03 Mayıs 2004 21:00

Kıbrıs'ta ortak partiler kurulmalı

Yard. Doç. Mehmet Hasgüler, Kıbrıs'ta etnik temellere dayalı partiler açısından yolun sonuna gelindiği görüşünde. AKEL'i de bu bakımdan eleştiren Hasgüler, "Vakit geçirilmeden bu yönde girişimler başlatılmalı" diyor.

Paylaş
Kıbrıs'la ilgili kitap ve makaleleri ile tanınan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Yard. Doç. Mehmet Hasgüler'le, yine dikkatlerin çevrildiği Kıbrıs'ı konuştuk. Kıbrıs'ta kalıcı bir çözüm için ortak partiler kurulması gerektiğini savunan Hasgüler, yeni dönemi, ada içindeki ve dışındaki taraflar bakımından değerlendirdi.

Artık Türkiye'nin iki Kıbrıs politikası olmalı - Kıbrıs üzerine uzmanlaşmış biri olarak, kısa bir süre önce Kıbrıs'a da, Yunanistan'a da gittiniz. Şu anda Türkiye'desiniz. Yani konuyu en gerilimli sürecinde üç taraftan da izlediniz. Referandum ve 1 Mayıs sonrası girilen yeni dönemde ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz? Kıbrıs sorunu gerçekten üç cephede nesnel olarak ele alınmaya büyük ihtiyaç duymaktadır. Öncelikli olarak Yunanistan konusunda belirtmem gereken bir yön şu: Orada daha çok 1974 yazındaki Türkiye müdahalesinin yarattığı sonuçlarla konu irdelenmekte. Bu anlamda Yunanistan siyasi hayatı açısından öncelikle, Kıbrıs'taki sonuçların nedenlerine dönük nesnel bir değerlendirmeye acil olarak ihtiyaç var. Kıbrıs siyasi tarihinde, Helen milliyetçiliğinin ve Yunan cuntasının oluşturduğu sonuçları, henüz özeleştiri yoluyla yeni bir bakışa yönelmedikleri konusu önemini korumaktadır. Helen milliyetçiliğinin özel ilişkisi bakımından Ortodoks Kilisesi'ni de bu anlamda ele almalarında büyük fayda vardır. Helen milliyetçiliğine rengini vermiş olan Ortodoksluk, aslında ulusal bir din haline getirilmiştir. Helen kimliği bu anlamda laikleştirilmeye muhtaç bir özelliktedir. Bu yanıyla Kıbrıs'taki Rumların da genel olarak bu durumdan etkilendiklerini söylemek mümkündür. Bu yönüyle Kıbrıs'ın güneyindeki Rum kimliğinin önemli bir unsurunu oluşturan dinsellik karakteri aslında Kıbrıslı Türkler tarafından henüz anlaşılmış bir öneme sahip değildir. Bu anlamda Kilise'nin etkisini ihmal ettikleri takdirde Annan Planı'na hayır kampanyasında onu anlamak durumunda kalabilirler. Belki Güney'de birleşmeye en son hayır diyecek olan AKEL'in bu noktadaki duruşunu anlamakta fayda vardır. AKEL bir defa söylem olarak Kıbrıs'ta barış ve birleşme konusunda önemli role sahip bir partidir. Varlığı bile Kıbrıs'a ve Kıbrıslılara cesaret vermektedir. Lakin AKEL'in maalesef parti olarak üyelerini ve onlara oy verenleri düşündüğümüzde topyekûn Rumlar olduğunu görmekteyiz. AKEL'in en temel sıkıntısı buradan kaynaklanmaktadır. Yani siz enternasyonal bir misyona gönül ve akıl koyacaksınız ama sonunda misyonunuzu sadece destek aldığınız Rum halkı adına yürüteceksiniz. Burada aynı sıkıntı Kuzey'deki sol ve sosyal demokrat partilerde de söz konusudur. Kısaca Kıbrıs'ta enternasyonal duruş sergileyecek ve etnik kimlikler üstü savaşan ve bu anlamda da iki taraftan fiili destek sağlayan yeni partilerin yola koyulması gerekmektedir. Aksi halde tek taraflı ve tek kanatlı kuşun uçamayacağı gibi tek yanlı barış da kurgulanamayacaktır. İşte buradan kalkarak Kıbrıs'taki bu Annan müsübetinden bin nasihat yaratmak gerekmektedir. Kimse AB'ye, ABD'ye, BM'ye kızmasın. Otursun, Kıbrıs üzerine konuştuklarını bir daha gözden geçirsin. Kıbrıs'ın artık etnik kimliklerin üzerinden hareket eden partilerle gidecek hiçbir yeri ve yönü yoktur. Kıbrıs'ta sadece Türkler ve sadece Rumlar için siyaset yapan partilerle buraya kadar gidilebilecektir. Bu siyaseti evrensel bir şekle sokmak gerekmektedir. Kıbrıs'ta siyaset artık liberaller, muhafazakârlar, sağcılar, solcular olarak ifade edilecek ortak partilerle yürütülmelidir. Onbin yıllık insanlık tarihine sahne olmuş adada Türkler ve Rumlar böylesi bir tutumu yaratmak durumundadırlar. Türkiye bakımından ise konu gündemdeki yerini fazlasıyla tutmasına rağmen sabahtan akşama Annan'ın teknik mevzuatını aşamamış ve sonuç olarak Türkiye halkında Kıbrıs bıkkınlığı yaratmıştır. Gelecekte kurgulanacak yeni Kıbrıs'a dair Türkiye'de ilginç deneyimler oluşturacak bir tarihi geçmiş olmasına rağmen, meselenin sadece Annan'a ve AB'ye havale edilmesi üzücü olmuştur. Bu noktadan itibaren işin sol cenahtan da katkısı önlenmiştir. Osmanlı bağlamında Kıbrıs'ın geleceğine dair Türkiye'de söylenecek epey nokta olmasına rağmen, bunlar da büyük medya tarafından es geçilmiştir. Belki Kasım 2002'den beridir süregelen Annan Planı tartışmalarına harcanan zaman da boşuna heba edilmiştir. Bundan sonra Aralık 2004 AB zirvesine