20 Haziran 2004 21:00

Suda arsenik öngörülmüştü

Bergama'daki altın madeninin çevresindeki köylerin içme sularında, arsenik oranı 25 kat fazla çıktı. Bu durumu 1992'de hazırladıkları raporda öngören meslek odaları, "Öngörülen gerçekleşmiş ve çevre felaketi oluşmuştur" dedi.

Paylaş
Bergama Ovacık - Çamköy - Narlıdere köyleri ortasındaki zeytin ve çam ağaçları dolu bir tepede uluslararası bir şirketin altın arama çalışmalarına başladığı 1990 yılından günümüze 14 yıl geçti. O günden bu yana birçok kez isim ve el değiştiren, hisseleri en son olarak dünyanın en büyük altın tekeli Newmont'u eline geçen maden, son birkaç yıldır Normandy adıyla üretimine devam ediyor. Maden daha üretime geçmeden bir rapor hazırlayarak Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Çevre Bakanlığı başta olmak üzere konuyla ilgili tüm kurum ve kuruluşlara gönderen İzmir'deki meslek odaları, siyanür liçi yöntemiyle cevher elde edilmesi halinde oluşabilecek riskleri şu başlıklar halinde sıralamıştı: * Toprakta zararsız bileşikler halinde bulunan arsenik başta olmak üzere, kurşun, civa, antimon, çinko gibi metal iyonları çözülerek serbest, yani zararlı hale gelebilir, * Bunların toplanacağı atık barajı süreç içerisinde sızarak, toprak ve yer altı sularının kirlenmesine neden olabilir, * Bu, yöredeki insanların sağlığı açısından geri dönülmez sorunların başlangıcı olabilir. Bu ve buna benzeronlarca rapora rağmen, maden 14 yıldır çalışmalarını sürdürdü. Geçtiğimiz günlerde Ege Üniversitesi kimya bölümü öğretim üyeleri tarafından, madene komşu köylerin içme ve kullanma sularında yapılan analizler, 1992 yılında dikkat çekilen risklerin artık birer gerçeklik haline geldiğini ortaya koydu. Madene çevre köylerden alınan su numunelerindeki arsenik oranının normal limitlerin 25 kat fazlası çıkmasının ardından, "acaba bir yanlışlık olabilir mi" endişesiyle ikinci kez yapılan analizlerde de yakın sonuçların çıkmasının ardından, korkunç gerçeği köylülerle paylaşmak için giden Bergama-Eşme-Sivrihisar Elele hareketi üyeleri köylülere ve tüm dünyaya şunları açıkladılar; "Öngörülen riskler gerçekleşmiş ve bir çevre felaketi oluşmuştur. Atık barajındaki ağır metaller engelleri aşarak toprağa ve sulara sızmaktadır. Bu suları içen insanlarda 10-15 yıl içerisinde yüksek arsenik düzeyine bağlı aşağıdaki sağlık sorunlarının oluşması beklenmektedir: Vücudun belli bölgelerinde cilt kanseri, anemi, kalp yetmezliği, sinir sisteminde duyu azalması, akciğer, karaciğer, lenf dokusu ve kan kanserleri, böbrek yetmezliği, hamilelik sırasında düşükler ve anomali bebekler…"


