13 Haziran 2004 21:00

Tamam mı, devam mı?

3 Kasım seçimlerine giderken, Türkiye'nin önünde iki seçenek vardı: IMF-Dünya Bankası (DB) patentli programları yeni niyet mektuplarıyla, gözden geçirme programlarıyla bir biri ardına ekleyerek koşar adımlarla ekonomik ve toplumsal yıkıma gitmek ya da ülkenin gerçekleriyle uyumlu, kalkınma hedef ve politikalarıyla donatılmış yeni bir programla IMF-DB patentli programlara son vermek.

Paylaş
3 Kasım seçimlerine giderken, Türkiye'nin önünde iki seçenek vardı: IMF-Dünya Bankası (DB) patentli programları yeni niyet mektuplarıyla, gözden geçirme programlarıyla bir biri ardına ekleyerek koşar adımlarla ekonomik ve toplumsal yıkıma gitmek ya da ülkenin gerçekleriyle uyumlu, kalkınma hedef ve politikalarıyla donatılmış yeni bir programla IMF-DB patentli programlara son vermek. Birinci seçeneğin devamı yönünde, içerden büyük sermaye dışardan ise uluslararası sermaye kaynaklı yoğun bir baskı mevcuttu. Bu baskılar öylesine güçlü oldu ki, bir anda seçenekler kâğıt üzerinde bile teke iniverdi. Birkaç istisna dışında, partilerin ekonomik programları veya seçim bildirgeleri adeta IMF-DB patentli programın bir şablon metni gibiydi. Partilerin büyük bir çoğunluğu, IMF-DB aracılığı ile Türkiye'yi mutlak bir bağımlılık cenderesine sürükleyen mevcut programla kavgalı olmayacağı mesajını sözünü ettiğimiz bu iç ve dış güç odaklarına aktarmada büyük bir özen göstermişler ve bu programın "yeni yerli sesi" olmaya aday olduklarını ilan etmişlerdir.

Bağımlılılık zinciri Aslında bu duruma şaşmamak gerekir. Başka ülke örneklerinden de görülüyor ki, borç kıskacında uzun bir süre kalan ülkeler dış kaynak bulmak uğruna IMF-DB patentli politikalara sığındıkça yeni bağımlılık ilişkileri içine çekilmekte, başta bütçe olmak üzere iktisat politikalarına egemen olamaz bir konuma düşürülmektedir. Bizde de olan budur. İşte bu nedenledir ki, IMF-DB patentli programlar demokratik hiçbir gelenekle bağdaşmayacak biçimde, zorlama takvimlerle -15 günde 15 yasa örneğinde olduğu gibi- topluma dayatılmaktadır. Öngörülen bu modelde her şey değişebilir, -buna iktidar ve kadroları da dahildir- değişmeyecek olan tek şey politikalardır. Nitekim 3 Kasım seçimleri sonrasında da böyle oldu. Seçimler sonrasında iktidar olan AKP'nin Acil Eylem Planı (AEP), hükümet programları ve bugüne kadarki icraatları özü itibariyle IMF-DB ikilisinin güdümünde sürdürülmekte olan programın devamı niteliğindedir. Ancak programın devam ettirilmesi, AKP'nin programı sorunsuz bulduğu anlamına gelmemelidir. AKP, programın yarattığı sosyal ve ekonomik sonuçların-sorunların farkındadır. Nitekim, seçimlere gidilirken resmi belgelerde programa bağlı kalınacağı masajı verilirken, öte yandan seçim meydanlarında programın bu sonuçlarına dönük sert eleştirilerde bulunulması bu tespitimizi doğrulamaktadır. AEP metniyle, mevcut ekonomik programın temel eksikliklerinin düzeltilmesi yönünde IMF ile ciddi müzakereler yapılacağı izlenimi yaratılmıştır. Ancak görüldü ki, mevcut IMF programının temel çatısı korunduğunda, programın yol açtığı sorunlara IMF'den farklı çözümler üretmek mümkün olmamaktadır.

