16 Haziran 2004 21:00

Miras'ım halkın da mirasıdır

"İnsanlık tarihi zalimle mazlum arasındaki mücadelenin tarihidir. Emperyalizm, dünya halklarına saldırganlığının en vahşi düzeyidir. Yeryüzünün hali işte apaçık ortada.

Paylaş
Daha çok şair yönüyle tanıdığımız Nihat Behram, yeni romanı "Miras"ı okurla buluşturdu. Everest Yayınları'ndan çıkan roman, Behram'ın babasının yaşam hikâyesini, Türkiye'nin yakın tarihini ve kendi sürgünlük hayatını şiirsel bir dil ile destansı bir hava ile anlatıyor. Roman, yazarın babasının çocukken Ermenilerin saldırılarında ailesini kaybetmesi ve diğer ailelerini kaybetmiş çocuklarla yoksulluk ve perişanlık içinde oradan oraya sürüklenmesini anlatıyor. Behram, Türkiye'nin yakın tarihine de eğilirken, kendi siyasal sürgünlük günlerini de aktarıyor. Nihat Behram'la "Miras" isimli romanı üzerine söyleştik. "Miras": "Gurbet" ve "Kız Ali"nin ardından üçüncü romanınız. Babanızın yaşam öyküsünü nasıl bir duyguyla ele aldınız? Babamın bir acı kuyusu olan yaşam öyküsü, insanlığın yaşadığı acıların aynası gibidir. Kanlı, karanlık bir dönemdir. 1. Dünya Savaşı'nın sonudur. Osmanlı savaştan yenik çıkmıştır. Parçalanmıştır. Emperyalist işgal altındadır. Babamın doğduğu dönem, aynı zamanda bir yanardağ gibi patlayabileceğini kanıtlamış bir dönemdir. 1917 Ekim Devrimi dünya emperyalist güçlerine insanlık tarihinde vurulmuş en büyük ilk darbedir. I. Dünya Savaşı, yeryüzünü kana bulamıştır. Kan gölünün en derin olduğu bölgelerden biri, babamın doğduğu Kars'tan Iğdır'a kadar uzanan, "Yukarıeller"dir. O dönemde aileleri öldürülmüş yetim çocuklardan biridir. Anadolu'da emperyalizme karşı başkaldırının başladığı dönemdir. Yani büyük acılarla, direnişlerin kesiştiği noktada doğan çocuklardan biridir. Ondan ki; onun yaşam öyküsü o dönemin insanlık öyküsünü içerir. O dönemi babamın yaşam öyküsüyle yazmamda ana etmenlerden biri budur. Bir şiirinizde "ona sözüm var / bu borcu ödemeden nasıl yaşarım" diyorsunuz. Acaba bu borcu mu ödüyorsunuz? Ağırlığını dünyadaki hiçbir kantarın tartamayacağı o borcun bir gramını bile bu kitapla ödeyebiliyorsam, bundan gurur ve sevinç duyarım. Doğrudur babamın yaşamı ne kadar acının dipsiz kuyusuysa, yüreği ve bilincide sevinçlerin, aydınlığın, insanlığın geleceğine olan inancın, halkların kardeşliğinin o kadar dipsiz kuyusudur. Romanda da bahsi geçen sürgünlük döneminizden, o dönemin tahribatından, savaşımından bahsedebilir misiniz? Roman üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde ana kişilerden "Anlatıcı" ve "Küçük Kız" ile "Unkel Peter"dir. "Anlatıcı" günü bütün gerçekliğiyle bir devrimci olarak yaşamaya çalışıyor. Gelecek için dövüşüyor. Aynı zamanda sürgündedir ve sürgündeki bir devrimcinin boğuntusunu yaşıyor. "Anlatıcı" için esas olan bugünün gerçekliği ve yarın için verdiği dövüştür. "Unkel Peter" için sadece "dün" yaşanmıştır ve güzel olan sadece "dün"dür. "Unkel Peter" bugünü, dünün düşleri içinde yaşamaktadır. Onun için "yarın" da yoktur. "Anlatıcı" "Unkel Peter"e duygusal bir yakınlık duymaktadır. Bu yakınlığın nedeni yaşlı "Unkel Peter"in onunla aynı yaşta olan "Haydar Dede"yi çağrıştırıyor olmasıdır. "Anlatıcı" boğuntularından "Küçük Kız"a sığınarak kurtulmaya çalışmaktadır. Bu eksende "Anlatıcı" geçmişini aramaya çıkar. Geçmişini babasının