Normandy'den son dakika hamlesi Altında Ege Üniversitesi Kimya Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Emür Henden, kimyager Tülin Deniz ve Kimyager Onur Yayayürük'ün imzalarının bulunduğu ve arsenik oranlarının yüksekliğini gösteren rapor Ovacık Köyü kahvesinde köylülere anlatılırken, maden işletmesinin yöneticileri de boş durmadı. Maden yöneticilerinin köy muhtarına ulaştırdığı bir başka rapor ise kafa karışıklığı yaratmayı, ortadaki korkunç değerleri gizlemeyi amaçlayan yeni bir hamle olarak yorumlandı. Ege Üniversitesi bilim adamlarınca hazırlanan rapora yakın tarihleri taşıyan İzmir Bölge Hıfzısıhha Enstitüsü antentini taşıyan raporda arsenik değeri 0.003 mg/l gösteriliyor. Hıfzısıhhanın hazırladığı rapordaki yöntemle arsenik oranının belirlenmesinin olanaksız olduğunu aktaran Prof. Dr. Gürel Nişli, bu analiz için alınan numunelerin su kaynaklarından değil de maden tarafından belirlenen gözlem kuyularından alınmış olmasına da dikkat çekiyor. Madenin atık havuz suyu ve diğer analizleri nasıl yaptırdığı, değerlerin yüksek çıkması üzerine bunlar üzerinde oynayarak resmi kurumlara nasıl yalan beyanda bulunduğu gazetemizde geçtiğimiz aylarda belgeleriyle ortaya konmuştu.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Kürtçe yayın tartışma kapısı açtıMüge Tuzcuoğlu TRT'den anadilde yapılan yayınları değerlendiren Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Mithat Sancar, yayınlardaki amacın halkın değil AB'nin beklentilerine cevap vermek olmasına rağmen, başlayan sürecin Cumhuriyet tarihinde dönüm noktası olduğunu söyledi. Sancar, yayınların, Kürt sorununu etraflıca tartışma imkânı verebilecekken, devletin, Kürt sorununu, diğer bileşenlerinden koparmaya çalışma niyetinin, ileride daha ciddi sorunlar yaratabileceğine dikkat çekti. Doç. Dr. Mithat Sancar sorularımızı yanıtladı. - Anadilde Yayın Yönetmeliği neler içeriyor, yayınlar nelere dayandırılıyor? - RTÜK, "Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmeliği", AB'ye uyum için yapılan belirli yasal düzenlemeler çerçevesinde hazırladı. 25 Ocak 2004 tarihinde yürürlüğe giren bu yönetmeliğe göre "kamu ve özel ulusal radyo ve televizyon kuruluşları", Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde RTÜK'ten izin almak suretiyle yönetmelik doğrultusunda yayın yapabilecekler. Bu yönetmelik, anadilde yayın konusunu önemli kısıtlamalara tabi tutuyor. Örneğin sadece "ulusal" radyo ve televizyon kuruluşlarına bu tür yayınlar yapma imkânı tanınıyor. Sonra bu yayınlar, sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik olabilecek, dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamayacak. Ayrıca bir süre kısıtlaması da var. - Bu yayınların başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? - Yayının kim tarafından ve nasıl yapılacağı tartışmaları sürerken, zaman dayatmasının etkisiyle hükümet TRT'de yayınların başlamasını sağladı. Kültürel haklara ilişkin uluslararası standartlara bakıldığında, tanınan bu imkânların, en alt seviyeyi temsil ettiği görülüyor. Zamanlama açısından, AB'ne üyelik hedefinin, düzenlemelerin asıl saika olduğu da herkesin malumu. Yayınların yetersizliği, kısa bir süreyle sınırlandırılmış olması, programların içeriği; bir tür yasak savma yönelişinin de göstergesi. Bu dilleri konuşanlara hitap edecek bir yayın anlayışı bulunmadığı açık. Bunlara rağmen, Kürt sorununun Cumhuriyet tarihinde ele alınış şekli ve son 20 yıldaki gelişmeler dikkate alındığında, anadilde yayının yasal düzeyde tanınmış ve devlet eliyle başlatılmış olması bir dönüm noktasıdır. Geriye çevrilmesi çok zor bir süreç başlamış oluyor. Eleştiriler, talepler, bunu sahiplenen toplum kesimlerinin katılımıyla olumlu yönde geliştirilmesi çok mümkün. - Yayın yönetmeliği bu haliyle yıllardır gündemde olan Kürt sorununu ne kadar çözer? - Psikolojik eşiğin atlanmasına uygun bir zemin doğuruyor. "Üke bölünür" propagandası ve milliyetçi kesimleri bu yönde seferber etmeye dönük politikalar boşluğa itilebilir. Farklılığın ve çoğulculuğun algılanması konusunda, paranoyalardan büyük ölçüde arınmış bir algının yerleşmesi imkânı doğar; bir tür "normalleşme" de diyebiliriz buna. Böyle bir algının yerleşmesi ise, Kürt sorununun diğer boyutlarının tartışılmasını imkân verir. Sorunla doğrudan ilişkili kesimlerin; davranışları, üslup ve dilleri de bu konuda belirleyici olacaktır. Eğer AKP yönetimi ve devletin diğer organları, bu yayınları yapmakla aslında Kürtlere ve diğer etnik topluluklara, "bakın işte size anadilinizde yayın imkânı getirdik, kendi elimizle yapıyoruz. Kurs imkânı da sağladık. Artık başka bir şey istemeyin" zihniyeti ve üslubuyla yaklaşırlar ve Kürt sorununu sadece bu iki noktadan ibaret olduğu fikrine göre bir politika geliştirirlerse, başlayan sürecin olumlu potansiyeli harcanabilir. Yani Kürt sorununu, diğer bileşenlerinden koparmaya çalışırlarsa, bu ileride ciddi sorunlar yaratabilir. - Bu çerçevede yapılması gereken neler olabilir? - Öncelikle ve acil olarak Kürtlerin kendilerini ifade etmelerinin önündeki diğer hukuksal engellerin, örneğin Siyasal Partiler Yasası'ndaki yasakların kaldırılması ve silahsızlanmayı sağlayacak diğer tedbirler üzerinde düşünmek gerekiyor. Üçüncü olarak, gündemde değil ama, seçim söz konusu olduğunda Kürtlerin kendi kimlikleriyle, kendi partileriyle parlamentoda temsil edilmesinin önünü açan düzenlemeler gerekir. Ancak başta Kongra-Gel ve DEHAP olmak üzere Kürtler adına hareket eden diğer kesimlerin, bu sürecin işlemesini engelleyecek yaklaşımlar sergilemesi de büyük bir tehlikedir. Bu süreçte en tehlikeli gelişme yeniden şiddet ortamına dönülmesidir. Hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, haklı ve meşru hiçbir tarafı yoktur. Kültürel haklara ilişkin açılımlar eksik, yetersiz de olsa; başlamış olan bu sürecin olumlu yönde geliştirilmeye elverişli bir potansiyel içerdiğini görmek ve bu potansiyelin gelişebilmesi için demokratik bir siyaset mantığıyla sorunlara yaklaşmak lazım. Ancak bu ikisi bir araya geldiği zaman; ileride bu düzenlemelerin, içerdiği potansiyeli aktifleştirecek, harekete geçirdiği süreci de daha da ilerletecek bir siyasal atılım mümkün olacaktır. Bunun için de, şiddetin ve şiddet dilinin yeniden egemen olmasını mutlaka önlemek gerekir. - Başka ne gibi talepler olabilir? - Sadece Kürtçe yayın yapılacak bir radyonun, televizyonun kurulabilmesi gerekiyor. Yerel ve ulusal düzeyde. Hangi dil ve lehçede olursa olsun, bu konuda özel alana karışmamak gerekiyor. Ulusal standartlar da zaten özel alanlardaki konulara karışılmamasını öngörüyor. Devletin sınırlama koyması kendi yayın politikasıdır, kendi bilir. Önemli olan özel yerel yayınlara bu sınırlamaları koymaması. Suç gibi tartışmaların burada bir anlamı yok. Türkçe yaptığında suç oluşturan bir şey, Kürtçe yaptığında da suç oluşturuyorsa, orada müdahele edilebilir veya yargı sürecine götürebilir. Sırf bu nedenle kısıtlamak yanlış olur. - Dillerin seçimi ve diğer dillerin sırasının ne zaman geleceği konusunda neler söylemek istersiniz. - Daha önceden antropolog Suavi Aydın ile bir çalışmamız olmuştu. Türkiye'de belli dil gruplarının, eğitim ve yayın konusunda beklenti ve taleplerinin olmadığını tespit etmiştik. Bunların başında Boşnaklar geliyor. Türkiye'deki Arap topluluğunun da açık beklenti ve talepleri yoktu. TRT'nin ilk yayınlarını Boşnakça ve Arapça yapması da ilginç bir durum. Talebi olmayan topluluklarla başladılar. Oysa talebi olan topluluklar var. Bunların başında Lazlar geliyor. Lazca yayın talebi, belli ölçüde var. Ayrıca Çerkezce başlığı altında toplanan dillerde de yayın talebi var.