kadar Kıbrıs konusu fazla bir hareketlilik oluşturmayabilir. Lakin Kıbrıs Rumlarının 1 Mayıs 2004 tarihinde resmen AB'ye üye olmuş olmasıyla Türkiye'ye yansımaları önem kazanmıştır. Başka bir deyişle, Kıbrıs Rumları ile Türkiye Gümrük Birliği bağlamında yeni bir ilişki biçimine kavuşacaktır. Ayrıca Kıbrıs Rumları AB üyesi olarak Ankara'da büyükelçilik açmak isteyebilir. Türkiye'nin bu noktadaki siyaseti net olmak durumundadır. Kısaca Türkiye artık sadece KKTC'ye dönük Kıbrıs politikasının yanına bir "Kıbrıs Cumhuriyeti" politikası oluşturmalı, Türkiye'nin artık iki Kıbrıs politikası zorunlu olarak biçimlenmelidir. - ABD, AB ve Rusya'nın soruna yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kıbrıs, Soğuk Savaş'tan günümüze bu güçler açısından ilginç bir oyunun önemli bir taşı olmuştur. ABD açısından Kıbrıs, üzerinde en yakın dostu olan İngiltere'nin üsleri olan bir Ortadoğu toprağıdır. ABD'nin Kıbrıs'ı İngiltere'yle birlikte Ortadoğu coğrafyası içinde önemli bir mevzi alanı olarak telakki ettiği bir vakıadır. ABD açısından ikinci nokta, Kıbrıs medeniyetler buluşmasına örnek teşkil edebilecek yönlere sahiptir. Bu yönü, özellikle 1990'lı yıllarda Conflict Resolution adlı (uyuşmazlıkların çözümü) disiplin dalını Kıbrıs'ta uygulamaya başlamasından anlamak gerekir. Bu çalışmayla Kıbrıslı Türkler-Rumlar çeşitli düzeylerde ve yaygın olarak eğitilmişler ve özellikle İsrail de, bu konuda özel bir ülke olarak bu çalışmalarda yerini almıştır. ABD'nin bu çalışmalarla hedefi gelecekte Müslüman-Hıristiyanlar arası ortak bir devlet yaratmak ve bunu başka ülkelere model olacak bir duruma sokmaktı. Yani şimdi moda Kıbrıs'ta en Batılı ve laik Türklerle Rumları bir devlet çatısı altında toplamak başta İsrail-Filistin olmak üzere dinsel ve etnik problemli yerlere ihraç edilecek bir başarı örneği olacaktı. ABD dış politikası açısından böyle bir örnek onlara ihtiyaç duydukları barış vizyonunu da kazanmalarına yol açacaktı. Bir yanıyla Bush, bu konuyu seçim kampanyalarında bir zafer olarak kullanmayı düşlüyordu. Ama bu planı Rumlar redderek bu diplomatik zaferi önledi. ABD ile ilgili söylenen bir başka nokta ise, aslında Kuzey'de de bir üs kurarak Ortadoğu'da sağlam bir zemini kurmaktı. Özellikle Kafkasya'daki enerji akışının güvenliği bakımından Karpaz yöresinde bir üs gereksinmesi ortaya çıktığından, 5. Annan Planı'nın Türklerin tezlerine yakın olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ve böylece bunun, planı Rumların onaylamasını önlediği söylenmektedir. Bu durum da tabii bir söylenti olarak ortada durmaktadır. Lakin Kuzey'de böyle bir üs çabası ileride başka sıkıntıların doğmasına yol açabilir. En başta uluslararası anlamda çözüme kavuşturulmamış bir konuyu bu tür ilişkiler içine sokmak, Kıbrıs'ın AB sürecindeki konumunu ve AB ülkelerini de ciddi sıkıntıya sokabilir. Elbette AB ülkeleri Rumları tek taraflı olarak aralarına almakla büyük bir hata yapmışlardır. Şu anda bu nokta öyle o kadar göze batmasa da ileride olası olumsuz gelişmelerin AB'yi dağılma noktasına getirmesi mümkündür. Bu anlamda Türkiye'ye Aralık 2004 tarihinde müzakere tarihi verilip verilmemesi bir kırılma noktası oluşturabilir. Rusya'nın Kıbrıs'la ilgili politikası on yıl öncesindeki bir vetosundan sonra yeni vetosu sürpriz oluşturmuştur. Lakin Rusya bu vetosuyla aslında Çin ve Fransa'yı da yanında görmüştür. Olayın teknik olduğu siyasi olmadığı anlamında değerlendirmeler yapılmıştır. Aslında eski SSCB'nin Kıbrıs politikaları bilindiği takdirde konunun basit olmadığı ve sadece teknik düzeyde olmadığı söylenebilir. Rusya'nın arka bahçesine dönük ABD'nin düzenlemeleri, Rusya'yı rahatsız etmektedir. Bu anlamda da Rusya, hem içeride Rus halkına "Bakın veto silahını gerektiğinde kullanırım" derken, aynı zamanda Kıbrıs'ı tamamen Batı ve ABD etkisine de örtülü olarak itiraz etmiştir. Başka bazı özel anlamları da vardır: Ortodoks dayanışması, Güney'deki 50.000 Rus vatandaşın durumu, Kıyı bankalarının Güney'deki ilişkileri, silah ticareti vs. - Bu noktada kalıcı bir çözüm için neler öneriyorsunuz? Bu noktada siyasetin ideolojik düzeye taşınmasını ve dar kalıplarla konuya yaklaşılmamasını öneriyorum. Kıbrıs'ta ulusçulukların tatmin modelini kuracak bir ortak devleti yaratmanın yolu, kimlikleri hem yüceltmeden hem de aşağılamadan denge oluşturmalıdır. Ama esas konu, artık Kıbrıslıların hemen bugünden itibaren ortak partiler kuracak bir çalışmayı önlerine koymalarıdır. Bunun ötesindeki tartışmalar elbette dışardaki güçlere göre hiza almaktan başka anlam taşımayacaktır. Bu olgunun bizzahiti kendisi ortak vatan kurgusunun baş düşmanı olacaktır.