yaşam öyküsünde arar. Babasının yaşam öyküsünde bulduğu tarih, insanlığında tarihidir. Ve o tarihle hesaplaşmaya girer. Romanda son yüzyılla, emperyalizmle bir hesaplaşma var. Medya, küreselleşme ve dinle de... İnsanlık tarihi zalimle mazlum arasındaki mücadelenin tarihidir. Emperyalizm, dünya halklarına, mazluma zalim saldırganlığının en vahşi, en üst düzeyidir. Yeryüzünün hali işte apaçık ortada. "Dünyanın yeniden yapılanması" yani "Küreselcilik" söyleminin emperyalizmin söylemi olduğu artık apaçık ortada. Emperyalist yağmacılık, kan gölü içinde dünyanın yeni çehresini "ruhani softanın" bastonuyla çizmeye çalışıyor. Medyayı kimyasal silah gibi kullanıyor. Emperyalizm, Küreselcilik, din ve medyayı ayrı ayrı ele alırsanız, masum maskesi altına saklanmış çehresini göremezsiniz. Bugün insanlığın geleceğini tehdit eden en çıplak gerçek budur. Yani yağmacı emperyalizmin, en vahşi yöntemlerele saldırısıdır. Ve bu saldırısını "medeniyet taşıma", "Demokrasi getirme" gibi maskeler altına gizlemektedir. Romanda yakın tarihi sorguluyor, dahası tarihle hesaplaşıyorsunuz. Hangi duygu ve düşünce sizi bu hesaplaşmaya itti. Dayatılmış bir tarih var. Egemen güçlerin çıkarı gözetilerek yazılmış bir tarih var. Bunu reddetmek, doğal olarak onunla hesaplaşmaya girmeyi gerektirir. Geleceğe giden yolda, doğru adımlarla yürümek, geçmişin doğru değerlendirilmesini gerektirir. "Sosyalistlerin olmadığı bir kurtuluş savaşı, dün Almanya'ya, İngiltere'ye olduğu gibi, yarın ABD'ye satılabilir." Mustafa Suphi'nin sözlerini romanda neden hatırlatma gereği duydunuz? Tarih, Mustafa Suphi'yi haklı çıkarmıştır. 17 Ekim Devrimi'nden sonra, Anadolu'da başlayan antiemperyalist dikleniş ve kurulan genç cumhuriyet düşmüştür. Emperyalizm 1940'lardan sonra genç cumhuriyeti teslim almıştır. Hayat uyarısında Mustafa Suphi'yi haklı çıkarmıştır. Yarına bakarken bunu göremezseniz, yarına doğru atılan adımlar yine tökezleyecektir. Mustafa Suphi ve arkadaşların katlini "devletin ilk faili meçhul"ü olarak niteliyorsunuz... Doğrudur. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katli yakın tarihin ilk "faili meçhul toplu politik kıyımı"dır. Faili meçhulleri yazacak kişi tarihin bu sayfasıyla başlayacaktır. Mustafa Suphi yeryüzünde emperyalist zorbalığa vurulan ilk darbe olan 17 Ekim Devrimi ve Lenin'i tanıyan ilk Türk; Lenin'se kendinden sonra emperyalizme, ikinci büyük darbeyi vuran Anadolu özgürlük savaşını tanıyıp omuz veren ilk Rus'tur. Tarihçi değilim, Mustafa Suphi katline ilişkin belge ve bilgileri, ortaya çıkarmak tarihçilerin görevidir. Fakat beni ilgilendiren şeyi söylüyorum; Mustafa Suphi'nin öldürüldüğü gün rüzgâr denizden karaya doğru esmektedir. Onlar bir tohum gibi Anadolu toprağına düşmüştür. Mustafa Suphi, romanın konusunun geçtiği tarihte bu duyguyla yer almış ve filizlenmiştir. Ermeni sorunu romanda önemli bir yer tutuyor. Asıl etkenin emperyalist planlar olduğunu belirtiyorsunuz. Ama daha çok siz Ermeniler'in Türkler'i kıyımı üzerinde duruyorsunuz. Bu konuda ne diyeceksiniz? Gerek 1915'te Osmanlının Ermeniler'e yönelik "techir" uygulaması, yani kapsamlı sürgün uygulaması ve bu süreçte ki, büyük kıyımların gerekse Mustafa Kemal'in Lenin'le yaptığı anlaşmalar sonunda, Ermeniler'in Doğu Anadolu'dan çekilirken, uyguladıkları kıyımın külünü üfleseniz, altından özellikle İngiltere olmak üzere, emperyalistlerin planlarını görürsünüz. Romanda anlatılan her şey birebir doğrudur. 