınını ilgilendiren ne yazık ki bu. Sadece bunlar haber değeri taşıyor onlar için. Almanya'da da böyle; paparazinin vatanı yok. Paparazi her yerde paparazi, vatanı yok. Duvara Karşı'da oynadığınız karakterde kendinizden bir şeyler buluyor musunuz? Oyuncu olarak her zaman kendinden bir şeyler katıyorsun. Hiçbir zaman kendinin tamamen dışına çıkmıyorsun, sadece kendini başka bir kişiliğe uyarlıyorsun. Zaten senaryoyu birlikte çalıştık, birlikte yazdık Fatih'le. İkimizin de bazı biyografik ögeleri var filmde. Ama benimle Fatih'in biyografik geçmişlerimiz farklı. Ben Alman köyünde büyüdüm, Fatih ise Hamburg'un bir Türk getto mahallesinde büyümüş. Geçmişlerimizdeki bazı unsurları, klişeleri de özellikle kullandık fimde. Alman bir şairin Thomas Brasch bir sözü var "Ben şarkıcıyım şarkı değilim" tam tersi olarak da geçerlidir bu. Thomas Brasch aynı zamanda bir yönetmen ve birçok filmi var. 1988'de benim ve Tony Curtis'ün oynadığı "Yolcu" isimli filmi Cannes'de Almanya'yı temsil etti. Daha önce bir Türk yönetmenle çalıştınız mı? Özellikle Almanya'da yaşayan Thomas Aslan, Yüksel Yavuz, Hüseyin Kurtuluş gibi Türk yönetmenlerle çalıştım. Buket Alakuş'un festivallerde gösterilen filmi "Anam"da, Fatih Akın'ın "Temmuz'da"sında, oynadım. Zaman'da nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz.? Öncelikle Özgentürk değişik bir karakter; çok sessiz, zengin bir adam ben böyle düşünüyorum. Onunla çalışmak bambaşka bir şey. Çünkü Özgentürk buna hiçbir zaman kül tabağı demez, etrafındakileri anlatır. Oyuncuya çok büyük bir özgürlük bırakıyor. Böyle yaparak da oyuncuda hayal gücünün oluşmasına izin veriyor. Filmde çok zengin ve hoş bir adamı canlandırıyorum. Aşık, ama aşka hiçbir zaman sahip olamıyor, platonik biri. Aksak bir aşk olarak ifade ediyorum ben bunu. Aşkı kendi içinde yaşıyor. Aslında bu karakter bu aşktan da kurtulmak istiyor. Sonunda da içinden dışarı atarak kurtuluyor. Rol yaparken, ancak karşındakiler kadar iyi olabiliyorsun. Karşındaki insan senin oyununu da etkiliyor. Karşındaki olayı kavrayamazsa sen istediğin kadar oyununu sergilemeye çalış karşılıklı olmadıktan sonra bir işe yaramaz. Oğuzhan Tercan'ın yeni filmi "Hırsız var!"da da oynayacaksınız. Bir haftadır dans dersleri alıyorum bu film için. Ön hazırlıkları yapıyoruz, dublör çalışmaları oluyor. Çünkü bu aksiyon komedi filmi olacak ve bol bol aksiyon, akrobasi olacak. Almanya'dan gelen birçok antik değerli eşyaları çalan ama hiçbir işi yolunda gitmeyen bir hırsızı canlandıracağım. Filmin hikâyesini domino efekti diye adlandırıyorum. Yani bir taş düştüğü zaman bir sıra gider trak diye! İşte böyle bir hikâye. Bunun dışında oyunculuk teklifleri geliyor mu? Ben her zaman hazırım genç yönetmenlerle çalışmaya. Dizilerden korkuyorum işte. Dizi yapmadım şimdiye kadar, kötü bir şey olarak gördüğüm için değil, ben yapmak istemiyorum. O yüzden de yapmayacağım. Eğer Türk Kültür Bakanlığı yurtdışı için yapılmış projelere el atmayı düşünürse ben her zaman hazırım. Paranın biraz da kültür için harcanmasını, kullanılmasını istiyorum. Türk sinemasını takip ediyor musun? Ben de yeni yeni keşfediyorum, benim için de uzak bir yer Türkiye. Ben kaçaktım, askerlik problemimden dolayı gelemedim buraya. Serra Yılmaz, Haluk Bilginer, Cenk Ertan, Mehmet Günsur sayabileceğim birçok insan vardır ama, aklımda tutamıyorum çok beğeniyorum oyunculuklarını. İstiklal Caddesi'nde yürüdüğüm zaman küçük sahne ve oyuncu okulları olduğunu görüyorum ve zaman zaman gençler beni tanıyıp yanıma geliyorlar. Onlarla sohbet ediyorum. Altyapının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Vaktim olduğunda bu okulları da ziyaret etmek istiyorum. Hatta bu konuda öğretmenlik vasfım da var, belki okulların birinde atölye çalışması yürütebilirim.

ÖNCEKİ HABER

Antep'te Basın Bayramı kutlandı

SONRAKİ HABER

Benim için bir sözcük üret!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...