Annan Planı BOP'un ilk uygulaması olacaktı - ABD'nin ortaya attığı Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında Kıbrıs'la ilgili gelişmeleri nereye oturtuyorsunuz? Kıbrıs aslında Büyük Ortadoğu Projesi'yle bir ilişkiye sahiptir. Annan Planı aslında BOP'un bir parçası ve ilk uygulaması olacaktı. Biliyorsunuz bazı zamanlarda uygulamalara adları sonradan verilmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi'nin örnek ülkesi ve ilk uygulaması olarak hayata geçecekti. Kıbrıs belki bu haliyle bir süre daha Ortadoğu'nun biçimlenme süreciyle alakalandırılabilecektir. En nihayet Kıbrıs, eğer Ortadoğu açısından önemini azaltmış bir konumda olsaydı geçen yıl Kıbrıs Rumları İngiliz Üsleri'ne ilişkin AB Katılım Antlaşması'nı imzalarken bu konuyu da yeni bir imza ile kayıt altına almazlardı. Kıbrıs Ortadoğu'daki önemini AB üyesi olarak da koruyacaktır. Ama bu sürecin seyriyle ilgili süreç içerisinde ne tür gelişmeler olacağını gözlemlemek gerekmektedir. Kuzey Kıbrıs aslında bölgesel anlamda İsrail menşeili şirketlerin ilgi alanı haline gelebilir. Bu konuda ABD'nin açıklamaları özellikle bazı ticari ilişkilerin Kuzey'le oluşturulabileceği intibasını vermektedir. Rumların, özellikle İsrail ile olan ilişkileri Osmanlı'dan beri sorunlu olması ve Müslüman olarak Kıbrıs Türklerinin batılı ve laik olması da İsraillilerin dikkatini cezbedebilir. Bu anlamda 24 Nisan referandumunun en önemli sonuçlarından birisi bu olabilir.