1915'te Osmanlı'nın Ermeniler'e uyguladığı kıyımlarda doğrudur. Fakat Anadolu'dan çekilme süreçinde Ermeniler 1919-20 yıllarında büyük kıyımlar uygulamıştır. Romanın derinleştiği duygu ve düşünce, halkları birbirine kırdıran emperyalizm olgusuna yönelik hesaplaşmadır. Acıları anlatılan çocuklardır. Onlar bir Ermeni, bir Türk, bir Rum, bir Müslüman, bir Hıristiyan gibi düşmüşlerdir yuvalarından. Babam bunlardan biridir sözgelimi. Ruhi Su bunlardan biridir sözgelimi. Binlerce, on binlerce çocuk vardır böyle. Acıları ve zulümleri anlatırken, hesaplaşmanız "kutsal kitaplara" dek iniyor. Neden böyle bir tercih yaptınız? Kutsal kitaplarda Ağrı Dağı'nın etekleri Adem ile Hava'nın cennetten kovulmadan önce, yaşadıkları yer olarak gösterilir. Kutsal kitapların bir diğer yorumunda cennetten kovulduktan sonra indikleri yer, yine aynı yerdir. Yani Aras Nehri'nin yalayıp geçtiği Ağrı Dağı'nın etekleridir. Gerek romanda anlatılan yüzyıl, gerkse yüzyıllar gerisine kadar bu bölgenin tarihine bakın Aras hep kanlı akmıştır. Doğu ki Yunus Emre'den Fuzili'ye, Köroğlu'ndan Evliya Çelebi'ye kadar sese soluğa dönmüş Kafkaslar'ın bu cennet bölgesi, zalimin halklara uyguladığı vahşetlerle kan gölüne çevrilmiştir. Aras Nehri ihtişamlıdır. Aras Nehri aynı zamanda hep kanla aka geldi. Kutsal kitapta "insan eşrefi mahlukattır" deniyor. Yani "insan yaratıkların en şereflisidir" deniyor. Dünyaya çocukların tanrısı olarak inen ve yeryüzünde çocukların halini görüp masallarla başkaldıran büyük devrimci, öğretmen, yazar Samet Behrengi'yi zalimler Aras Nehri'nde boğdular. Bu mu yaratıkların en şereflisi olmak. Gitarının tellerinde halkının acılarına ışıltılar arayan Victor Jara'yı parçalamak mı yaratıkların en şereflisi olmak? 17 yaşındaki filiz yürekli Erdal Eren'i darağacında asanlar mı yaratıkların en şereflisi? İnsan şeref kavramını yaratmıştır ve şeref konusunda da hiçbir canlı onunla yarışamaz. Tanrı kavramını da insan yaratmıştır. Mazluma sığınak olması içgüdüsüyle yaratmıştır. Fakat tarihe bakın, bu kavram zalimin elinde mazluma karşı silah olarak kullanıla gelmiştir. Politik softa, yani diktatör ile ruhani softa mazlumun iki can düşmanıdır. İnsanlığın gelişmesi önünde iki barikattır. Sonunda emperyalizm Anadolu'dan kovulacak mı? Gizli açık işgal ve yağma uyguladığı her yerden, parça parça edilip kovulmakla kalmayacak, ABD de parça parça olacaktır. Halklar yanardağlar gibidir. Sessiz, kıpırtısız insanın sabrını taşıracak kadar hareketsiz gibi görünse de içleri ateş doludur, patlar, püskürürler. Tarih bunun örnekleriyle doludur. İşte Spartaküs, işte Lenin, işte Ho Chin Minh... Irak halkı da patlamıştır. "Öncelikli olan kuru kuru yaşamak değil, gelip geçici olduğumuz bu dünyada, insanlığa yarayışlı kalıcı izler bırakmaktır" diyor Haydar Dede, size yazdığı son mektupta. "Miras" biraz da bu mudur? "Miras"ım Haydar Dede'nin bir acı okyanusu olan yaşamı ve bir aydınlık kuyusu olan yüreğidir. Yani Miras'ım halkın da mirasıdır.

ÖNCEKİ HABER

'Endüstri Bölgeleri Cargill için'

SONRAKİ HABER

'Yaşlı Rind'in Ölümü' yıllar sonra Türkçe'de

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...