29 Haziran 2004 21:00

Iki eski usta

Televizyondaki dizilerin ve eglence programlarinin hemen tamamina karşiyim. "Halk bunu istiyor," diye hazırlanan bu programlardan, Adana ağzıyla gıcık kapıyorum.

Paylaş
Televizyondaki dizilerin ve eglence programlarinin hemen tamamina karşiyim. "Halk bunu istiyor," diye hazırlanan bu programlardan, Adana ağzıyla gıcık kapıyorum. Bunlardan biri de "Çarkıfelek" adlı program. Kanalları dolaşırken ne zaman Çarkıfelek'le ve dolayısiyle sunucusu Mehmet Ali Erbil'le karşilaşsam Sadettin Erbil geliyor gözlerimin önüne. Kadere inanmam ama, cilvesine zaman zaman inaniyorum. Bir yanda Sadettin Erbil, bir zamanlarin Türk Sinemasi'nın belkemiği, diğer yanda Mehmet Ali Erbil, Çarkıfelek sunucusu... Bir yanda ömrü boyunca "10 bin lira"yı bir arada göremeyen karakter oyuncusu, öte yanda vergi rekortmenlerinden biri olan televizyon sunucusu... Kader mi utansın, yoksa Türkiye'de birileri mi utansın, bilemiyorum...

Sadettin Erbil Ben 44-45 yıl önce genellikle karakter oyuncularıyla röportaj yapardım. O sıralarda şiir-miir de yazdığımdan ve sürekli kitap okuduğumdan kültürlü kişilerle söyleşmek hoşuma giderdi. Starlar, işlerinin çokluğundan olacak pek kültüre önem vermezlerdi. Ama karakter oyuncuları öyledeğildi. Bir gün çok ünlü bir yıldızımıza, "Çaykovski bir İtalyan yemeğinin mi adıdır, bir Rus bestecisinin mi, yoksa bir Fransız yazarının mı?" diye sormuştum. Düşündü, düşündü ve, "İtalyan yemeği," dedi. Yazıişleri Müdürüm, sanatçıyı küçük düşürmemek için, bu bölümü yayınlatmadı. Sadettin Erbil, benim sık söyleştiğim sanatçılardan biriydi. Sürekli okurdu. Özellikle tiyatroyla ilgili hiçbir kitabı kaçırmazdı. Tabii sinema eserleriyle de, film olsun, kitap olsun, ilgilenirdi. İlk olarak 1953'te Shakespeare'in "Nasıl hoşunuza giderse" adlı oyunuyla sahneye çıkmış. Sonraki 10 yıl içinde bir çok oyun ve 60 film... Tiyatromuzun ve sinemamızın önde gelen oyuncularından biri olan S.Erbil'in en büyük tutkusu balıklardı. Evinde özenle düzenlenmiş 4 akvaryum vardı. Bir akvaryumun önünde bahçe bile kurmuştu. Piranhadan Japon balıklarına kadar ne isterseniz vardı. "Bir de İtalyan balıkları ile Aslan balığım olsa, başka bir şey istemem," diyordu. Balıklarla ilgili bir anısını şöyle anlatmıştı: "Her gece bir bardak süt içerim. Bundan bir yıl kadar önce de, bir gece saat ikiye gelirken canım bir bardak süt içmek istemişti. Balıklarımı da çok sevdiğim için, onları da bir kere göreyim diye, akvaryumların yanına gitmiştim. Bir de ne göreyim? Balıklardan birisi bahçenin otları arasında cansız yatıyor. Gözlerimi oğuşturdum, inanamamıştım onun öldüğüne. Hemen alıp suya attım. Yavaş yavaş dibe indi. Sudan çıkardım, ama arkasından yine attım. O hareketsiz dibe inerken, ben de mutfağa koştum. Bir tas su alıp getirdim. Balığımı akvaryumdan çıkarıp tasa koydum. Durmaksızın suyunu değiştiriyordum. Hayatımda ilk kez o gece ağladım. Ama balığım dirildi. Sanki onu hayata yeniden kavuşturmuştum." Çok duygusaldı Sadetttin Erbil. Sık sık Eminönü'ndeki Yeni Caminin önüne gidip kuşlara yem atiyordu. Bir keresinde birlikte gittik. "Günahımın kefaretini ödüyorum," demişti. Anlamadigimi görünce de, "Çocukken Yeniköy'deki Allahverdi ve Sait Halim Paşa korularinda üveyik diye yanlişlikla yiginla güvercin öldürmüşüm. Işte onun kefareti..." dediydi.

Erol Günaydın Bir başka hayvansever de Erol Günaydın'dı. İyi bir tiyatro ve sinema oyuncusu olan Günaydın, bir ara kuklacılığa da merak sarmıştı. Avrupa'ya gidip, kuklacılık eğitimi bile yapmayı düşünüyordu. Amacı çocuk izleyicileriyle içiçe kukla gösterileri hazırlamaktı. Büyük düşleri vardı çocuklarla ilgili. Kukla gösterilerinin içinde seyirci çocukların şiir okumaları, yarışmalar, karton ve belgesel film gösterimleri, hepsi olacaktı bu öğretici-eğlendirici çalışmalarda. Ama sanırım olmadı ya da ben anımsamıyorum. Bir gün Erol Günaydın'la, İstanbul'un dışında, babasıyla birlikte kurduğu çiftliğe gittik. Koyunları, keçileri, tavukları, hatta iki ayısı bile vardı. Erol Günaydın, kendi deyimiyle "Derme çatma" çiftliğinde tüm hayvanlarla dostluk kurmuştu. Ama iş ayılara gelince, onları uzaktan seyretmekle yetiniyordu. Ben, Erol Günaydın'dan biraz daha cesur çıktım, şöyle birkaç metre yakınına gelip, fotoğraflarını çektim. Ayıcık da kibar kibar poz verdi. İstanbul'un gürültüsünden kaçmak için bu çiftliği kurmuş. 45 yıl öncesinin İstanbul'unun gürültüsüne bile katlanamayan Erol Günaydın, bugün n'apıyor acaba? Yine o çiftlik var mı, yoksa yerine beton bloklar mı yapıldı? Bilemiyorum... İki gerçek sanatçı, iki güzel insan: Sadettin Erbil ve Erol Günaydın... Galiba eskiden herşey, bugünküne göre çok daha güzeldi. Ne BOP pisliği vardı, ne Normandy'ler-Cargill'ler toprağımıza el koyuyordu, ne bu halkın yarattığı fabrikalar ve diğerleri beleşine peşkeş çekiliyordu, ne Boğaz'ın uskumrusu denizin olmadığı Avusturya kanalıyla Norveç'ten ithal ediliyordu...

ÖNCEKİ HABER

AİHM, türban davasını reddetti

SONRAKİ HABER

Yasakli oyun ilk kez Dogubayazit'taydı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...