TRT Genel Müdürü'nün zihniyeti - TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz, 'Türkçe bilmeyen vatandaşlara bu yayınlarla Türklüğü anlatacağız' demişti. Bu durumun yaratacağı sonuçlar neler olabilir? - Bu yayınların ne amaçla kullanılacağını iki türlü değerlendirmek lazım. Başlattığı sürecin potansiyeli nelerdir? Yani nerelere evrilebilir? İkincisi; bunu tanıyanların niyeti nedir? Ne kadar başarılı olabilir? TRT genel müdürünün açıklamaları da zaten yeterince işaret veriyor. "Ne gerekiyorsa, devlet yapar. Eğer anadilde yayın yapılacaksa bunu devlet, kendi politikalarıyla halleder" mantığıdır bu. Toplumsal barışın tesisi ve demokratikleşmenin önünde bir engel, bunlara bir tehdit olan bu zihniyetle yoğun bir mücadeleye ihtiyaç var. Bir hakkın, ona başvurma ihtiyacı olan insanların işine yaramıyor olması, kuşkusuz ciddi bir sorundur. Ancak hayata geçirilemez olsa bile, çok kısıtlı bir çerçevede tanınmış olsa bile; bir hakkın kabulü veya varlığı yerleşik düzenin meşruluğunu sarsmaya ve yerleşik zihniyeti sorgulama ortamını zenginleştirir.

ÖNCEKİ HABER

Bu sınavın galibi yok!

SONRAKİ HABER

Umuda Beyaz Yürüyüş sürecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...