19 Nisan 2004 21:00

Karşı Abant Forumu

"Ilımlı İslam", emperyalizme karşı çıkmayacak, ABD askerlerinin İslam coğrafyasındaki varlığından rahatsız olmayacak, çokuluslu şirketlerin zenginliklerimizi yağmalamalarına aldırmayacak...

Paylaş
"Ilımlı İslam", emperyalizme karşı çıkmayacak, ABD askerlerinin İslam coğrafyasındaki varlığından rahatsız olmayacak, çokuluslu şirketlerin zenginliklerimizi yağmalamalarına aldırmayacak, uluslararası sermayenin çıkarları için çalışan IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların faaliyetlerine, borç-faiz-borç sarmalı ile ekonomilerin çökertilmesine, milli varlıkların ulus-ötesi tekellerin eline geçmesine ses çıkarmayacaktır.


BOP ve 'ılımlı İslam'

Mehmet Bekaroğlu* Henüz ayrıntılar açıklanmadı -belki onlar da bilmiyorlar- ama Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) amacı açık: İslam coğrafyası, dünya sistemine eklemlenecek. Önce İslam coğrafyasında ABD yayılmacılığına açıkça karşı çıkan unsurlar ortadan kaldırılacak. Bunun için 11 Eylül fırsat bilinerek (ya da 11 Eylül fırsatı yaratılarak) bölgeye ABD ve İngiltere orduları yollandı; şimdi direnişin önderleri bir bir ortadan kaldırılıyor. Afganistan'da, Irak'ta ve Filistin'de alçakça cinayetler işlenerek, vahşice katliamlar yapılarak aynı zamanda herkese gözdağı veriliyor: "Ya işbirliği yaparsınız ya da ortadan kaldırılırsınız".

İki farklı İslam tanımı Sonra "ılımlı İslam" devreye girecek. Esasen İslam dini, dayanışma ruhu, ölçülülük, alınteri/emeğin kutsallığı, haram kazanç, israf ve faizin yasak olması ile kapitalizmin mantığına ters düşüyor. Ortadan kaldırılmak istenen budur. Fakat bunun yapılması, yani bir dinin topyekûn ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu nedenle iki ayrı İslam tanımı yapılmaya başlandı. Bunlardan biri "köktenci İslam"dır. İslam dininin, insan öldürmeyi yasaklamış, haksız yere bir insana zarar vermeyi bütün insanlara zarar vermekle eş tutarak büyük günah kabul etmiş olmasına rağmen "İslami terör" diye bir kavram icat edildi. Sonra bir kısmı gelenekten kaynaklanan, çoğu da uydurma olan bazı davranış ve tarzlar ile "terör" birlikte anılarak "köktenci İslam" resmi tamamlandı. Vahşi, geri, terörist, diktatör, otoriter, totaliter, karanlık, tehlikeli bir resimdir, bu. İkinci İslam resmi, "ılımlı İslam"dır. "Ilımlı İslam", demokrat, hoş görülü, serbest piyasaya, yani israfa ve faize izin veren, alınteri/emeği değil sermayeyi kutsayan bir dindir, elbette barışçı, uyumlu ve yumuşak başlıdır. Bence "Türk İslam'ı" kavramı artık tedavülden kalkıyor ama Türkiye, Osmanlı mirası ve köktencilikten ılımlılığa evrilmiş İslamcı (!) hükümetiyle ideal bir modelidir. Bu nedenle ABD, BOP için Türkiye ve AKP Hükümeti'ni vazgeçilmeze yakın derecede önemsiyor. Özetlersek, "ılımlı İslam", emperyalizme karşı çıkmayacak, ABD askerlerinin İslam coğrafyasındaki varlığından rahatsız olmayacak, çok uluslu şirketlerin zenginliklerimizi, madenlerimizi, petrolümüzü, doğal gazımızı yağmalamalarına aldırmayacak, uluslararası sermayenin çıkarları için çalışan IMF, Dünya Bankası ve diğer kuruluşların faaliyetlerine, borç-faiz-borç sarmalı ile ekonomilerin çökertilmesine, milli varlıkların ulus-ötesi tekellerin eline geçmesine ses çıkarmayacaktır. Yıllardır bölgede diktatörleri destekleyen, işlerini diktatörler eliyle gören ABD'nin şimdi birden bire demokrasi nöbetine girmesinde, İslam coğrafyasına demokrasi ve özgürlük getirmek için büyük fedâkarlıklara katlanmasında elbette bir hikmet var. O hikmet şudur: Diktatörler artık yıpranmıştır, çok uluslu şirketlerin ve uluslararası sermayenin çıkarlarını korurken tükenmişlerdir; bölgedeki bütün totaliter rejimlere karşı müthiş bir güvensizlik ve öfke oluşmuştur. Bundan böyle batının çıkarlarını diktatörler aracılığıyla koruması mümkün değildir. Fethullah Gülen'in dediğinin aksine bir "İslam dünyası" vardır ve İslam coğrafyasının tamamında özgürlük ve kendi kendini yönetme talebi had safhadadır. Öte yandan bugün serbest seçimler yapıldığı takdirde seçimi ezici çoğunlukla İslamcı partilerin kazanmayacağı bir İslam ülkesi yoktur. O nedenle tüm İslamcı partiler AKP'lileştrilmek istenmektedir. BOP'ta Türkiye ve AKP bu nedenle anahtar konumundadır. Filistin'de, Afganistan'da ve Irak'ta işgal var ama bence ilk operasyon Mısır'da yapılacaktır. Müslüman Kardeşler Partisi, AKP olma sinyalleri veriyor, yakında Mısır'da serbest seçim olur ve Hüsnü Mübarek ılmlı İslami parti ile iktidarını paylaşırsa kimse şaşmasın.