Vaatler tutulmadı Uzun boylu tartışmaya gerek yoktu; hükümet için asıl bağlayıcı olan hukuki belgenin hükümet programı (ikinci program da birinciden farklı değildi) olduğu da dikkate alınırsa, AKP iktidarının henüz yolun başında IMF-DB patentli programla bir ihtilafı olmadığı bu belgeyle (ortada birbiri ardına gelen iki program olduğundan aslında belgeler demek daha doğru) resmileşiyordu. Ortada resmi bir belge vardı ama hükümetin kurulmasının ardından gelen faiz düşüşünün yarattığı olumlu konjonktürün devam etmesinden olsa gerek, hükümetin kurulması sonrasında yapılan "faiz dışı fazla hedefinin revize edileceği" şeklindeki açıklamalar AKP'nin ekonomiden sorumlu kurmayları tarafından programının mürekkebi kurumadan yeniden tekrarlanır hale geldi. Hatta daha da ileri gidilerek bir önceki hükümete taş atılarak "Niyet mektuplarını artık biz yazacağız" deniliyordu. Ancak bunun böyle olmayacağı, üç aylık geçici bütçe kanunu ile görüldü. Üç aylık geçici bütçe ile AEP'nin üç aylık vaatlerinin örtüşmesi beklenirken, ikisi arasında neredeyse, hiçbir bağın kurulmadığı ortaya çıkmıştır. Gerek 58 ve 59. hükümet programları, gerekse 2003 yılı geçici ve 2003 yılı asıl bütçenin ana doğrultusu, AKP iktidarının öngörülen faiz dışı fazla hedefini aşağıya doğru revize edeceği ve IMF programına aykırı önerilerini kabul ettireceği iddiasını haklı kılacak unsurlardan yoksun kaldığını açıkça göstermiştir. Sonuç alınamadığı anlaşılmış olmalı ki, bu iddiadan daha sonra vazgeçilmiştir. Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, IMF programının dayattığı faiz dışı verme koşulu, hükümetlere kısmen de olsa kendi siyasal programlarını uygulamaya koyabilme olanağını artık vermemektedir. 2004 bütçesiyle bu somut olanak ortaya çıkmıştır. Hatırlanacaktır, 2004 Bütçe Kanun'un kabülünün ardından asgari ücrette ve SSK ve Bağ-Kur emekli maaşlarında bütçede öngörülenin üzerinde bir artışa gidilmişti. Ardından yapılan ek bütçeyle, bu ek yükün maaş ve faiz ödeneğinin dışındaki ödeneklerden yapılacak yüzde 13'lük bir kesintiyle karşılanması öngörülmüştü. Bu da gösteriyor ki, bütçeler artık hükümete bir esneklik tanıyamamaktadır. AKP bu süreçte ilginç bir tavır sergilemiştir; önceleri sosyal sorunlar çıktığında faiz dışı fazla hedefinde revizyon arayışlarına gidilerek programdan şikâyetçi olunmuş, bazı makroekonomik göstergelerde başarılı sonuçlar alındığında ise programa sahip çıkılmıştır. Yani, başarısızlık olduğunda bunların faturası IMF'ye çıkarılmış, başarılarda ise, -halbuki başka yazılarımızda da gösterildiği gibi gerek büyümede gerekse enflasyonda elde edilen başarılar aslında geçicidir- bunlar da AKP'nin eseriymiş gibi sunulmuştur. Ancak ocak ayına ait cari işlemler açığının öngörülerin çok üstüne çıkması ve buna kaynağı belirsiz dövizlerin ülkeyi terk etmesinin eşlik etmesi döviz fiyatlarını bir anda fırlatıverdi ve ekonomide yaratılmaya çalışılan olumlu hava birden olumsuza dönüşüverdi. Bu olumsuz konjonktürden olsa gerek, o günlere denk düşen 4. İzmir İktisat Kongresi'nin açılış konuşmacıları arasında yer alan Başbakan, uzun süredir özel sektör, uluslararası derecelendirme (rating) kuruluşları ve siyasiler arasında tartışma konusu olan "IMF ile devam mı, tamam mı?" Sorusuna açıklık getirme gereğini hissetti ve ardından ekledi: "IMF'ye git diyemeyiz ama faiz dışı fazlayı da gevşetiriz." Böylece, tekrar başa dönmüş olduk. Hükümet tam bu tartışmayı başlatmıştı ki, ertesi gün şubat ayına ait cari işlemler dengesi sonuçları açıklandı. Cari işlemlerdeki açık büyüyor ve belirsiz döviz çıkışı devam ediyordu. Dolayısıyla, tartışmanın zamanlaması doğruydu.

Alternatif üretilmeli Bu tartışmadan bir sonuç çıkabilir mi? AEP, hükümet programları ve bütçe hedefleri ve uygulamaları gösteriyor ki, AKP bunu geçmişte başaramamıştır. AKP, bu sefer başarma niyetinde olsaydı bu seçenek dahil IMF'siz seçenekleri de 4. İzmir İktisat Kongresi'nde tartışmaya açardı. Bilindiği üzere, bu tür kongrelerin tarihsel önemi, bu kongrelerin, moda deyimle ekonominin yol haritasının çizildiği ve vizyonunun oluşturulduğu bir zemin olmasından kaynaklanır. Ona tarihselliğini veren bu özelliğidir. Sorunları tartışmayan, çözümler üretmeyen, bir alternatif geliştiremeyen bir iktisat kongresinin kalıcı olması mümkün değildir. Maalesef, bu kongrede ne sorunlar tartışılabilmiştir, ne de çözümler. Bu tarihi fırsat kaçırılmıştır. Toplumun, hükümetin bu konuda ne düşündüğünü ayrıntısıyla bilme hakkı vardır. AKP'nin bir alternatif programı yoksa, bunları sunabilecek örgütlü kesimlerin önerilerini anlama ve dinleme mecburiyeti vardır. Bu toplumsal bir sorumluluktur. Önerileri kabul eder veya reddeder, bunun siyasi sorumluluğu onun üzerindedir. Sonuç öyle ya da böyle olabilir ama bunun için öncelikle alternatif önerilerin tartışılması gerekir. Gelinen yer, aynı sorunları bu sefer daha da ağırlaşmış olarak tartışıyor olmamızdan da anlaşılıyor ki, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan geniş halk yığınlarının arzuladığının bir hayli uzağındadır. Türkiye'nin bu programlarla kendisine bir gelecek oluşturması mümkün değildir. Bu programda ısrarcı olunması halinde, gelir dağılımı ve ekonomik bağımsızlık açısından geçmişi arar hale gelebiliriz. 80 sonrası, döneme egemen olan ve günümüze kadar sürdürülen iktisat politikalarının ciddi bir eleştirisinin yapılarak alternatifinin üretilmesi gerekir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında olduğu gibi, Türkiye kendi vizyonunu ve amaçlarını kendisi üretmelidir.



(*) Gazi Üniversitesi İİBF, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi/Türk-İş Danışmanı

ÖNCEKİ HABER

İşkenceye üstler onay verdi

SONRAKİ HABER

Nemada ikinci taksit ödeniyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...