Kıbrıs Rumları, Batı Almanya olmak istemediklerini söyledi - Kıbrıs'taki 'hayır'ın yüzde 75 gibi baskın bir oranda çıkmasını nasıl yorumluyorsunuz? Kıbrıs Rumları, Batı Almanya olmak istemediklerini söylediler. Kıbrıs'ta Güney zengin, Kuzey ise fakir durumdadır. Bu anlamda Kuzey'de kitlesel gösteriler aslında yeni dinamiklerin olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bu yanıyla Güney tipik bir Batı ülkesi gibi statükocu olmak gibi bir görüntü verirken, Kuzey'de ise statükoyu yıkmak isteyen kitleler oluşmuştur. Bu anlamda aslında Güney'de de statüko karşıtları olan önemli bir kesim vardır. Lakin başta söylemiş olduğum ulusçuluk ve kurtuluş mücadelesi tarihsel anlamda yanlış kurgulandığı ve buna özellikle sol güçlerin müdahale etmediğinden dolayı konu etkisini ulusçuluk noktasında göstermektedir. Kuzey'de AB mevzusunun haddinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Bu noktada sol güçlerin pragmatist yaklaşımlarının etkisini de söylemek gerekmektedir. Konuya nesnel yaklaşmak değil, salt kendi merkezinden yaklaşarak açıklamak yanlış olmaktadır. Güney'deki hayırın %76'sını da ulusçuluk olarak görüp, Kıbrıslı Türklerle yaşamak istemedikleri sonucuna varmak, savaş halini iki toplumun arasına sokmak demektir.

ÖNCEKİ HABER

TEDAŞ abonesi böyle zulüm görmedi

SONRAKİ HABER

Herkes kendi dilinde konuşmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa