05 Temmuz 2004 21:00

'İşçi Öyküleri'ni okurken...

Gecenin bir yarısı Ankara'da Bentderesi'nde bir adamı uyandırıyor karısı. Adam kalkıp derme çatma bir fırının bulunduğu odaya gidiyor. Fırını tutuşturup, mermerin üstünde hamuru yoğuruyor.

Paylaş
Gecenin bir yarısı Ankara'da Bentderesi'nde bir adamı uyandırıyor karısı. Adam kalkıp derme çatma bir fırının bulunduğu odaya gidiyor. Fırını tutuşturup, mermerin üstünde hamuru yoğuruyor. Sonra tuşları eksik daktilosunun başına geçiyor. Tam o sıra uyanıyor bir kadın. Kahvaltıyı hazırlayıp bebeğinin eşyalarını bir çantaya tıkıştırıyor. Sonra kocasını uyandırıyor. Birazdan çocuğunu bir yakınına bırakıp fabrikanın yolunu tutacak... O fabrikada yerine oturur oturmaz yetiştirmesi gereken parça sayısının arttığını öğrenirken Beykoz Kundura Fabrikası'nın işçileri fabrikalarının satılmasını engellemek için yığılacaklar bahçeye. Toplantıyı izleyen gazetecilerden biri, sendikacıların konuşmasının yüzeyselliğiyle sıkılacaktır. O bu fabrikada çalışmış bir işçinin çocuğudur. Yapacağı haber işçi yaşamı üzerine olmalıdır. Basın bildirisini yırtıp atar. Nedense İşçi Öyküleri'ni okuyup bitirdiğimde böyle olayların birbirini izlediği çağdaş bir romanı okumuş gibi oldum. Televizyonda devletin ticaretle uğraşmaması gerektiğini söyleyen devlet büyüğü, bu konuşmanın ardından satılan süt kurumu fabrikası... Bu fabrika özel sektöre satılınca işten atılan ve asgari ücrete bile iş bulamayan baba, annenin karın tokluğuna çalışması, evin değişen havasından tedirgin çocuklar, çaresiz ihtiyarlar bir film karesi gibi çizildi beynime. Görüntüler beni gün boyu yaptığım işlerde de izledi: Çeşitli ülkelerden kadın işçilerin çalıştığı Alman fabrikasındaki yaşlı işçinin görüntüsü örneğin. Büyük huniyi megafon gibi kullanarak kadınların peşinden havlayan, onları ürkütmekten keyif alan bir ihtiyarcık... Ona törenle takılan madalya... Alman fabrikasındaki göçmen işçi kadınların görüntüleriyle zorunlu göçün Türkiye'de büyük kentin işçi pazarına savurduğu delikanlılar birbirine karışıyor belleğimde. Yaşlı atına işe çıkmadan pekmez içiren arabacı, 1 Mayıs'a karanfil tarlası gibi giden TARİŞ işçilerinin yanında sürüyor kum yüklü arabasını. Durun durun kan sızıyor, arabacı mı yaralanmış, yoksa yaralanan işçilerden biri mi? 12 Eylül'de tutuklandığında kimsenin adını vermeyen Selo mu bu? Tedbiri elden bırakıp güvensiz giysilerle kimyasal maddelerin vanasını tekmeleyen kim? Karısıyla arasına işsizliğin sıkıntıları giren uzman mı? Yoksa yoksul kartı almaktan utanan fırın işçisi mi? Tütün tozu örtüyor hepsini, kadınları erkekleri tek bir insan görüntüsüne dönüştürüyor...