(*)Doğu Konferansı Girişimi Sözcüsü


Abant, ABD'nin çıkarlarına ideolojik destek sağlıyor

Doç. Dr. Fikret Başkaya* Ortadoğu, tarih boyunca hep dünyanın merkezi oldu, her tarihsel dönemde önemi farklı nedenlere dayansa da, bu durum değişmedi. Şimdilerde Ortadoğu'yu denetlemek, hem petrol, hem de ABD hegemonyası ve bir bütün olarak emperyalizmin jeostratejik ve jeopolitik çıkarları bakımından büyük önem taşıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında emperyalizmin bölgedeki çıkarları, İran ve Arap milliyetçiliği tarafından tehdit ediliyordu. Eğer Arap Ortadoğu'sunun halkları kendi kaynaklarına sahip çıkarlar, petrol başta olmak üzere kaynaklarını kendi kalkınmaları için kullanırlarsa, bu emperyalizm için 'hayat damarlarından birinin tıkanması' anlamına gelecekti. Bu yüzden Arap ve İran yönetimlerinin hizaya getirilmesi gerekiyordu. Bu, İranda petrolü millileştiren Musaddık'ın bir darbeyle devrilmesi onun yerine tam bir kukla olan Şah'ın getirilmesi, Arap dünyasında da Nasır'ın etkisizleştirilmesiyle sağlandı. Bilindiği gibi, Arap milliyetçiliğinin emperyalizm için bir tehdit olmaktan çıkarılması, 1967 Arap-İsrail savaşıyla sağlandı. "Altı gün savaşı" da, 1965 de Washington'da tezgahlanan bir 'senaryoya' göre işledi. İsrail bir Ortadoğu devleti değildir. Ortadoğu'daki emperyalizdir. Sınırları bile belli olmayan bir devlettir. Bu yüzden de BM üyesi olmaması gereken bir devlettir zira sınırları belli değildir. ABD'nin de kurulduğunda belli sınırları yoktu. Amerikan yerlilerini sömürgeleştirerek, jenosit uygulayarak genişlemesinini sürdürmüştü. Benzer birşeyi şimdilerde siyonist İsrail Filistin'de yapıyor... Arap milliyetçiliğinin ezilmesi, emparyalizm için nihai zafer anlamına gelmiyordu. Kitle tepkisi bu sefer de İslamî referanslarla devam ediyor. Şimdi sıra, İslami referanslara dayalı muhalefeleti tasfiye etmeye geldi. Bunun için savaş yöntemi sürekli devrede. Malum terörizmle mücadele adı altında Afganistan'dan Irak'a tam bir kıyım uygulanıyor, siyonist rejim aralıksız katliamlarnını sürdürüyor. Emperyalistler beşyüz yıldır katliamlar yapıyorlar, sürekli 'insanlık suçu' işliyorlar ama neyin suç neyin sevap olduğuna da kendileri karar verdikleri için, hiçbir zaman soykırımların, jenosidin, sömürgeciliğin ve emperyalızmin ne demeye geldiği gerektiği gibi anlaşılamıyor. ABD emperyalizminin ve bir bütün olarak Batı emperyalizminin Ortadoğu'daki çıkarları söz konusu olduğunda iki 'müttefiki' var: Siyonist İsrail ve Türkiye... Şimdilerde emperyalizmin pis misyonunu meşrulaştırıp-kabullendirmek için, ideolojik bir manipülasyon gerekiyor. İşte 'ılımlı islam' retoriği bu amaç için peydahlanıyor. Şu bizim 'Abant Grubu' denilenin misyonu da ABD'nin bölgedeki emperyalist çıkarlarına ideolojik bir destek sağlamakla ilgili. Sömürgeciliğin ve emperyalizmin beşyüzyıllık tarihi var. Bu zaman zarfında sömürgecilerin başarısı sadece şiddete dayanmadı. İşbirlikçi azınlıklara ve onların ideolojik kölelik yaratma 'yeteneğine' dayandı. Bu yüzden, genel bir tarihsel perspektiften bakıldığında, Üçüncü Dünya'nın ister komprador burjuvazileri olsun, isterse beyinleri sömürgeleşmiş 'aydın' denilen kesimleri olsun, hep ihanet içinde oldular. Şimdilerde da aynı pis misyonu sürdürüyorlar. Bu kesimler son tahlilde işlenen insanlık suçunun ortaklarıdır ve utanç verici konumundadırlar. Emperyalizmin bu son hamlesi de başarısız olacak, zira, Arap Ortadoğu'sunun halkları hiçbir zaman yenilgiyi kabul etmediler. Bilindiği gibi, yenilen taraf yenilgiyi kabul etmedikçe, karşı taraf zafer kazanmış olmaz...Aslında bu aşamada yapılması gereken şeylerden biri de Üçüncü Dünya'nın beyinleri Avrupa merkezli sömürge bilinci tarafından dağlanmış 'aydın' denilen diplomalılarının pis misyonunu tartışa bilmektir... Türkiye emperyalizmin yeni 'stratejik hamlesinde' kullanılacak ve bir kısım 'aydın' da bu oyuna alet ediliyor... Elbette gerçek durum hiçbir zaman olduğu gibi ortaya konmaz... Bu da zaten egemenliğin kuralı değil midir?

(*) Ortadoğu Forumu Vakfı ve Özgür Üniversite Başkanı


YARIN: Suat Parlar, Alev Erkilet


Abant, 28 Şubat'ı "yumuşatamayınca" Gülen Amerika'ya gitti Gülen'e yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından organize edilen Abant Platformu toplantıları, 28 Şubat müdahalesinin ardından MGK'da Gülen'in de mercek altına alınmasının hemen sonrasında gündeme geldi. Abant toplantıları bu süreçte, Gülen cemaatinin kendilerine yönelen baskıyı cephe genişleterek dengeleme arayışına ideolojik bir destek gibiydi. Aynı dönemde Fethullah Gülen, "dinlerarası diyalog" adına Vatikan'a giderek Papa ile görüştü. Gülen NTV'de Taha Akyol ve Cengiz Çandar'ın sorularını cevaplarken Vatikan'a gitmeden önce Başbakan'la görüştüğünü ve Papa görüşmesinden devletin üst düzey yetkililerinin haberi olduğunu söyledi: "Bir husus kaldı zannediyorum. Yaptığımız bu şeyden devletin haberi vardı. Amerika'da bulunduğumuz zaman sayın hariciye vekilimiz İsmail Cem Bey'le arkadaşımız görüştü. Böyle bir sürecin başladığını söyledi. O da böyle bir şeyi istihsan etmişlerdi, güzel görmüşlerdi. Hatta kardinalle görüşme bu mesele için ilk adım olarak sayılıyordu. Vatikan tarafından davet edildikten sonra da gitmeden bir iki gün evvel Sayın Ecevit ile görüştük. İstanbul'daki evine gitmiştik. Kendileri önümüzdeki günlerde Vatikan'a gideceksiniz dedi. Dinlerarası diyalog adına daha doğrusu değişik din müntesiplerinin diyaloğu adına iyi bir şey olacağına inanıyorum dedim. O da çok isabetli olur dedi. Bu açıdan devletin üst kademesindeki yetkililer bu meseleyi biliyorlardı." (06.02.1998) Bir yandan, Abant Platformu gibi organizasyonlarla Gülen'in rejim içindeki meşruiyet zemini güçlendirilmeye çalışılırken, diğer yandan da Papa ile görüşme gibi gelişmeler bu meşruiyete uluslararası düzeyde bir destek sağlıyordu.

ll. Abant Platformu: Küstürmeyin! 1999'da yapılan ll. Abant Platformu toplantısının sonuç bildirgesinde vurgulanan şu ifadeler de sanki Gülen'in devlet karşısındaki gerçekliğini ve talebini içeriyordu: "Düşünce ve inanç özgürlüğüne karşı devletin baskıcı bir tavrı olmamalıdır. Böyle bir tavır bireyin mevcut yapı içerisinde yabancılaşmasına ve küskünler grubunun artıp çoğalmasına yol açabilir." 10-12 Temmuz tarihlerinde Abant Palace Otel'de düzenlenen ll. Abant Platformu toplantısına katılanlardan bazıları şunlardı: Prof. Dr. Mehmet Aydın, Prof. Dr. Toktamış Ateş, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Prof. Dr. Niyazi Öktem, Dr. Cüneyt Ülsever, Rıza Akçalı, Bülent Arınç, Avni Özgürel, Halit Refiğ, Ruşen Çakır, Prof. Dr. Elisabeth Özdalga, Nevval Sevindi, Şeref Oğuz. Abant Platformu'nun koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın şu sözleri aslında, sonuç bildirgesinin de özeti gibiydi: "Demokrasisi olmayan toplumların toprağı münafık üretir. Münafık sayısını azaltmak için demokrasi mutlaka gereklidir." Ancak, Abant Platformu gibi girişimlerin Gülen üzerindeki baskıyı yumuşatma çabası yeterli olmadı. Gülen'in "laik rejimi" hedef alan kaseti de basına yansıyınca, Gülen cephesinden oluşturulmaya çalışılan "hoşgörü" ve "diyalog" havasının da "güvenlik" endişesinden kaynaklı bir takiyye olduğu görüşü güçlendi.

Haberi Özkan'dan aldı ve gitti Bu süreç değerlendirilirken atlanmaması gereken önemli bir nokta da Fethullah Gülen cemaatinin kontrolü altındaki televizyon ve gazetelerin, Soğuk Savaş sonrası dönemin ABD politikalarında önemli bir yer tutan ABD-İsrail-Türkiye ittifakı konusundaki tavırlarıdır. Bu yayın organları İsrail-Türkiye eksenini eleştirmemeye özel bir önem göstermişlerdi. Gülen, 28 Şubat'ın etkisinin sürdüğü dönemlerde dönemin Başbakanı Ecevit ve "kara kutu"su kabul edilen Hüsamettin Özkan'ın desteğini almış olsa da, MGK'nın asker kanadını ikna edemeyince 22 Mart 1999 günü ülkeyi terk ederek "diyalog" kapısını hep açık tuttuğu ABD'ye gitti. Gülen'in "sağlık" gerekçesiyle açıklanan bu gidişinin aslında güvenlik endişesinden kaynaklandığını ve "artık gitmesinin hayırlı olacağı"nın işaretini de Özkan'dan aldığı kulislere yansıdı. (Sürecek)

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


HABURLU KARINCALAR!Nizamettin Kaplan* Nisan ayı olmasına karşın, cehenem sıcaklarını aratmayan bir hava var Irak'a komşu Habur Sınır Kapısı'nda. Art arda dizilmiş bu insanlar, Irak'a gitmek için sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Aralarından biri "Siz bir de temmuzda görün buraları" diyor, bu sıcakların "sıcak" olmadığını anlatmak için. Sınır kapısında sıradışı bir hareketlilik dikkat çekiyor. Neredeyse kapının açılışından bu yana böyle bir hareketlilik görülmemiş. Çok değil daha bundan birkaç ay öncesine kadar kendi halinde bir kapıydı Habur.

Peki bugün öyle mi? Irak'a geçenlerin sayısı günlük üç bin kişinin üzerinde. Ama neden daha birkaç ay öncesine kadar günde 300-500 kişinin giriş-çıkış yaptığı sınır kapısı bir anda insan istilasına uğradı. Bu sorunun yanıtını 'karıncalar' da aramakta yarar var. "Böcek türlerinin en 'sosyal'lerindendir. Son derece iyi 'örgütlenmiş' bir düzen içinde, 'Koloniler' denen topluluklar halinde yaşarlar. Örgütlenmeleri öyle gelişmiş bir düzen içindedir ki, bu açıdan insanlarınkine benzer bir uygarlığa sahip oldukları bile söylenebilir." Kitaplarda karıncalar bu sözlerle anlatılıyor. Ancak biz size başka karıncaları anlatacağız. 23 yaşındaki Emin Bilişik bir karınca. Uzun zamandır işsiz dolaşıyor. O da diğer işsizler gibi başka bir ülkenin yolunu tutanlardan. Sabah Irak'a gidip, akşam bir parça malzemeyle geri dönüyor; "Oradan aldığım 15 kilogram şeker, 2 karton sigara ve 1 kilogram çayı satarak, 15-20 milyon lira arasında para kazanıyorum." diyor.

'İşim olsa yapmam' Bir başka karınca da 26 yaşındaki Mehmet Eren. O'nun sorumlulukları daha da ağır. Çünkü o üç çocuk babası. Birçok Güneydoğulu gibi uzun yıllar, batı illerinde çalışmış. Ama bu yol da 'yar' olmamış kendisine. Üç-beş kuruş uğruna ailesinden ayrı kalmak zor gelmiş. O da tıpkı diğer karıncalar gibi, Irak'ın yolunu tutmuş. "Evimden uzak kalmaktansa, sabah Irak'a gidip, akşam da evimde çocuklarımla birlikte kalmak daha güzel" diyor Mehmet Eren. Ardından konuşmasını sürdürüyor: "Evimden uzak inşaatlarda çalışırken aylık ortalama 300 milyon lira kazanıyordum. Şimdi Irak'a günübirliğine gidip geliyorum. Getirdiğim eşyaları satıyorum. Bu şekilde de aynı parayı kazanmış oluyorum. Üstelik ailemden ayrılmamış oluyorum. İşsiz olduğumuz için bu işi yapıyoruz. İşim olsa yapmam. Çünkü, kapıdan geçmek için saatlerce bekliyoruz."

Adres Zaho! Geçen yıl toplam 160 bin yolcu giriş-çıkış yaptı Habur Sınır Kapısından. Bu yılın ilk 3 ayına baktığımızda ise rakam şimdiden 120 bini aştı. Birçoğunun Irak'taki adresi Türkiye sınırına yaklaşık 12 kilometre uzaklıktaki Zaho ilçesi. Oradan neler alınacağı önceden planlanıyorlar. Zaho'ya varanlar önce arabasına benzin dolduruyor, ardından da malzeme alımı başlıyor. Alınan malzemelerin çoğunluğu Türkiye'den bu ülkeye ihraç edilen ürünlerden oluşuyor. Şeker, sigara, kola ve giyim eşyaları daha ucuz fiyatlara satın alınarak, yine Türkiye'de daha ucuz fiyata satışa sunuluyor. Örneğin buradan 1 milyon lira olan bir kutu kola, Irak'ta 250 bin liraya alınarak Türkiye'de 750 bin liraya satılıyor. Saatler ilerledikçe sıra da yavaş yavaş eriyor. Sıradakilerin hepsi 'karınca' değil şüphesiz. Aralarında çok sayıda işadamı da var. Zaman zaman 'karıncalar'dan duyulan sıkıntılar yükseliyor işadamlarından. İşadamı Murat Çıplak, Irak'a gitmek için sıra bekleyenlerden. Sabahın erken saatlerinde Irak'a geçmeyi planlamış. Ancak, Habur'a geldiğinde durumun öyle olmadığını görmüş: "Bu insanların Irak'a gitmesine karşı değilim" diyor Çıplak, ardından da buradaki personel sayısının süratle artırılması gerektiğine dikkat çekiyor: "Irak, tehlikeli bir bölge. Bunun için zaman konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Günübirlik geçenler yüzünden Habur'da saatlerce bekliyoruz. Irak'a gittiğimizde geç oluyor. Zaten seyahat açısından güvenli bir ülke değil. Günlük geçiş yapanları ayırmaları lazım. Bir an önce buradaki personel sayısı artırılmalı. Aksi takdirde ülkeye döviz getiren büyük işlerde sıkıntı yaşarız."

Personel sayısı arttı Habur'daki yolcu artışı yetkililerin de dikkatini çekmiş. Habur Mülki İdare Amiri Resul Çelik, "4 ay öncesine oranla yolcu sayısında yüzde yüz artış var" diyor ve bunun Irak'taki duruma göre değiştiğini anlatıyor: "Ancak, son aylarda büyük bir artış var. Irak'taki petrol, gıda ve giyim maddelerinin ucuzluğu trafiği artırıyor. Bunu yolcuların beraberinde getirdiği ürünlerden anlıyoruz. Yolcu sayısındaki yükseliş nedeniyle personel sayısını artırdık. Buna rağmen bazı sıkıntılar yaşanıyor. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Özellikle yabancı uyruklular ile işadamları bu konuda şikâyetçi oluyorlar. Yoğunluk nedeniyle beklemek zorunda kalıyorlar." Saatler ilerledikçe, Habur'da hareketlilik artarak devam ediyor. Gün boyu Irak'a gitmek için mücadele verenler bu kez ellerinde malzemelerle Türkiye'nin yolunu tutuyor. Benzer sıkıntılar bir kez daha yaşanıyor. Ölçüyü kaçırıp, haklarından fazla mal getirenlere gümrük depolarının yolu gösteriliyor. Çaresiz fazla mallar memurlara teslim ediliyor. Artık gün ağarmak üzere, sıcak yavaş yavaş yerini serinliğe bırakıyor. 'Karıncalar'ı yüzlerindeki gülümsemeyle bırakarak ayrılıyoruz Habur'dan. Ve bütün bu yaşananların sonunda 'Karıncalar'ın nasıl çalıştığına, Irak'ın belki de son yıllardaki ilk ihracatını Türkiye'ye hem de Türkiye mallarını geriye satarak nasıl yaptığına tanık oluyoruz. (*) Bu haber www.ntvmsnbc.com. sitesinden alınmıştır.

ÖNCEKİ HABER

'Demokrasi dersi' ağır aksak

SONRAKİ HABER

TAYAD'dan suç duyurusu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...