05 Haziran 2004 21:00

Ne için ve kimler için İktisat Kongresi?

Finansal kırılganlığın devam ettiği, gayrisafi sabit yatırımların altı yıl öncesinin altında kaldığı, işsizliğin ve yoksulluğun arttığı bir ekonomik yapıda borçlanmanın çevrilebilmesi için topluma dar olduğu kadar kriz virüsü taşıyan bir giysi giydirilmektedir.

Paylaş
Yedinci gözden geçirme bağlamında IMF'ye yönelik kaleme alınmış olan niyet mektubundan aldığımız birkaç tümce yazımızın başlığını oluşturan sorunun yanıtını veriyor: "Ekonomimiz, IMF destekli programımız kapsamında başarılı makroekonomik yönetimin sağlandığı bir yılın ardından son neslin gördüğü en güçlü konuma gelmiştir". "2003 yılındaki kazanımların daha da ileri götürülmesi amacıyla ekonomik reform gündemi derinleştirilmekte ve geliştirilmektedir". Uygulanan politikalarda ise "GSMH'nin yüzde 6.5'i tutarındaki kamu sektörü faiz dışı fazla hedefi programın temel taşı olmaya devam etmektedir". DPT tarafından düzenlenmiş olan Ekonomi Kongresi'nin ana teması, resmi söylemdeki "başarı" ve "IMF'nin vazgeçilmezliği". Daha kapsamlı olarak yorumlanırsa Türkiye'nin küresel ekonomiye edilgen bir konumda eklemlenme politikalarında kararlılığın vurgulanması kongreye damgasını vurmuştur! Gerisi dolgu maddesidir... Dolayısıyla kongredeki resmi söylem, ulusal kalkınma ve sanayileşme politikalarından vazgeçiş, IMF güdümündeki yapısal uyarlanmaya ve bu bağlamda sözde reformlara kararlılıkla devam ve çözümün bu yörüngeye oturmaktan geçtiği üzerinedir. IMF ile 18. stand-by anlaşmasının süresi dolmadan önce, resmi otoritelerin IMF ile yeni bir anlaşma zemini arayışı, büyük sermaye çevrelerinin, örneğin TÜSİAD'ın epeydir IMF ile yola devam edilmesi yönündeki görüşü ve IMF'nin tavrı dikkate alınınca, kongrede mevcut politikalara "bilimsel" yaftalı, resmi bir kılıf hazırlanmış olduğu ortaya çıkıyor. IMF, Dünya Bankası, OECD'nin en üst yöneticilerinin tavsiye ve uyarılarda bulunduğu, yabancı özel şirket yöneticilerinin görüş ve istemlerini açıklamanın yanı sıra piyasayı yokladığı bir ortamda, Büyük Ortadoğu Projesi ile AB'nin dolaylı ve dolaysız olarak önerdiği "ayrıcalıklı ortak" statüsü arasında sıkışmış bir ülkenin savrulduğu noktada çaresizliğin, teslimiyetin ve ufuksuzluğun damgasını vurduğu bir kongre düzenleniyor. Üstelik Şubat 1923'te toplanan İktisat Kongresi'nin devamı olduğu gibi bir söylemle sahneye çıkılıyor...

Kongre mesajları Bazı akademisyenlerin sunduğu bilimsel nitelikteki bildiriler bir yana, kongre resmi otoritelerin mevcut politikaları sergiledikleri arenaya döndürülmüş ve spekülatif büyüme modelinin seçeneksizliği kamuoyuna sunulmuştur. Böylelikle IMF'nin "iyi öğrencisi", ödevini yaptığını, IMF, Dünya Bankası, OECD başta olmak üzere uluslararası finans ve iş çevrelerinin oluşturduğu sınav komitesi önünde kanıtlamış ve "yola devam" mesajını almıştır. Kongrenin içinden ve dışından, ama kongre ortamında resmi ağızlardan verilen mesajlar esas itibariyle mevcut modelin ve politikaların bir biçimde seçeneksizliği üzerinde odaklanmaktadır. Şimdi bu mesajlardan öne çıkanlara göz atalım:
  • "Net borç ödeyicisi olmak için IMF ile yola devam etmek gerekiyor".
  • "% 6.5'lik faiz dışı fazla borç stokunun düşmesi için gerekli bir oran".
  • "IMF ile ihtiyati stand-by anlaşması uygun düşebilir".
  • "Yüksek faiz dışı fazla büyümeye engel değildir". Yukarıdaki mesajlar verilirken Başbakan'ın % 6.5 oranındaki faiz dışı fazlanın sürdürülmesinden yana olmadığı yönündeki ifadesi ve Devlet Bakanı Babacan'ın 18. stand-by anlaşması sonrasında IMF ile ilişkilerde üç düzenleme seçeneğinin olduğu yönündeki beyanı popülist olduğu kadar magazinsel nitelikte gözükmektedir. Nitekim toplantı sürecinde söz konusu faiz dışı fazlanın borç indirimi için gerekli olduğu gerek resmi yetkililer gerekse IMF Başkan Yardımcısı Kruger tarafından özenle vurgulanmıştır. Kaldı ki, geçtiğimiz günlerde hükümet mali disiplin konusundaki kararlılığını dile getirmiş ve yüksek faiz dışı fazlaya endeksli politikaların sürdürüleceği yolunda açık sinyaller vermiştir. IMF ile ilişkilerde Devlet Bakanı'nın dile getirdiği üç seçenekten ilki, kendi deyimiyle "IMF'den ayrılmayı" öngördüğü için seçenek bile kabul edilemez. Geriye kalan iki seçenekten ilki yeni bir stand-by anlaşmasını imzalamak, ikincisi ise ihtiyati bir anlaşma ile yakın izleme anlaşması arasında bir tercih yapmaktır. Anlaşmanın türü ne olursa olsun, yüksek faiz dışı fazlaya dayalı politikanın sürdürüleceği, ekonominin reform perdesi altında daha çok piyasa güçlerine, bu bağlamda yabancı sermayeye açılacağı, küresel yönetişim -isterseniz buna iyi yönetişim de diyebilirsiniz- doğrultusunda neo-liberal kriterlerin baş tacı edileceği, kalkınmacı ve eşitlikçi perspektifin bir kenara bırakılacağı aşikardır.

    FDF tartışması Faiz dışı fazlanın ekonomik büyümeyi engellemediği savını ise, bir başka açıdan değerlendirmek veya tersinden okumak gerekiyor. Yüksek faiz dışı fazlanın 2002 ve 2003'de ekonomik büyümeyi engellemediği rakamsal olarak doğrudur. Ancak büyüme dinamikleri, büyümenin kaynakları ve özellikleri farklı boyutları gözler önüne sermektedir. Öncelikle büyüme rakamlarını sorgulamak gerekiyor. Çünkü DİE halen 1996 girdi-çıktı matrisine dayalı hesaplama yapıyor ve sektörlerin büyümedeki ağırlıklarında 1996 yılı dikkate alınıyor. Dünya literatürüne geçecek biçimde 2002 yılına ilişkin % 7.8'lik büyümenin 7 puanı, 2003'e ilişkin % 5.8'lik büyümenin de 3 puanı stok artışına atfediliyor! DİE'nin saptamaları seçim anketleri yapan şirketlerin tahminlerini anımsattığı için bu veriler temelinde sağlıklı tanıda bulunmak da güç hale geliyor. İyimser bir yorumla bu rakamların doğru olduğunu varsayalım. Bu durumda ise büyüme dinamiklerini esas itibariyle kısa vadeli sermaye girişi (sıcak para) oluşturduğu için büyüme ve spekülatif ve kırılgan bir nitelik kazanıyor ve sürdürebilirliği konusunda soru işaretleri giderek artıyor. Daha geniş kapsamlı olarak iktisat politikaları kısa vadeli sermaye girişi ve aşırı değerli TL/baskılanmış kur temelinde şekillendiriliyor. Şöyle ki, belirli bir düşmeye karşın gerek enflasyona, gerekse uluslararası piyasalardaki oranlara göre yüksek düzeyde tutulan reel faiz ve düşük kur kısa vadeli sermaye veya döviz girişini hızlandırıyor. Böylece kur bastırılıyor, döviz girişi karşılığında TL cinsinden likidite artıyor ve faizin aşağı çekilmesi için gerekli koşul yaratılmış oluyor. Artan döviz rezervi hızla yükselen ithalat faturasını (veya dış ticaret açığını) finanse edebiliyor. Diğer yandan bastırılmış kur ithalatı cazip hale getiriyor, sanayiciler ara girdi ihtiyaçlarını ucuz ithalatla karşılıyor ve aynı zamanda üretim maliyetinin aşağı çekilmesi sağlanıyor. Artan ithalatla birlikte piyasaya mal arzı artıyor ve enflasyonist baskı hafifletiliyor. Bu model dışarıdan kaynak girişi sürdüğü ve yüksek reel faiz-bastırılmış kur politikası korunduğu ölçüde sürdürülebiliyor. Ancak madalyonun diğer yüzünde ise bu çarkın döndürülmesi için uygulamaya konulan yüksek faiz dışı fazlaya dayalı düzenleme yer alıyor. Yüksek faiz dışı fazla ise vergi ödeyen kesimin vergi yükünü artırdığı gibi istihdam üzerindeki yükü artırıyor, yatırımları caydırdığı ölçüde işsizliği artırıyor ve yoksulluğu yaygınlaştırıyor. Bu süreçte yüksek bütçe ve kamu açığı süregeliyor, net borç ödeyicisi olduğu vurgulanan kamunun iç ve dış borç stokunda artış sürüyor ve cari hesaplardaki açık genişliyor. Son günlerde ekonomide ortaya çıkan dalgalanma ise modelin sağlıksızlığını ve finansal kırılganlığı somut olarak gözler önüne seriyor.

    Yanıt bekleyen sorular "Ekonominin son neslin gördüğü en başarılı konumu"nu değerlendirebilmek ve kalıcı bir kazanımın ne ölçüde elde edildiğini ölçebilmek için şu soruların yanıtlanması gerekmektedir: Büyümenin kısa vadeli sermaye girişlerine bağımlılığı kaldırılmış mıdır? İktisadi faaliyetlerin spekülatif hareketler tarafından yönlendirilmesi ve biçimlendirilmesi, bağlı olarak bölüşümün giderek spekülatif kazanç sağlayanlar lehine gelişmesi sona erdirilmiş midir? Finans sektörü ile reel sektör arasındaki kopukluk kalıcı bir biçimde giderilmiş midir? Kamu maliyesindeki dengesizlik ortadan kaldırılmış mıdır? Kısa vadeli sermaye hareketlerine bağımlı olarak şekillendirilen iktisat politikalarındaki deformasyon düzeltilmiş midir? Tüm soruların yanıtları tek sözcükle HAYIR'dır. Finansal kırılganlığın devam ettiği, 1987 sabit fiyatlarıyla gayrisafi sabit yatırımların altı yıl öncesinin altında kaldığı, işsizliğin ve yoksulluğun arttığı bir ekonomik yapıda borçlanmanın çevrilebilmesi için topluma dar olduğu kadar kriz virüsü taşıyan bir giysi giydirilmektedir. Bu giysinin de topluma uygun olduğu trilyonlarca lira harcanarak gerçekleştirilen bir kongrede tescil edilmeye çalışılmıştır.

    Son söz Şimdi mevcut politikalara karşı çıkanları acil bir görev beklemektedir. Trilyonlarca liranın harcanmayacağı, mütevazı koşullarda gerçekleştirilecek alternatif bir iktisat kongresinin İzmir'de toplanmasını sağlamak öncelik taşımaktadır. IMF, Dünya Bankası, OECD ve çokuluslu şirket temsilcilerinin yer almayacağı, buna karşın ulusal iktisat politikaları ile sosyal politikaları kucaklayan tüm kesim ve grupların yer alacağı bir toplantıyı düzenlemek gerekmektedir. Bu kongrede yalnızca mevcut iktisat politikalarının analizi ve eleştirisi ile yetinilmemesi, seçeneklerin ortaya konulması, değerlendirilmesi ve asgari bir paydada birleşilmesi yaşamsal bir önem taşımaktadır. (*) Atılım Üniversitesi öğretim üyesi, Prof. Dr.

  • ÖNCEKİ HABER

    İntikam saldırısı

    SONRAKİ HABER

    Bankalara kredi kartı davası

    Sefer Selvi Karikatürleri
    Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
    Evrensel Ege Sayfaları
    EVRENSEL EGE

    Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...