Yarışma öyküleri 2003 Yılı Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması'na katılan öykülerden bir seçme yayımlandı geçenlerde "İşçi Öyküleri". Okudum. Uzun süredir ilk kez bir kitap heyecanlandırdı beni. Öyküler çok mu çarpıcı öykücüler çok mu ustaydı? Bu soruyu olumlu yanıtlamak zor. Ama öykülerin hepsinde yaşam vardı. Yaşamdan kaynaklanmanın canlılığı. Yarışmayı Abdullah Baştürk'ün ailesi ile Edebiyatçılar Derneği düzenlemişti. Disk/Genel-İş de bu girişime katkı sunmuş, kitabı da yayımlamıştı. Kitabı hazırlayan Ahmet Soner'in kitaba yazdığı "yarışmanın öyküsü"ne göre , 107 öykücünün 160 öyküsü yarışmıştı. Seçici kurulda Talip Apaydın, Aysu Erden, Cemil Kavukçu, Ahmet Yıldız ve Ahmet Soner yer almıştı . Seçici kurul raportörü Tuncer Uçarol'du. Celal İlhan'ın Altmış Beş Metrede'si birinci, Ahmet Günbaş'ın Selo'su ikinci, Eray Karınca'nın Toz Adamlar'ı üçüncü seçilmiş. Yarışmaya katılan 160 öyküden üçte biri yayımlanabilir nitelikteymiş. Ahmet Soner bu öykülerden on üçünü kitap için seçmiş: İşçiler İçin Yapılan İşçisiz Bir Tören/ Ziya Çoker, Onların Destanı/ Sevgi Özcan Güven, Seyyar Dondurmacı/ Seyhan Ecer, Vardiyacılar/Neşe Karel, Cemal Ve Beygiri/ Zehra Ünüvar, Babam İş arıyor/ Ahmet Ali Bilgen, Mırmır/ Mucize Özinal, Tütün/ Münevver Oğan, Küresel Kolböreği/ Ömer Leventoğlu, Fabrikada / Murat Saraçoğlu, Bir Kadın İşçi/ Naciye Raşit, 7 Gün Böyle Geçti/Arzu Demir, Damgalı Ekmek/ Seray Kumlu. Ahmet Soner yaptığı seçimin zor olduğu yargısını kitaptaki öteki özellikleri sıralayarak bütünlüyor: "En genç öykücü henüz on sekizini doldurmamış Seray Kumlu, en yaşlı delikanlı ise Cumhuriyet'le yaşıt olan Ziya Çoker'di. Kitaba giren on altı öykücüden sekizi erkek, sekizi kadın.... Bunu özellikle yapmadım, kendiliğinden oluştu. Öyküleri yazarların yaşlarına göre büyükten küçüğe doğru sıraladım."

Yeni bir kapı Geçen yıl esnaf odasıyla Edebiyatçılar Derneği'nin açtığı yarışma sonunda yayımlanan Esnaf Öyküleri ve esnaf fotoğraflarından oluşan albüm , özellikle genç okurlara bir pencere açmıştı. Bu yıl da İşçi Öyküleri bir kapı açıyor, üstelik yine yalnız okurlara değil öykücülere de. (Her iki yarışmaya da emek verenler arasında bir edebiyat örgütünün ve titiz araştırmacı Tuncay Uçarol'un bulunması ne güzel.) İşçi Öyküleri'ni okurken heyecanlandığımı söyledim. Heyecanlanma nedenini de açıklamalıyım. Adnan Özyalçıner'le Emek Öyküleri seçkilerini (4 cilt, Evrensel Basım Yayın) hazırlarken dikkatimizi çeken nokta şuydu: 12 Eylül 1980 öncesi yazılmış öyküleri tararken, ummadığımız öykücülerin yazdıkları arasında da emekle ilgili öyküleri bulabiliyorduk: Selim İleri'de, Tomris Uyar'da, Selçuk Baran'da. Bu 12 Eylül öncesi dönemde edebiyatımızın yaşamdan kopmamasından kaynaklanıyordu. 12 Eylül sonrası yazmaya başlayanlardaysa yaşamla bağlar kopmuştu. Ne emek vardı öykülerde ne insan. Durum Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Mahmut Seren'in İşçi Öyküleri'nin Sunuş'unda yazdığı gibiydi: "Paranın tek değer haline geldiği günümüzde insani değerler ve insana değer veren, insanı hazine olarak gören değerler de silikleşmeye başlamıştır. Ya da insanı gerçek bir değer olarak görenlerin toplumsal gücü ve etkinliği gerilemiştir." Ancak "Tüm olumsuzluklara karşın Türkiye'de emeğe ve insana değer veren insanlar ve gerçek emek örgütleri halen varlığını sürdürmekte"ydi. Bu gerçeğin açıkça dile getirilmesi , kitapla somutlanması beni heyecanlandırmıştı elbet. Ayrıca yine Seren'in dile getirdiği gibi: "Aydınlık Türkiye bu insanlarla ve bu örgütlerle kurulacaktır. Türkiye işçi sınıfı için aydınlık bir Türkiye idealini benimsemiş olanlar, bugünün mücadelesini geleceğe taşımak için kavga verirken, geçmiş ile gelecek arasında da köprü konumundadır. Geçmiş ile gelecek arasında köprü olmak , geçmişin değerlerini yaratanlara sahip çıkmak ve onları gelecek kuşakların ortak belleğine taşıyacak işler yapmak ile olanaklıdır."

Daha da gelişsin Artık Ahmet Soner'in dileğine katılabiliriz: "İşçilerle ilgilenen bu tür yarışmalar her yıl biraz daha gelişsin, yanına şiir, roman, resim, fotoğraf, karikatür, senaryo, film gibi başka dallar da katılsın; böylece 'aydın-sanatçı-bilim adamı işbirliği' yeniden canlandırılsın". (Kitabı edinmek için Genel-İş Sendikası'yla ilişki kurabilirsiniz. Tel: 0312/309 15 47, faks:0312/ 309 10 46 ; e-posta :bilgi@genel-is.org.tr)

ÖNCEKİ HABER

Sular yükseliyor DSİ seyrediyor

SONRAKİ HABER

Savaş karşıtları objektifte

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...