Ana: bir devrimin ayak sesleri
“Halk, itilip kakılıyor. Kendi dillerince kendilerini tarif etmeye kalkıyor; ama
anlaşılmıyor. Anlaşılmadıkça da zavallılaşıyor. Her şey böyle bolken neden
yokluk çektiğini sorgulamak istiyor halk ama düşünceye de ipotek konulduğu
için konuşamıyor. Fakir ve zengini eşit kıldığını söyleyen tanrıyı arıyor halk...”
1868 doğumlu Aleksey Maksimoviç Peşkov, anne ve babasını erken yaşta kaybeder. Böylelikle 8 yaşında başlayan işçilik yılları ona işçi sınıfını tanıma fırsatı verir. Yoksul ve acılı bir hayat sürdüğü için Rusça’da ‘acı’ anlamına gelen Gorki adını alır. 1895’te yayınlanan Çelkaş adlı öyküyle görünür olur; sonraki yıllarda sosyalist gerçekçi akımın kurucusu sayılır; 1899’da Anton Çehov’a ithaf ettiği ilk romanı Foma’yı yayınlar, bu romanda kokuşmuş/ adaletsiz toplum düzenini eleştirir. 1901’de “Fırtına Kuşunun Türküsü” şiiri nedeniyle tutuklanır. 1902’den itibaren Lenin ile dost olur, Bolşeviklerle hareket eder. 1 Mayıs Marşı’nın sözlerini yazar. 1936’da şüpheli bir şekilde ölür…
Türü itibariyle toplumcu gerçekçi olan romanın öyküsü, Rusya’da bir kasabada yaşayan Pelageya Ana’nın, ona hayatı boyunca zulmeden kocasının ölümüyle başlıyor. Fabrika işçisi olan adam, diğer bütün ailelerde olduğu gibi karısına eziyet eden biri olarak anlatılıyor. İşçiler de dışarıda sömürülmektedir ve evde karılarını/dışarıda birbirlerini döverek sömürü çarkında kendilerinden güçsüz olanlara hakimiyet kurmak istemektedirler:“Bütün hayatları bu fabrikadan ibaret olan işçiler, emeklerini, gençliklerini, sağlıklarını bu gürültülü ve sıkıcı dört duvar arasına hapsetmişlerdi… Erkeklerin çoğu eve döndüklerinde ya karılarını döverler, ya da etrafı dağıtırlardı. Gençler ise bir meyhane köşesinde sızıp kalırlardı.”. Hepsi bu durumu kabullenmişti, çünkü, “Onlar dünyanın her tarafında işçilerin hayatlarının böyle olduğuna inanırlardı.”. Bu sırada kasaba halkının durumunu, korkutulmuşluğunu anlatıyor Gorki: “Mahalleliler bir yabancıda olağandışı bir şey sezdiler mi, ona karşı uzun süre hınç duyarlar ve içgüdüsel bir tiksintiyle davranırlardı. Sanki onun yüzünden sönük, zor ama düzenli ve sakin yaşantılarının bozulacağından korkarlardı. Sürekli bir güç tarafından ezilmeye alışık olduklarından, hiçbir iyileşme beklemez, değişikliğin esaretlerini daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağına inanırlardı.”. Hayatı boyunca ezilen Ana, kocasının ölümüyle oğlu Pavel’e dört elle sarılmak istiyor; ancak o da fabrikada çalışan diğer gençler gibi hovarda ve asabi haller takınıyor; ama bu duruma alışamayan Pavel gitgide sessizleşiyor, sonraları ise tüm vaktini eve getirdiği kitaplarla geçirmeye başlıyor. Sonunda Pavel annesine -tarihe not düşer gibi- açıklıyor: “Yasak kitaplar okuyorum anne. Devletimiz bu kitapalrı yasaklıyor çünkü bunlarda halkın gerçekleri yazıyor. Halk eğer bu gerçeklerin farkın varırsa devlet onu idare edemez. Eğer bende bu kitaplardan olduğu bilseler, beni hapse atarlar… Yani kendi gerçeğini öğrenmek isteyen birini hapse atarlar, anladın mı?”... Böylelikle Gorki ilk düğümünü atıyor öykünün. Pavel, anayla konuşmasını sürdürüyor: “Bu yaşadığımız hayat mı? Fabrikalar insanlar çalıştıkça gelişir ve çoğalır; ama insanlar böyle çalıştıkça ölürler.”. Korktuğunu söyleyen annesine, “Bu korku yüzünden mahvoluyoruz hepimiz. Bize hükmedenler korkularımızdan faydalanıyorlar ve bizi istedikleri gibi kullanyorlar. Bataklığa sürükleniyoruz. Halkın ruhunu öldürüyorlar anne… Sadece insan olmak istiyoruz biz, hakça yaşamak istiyoruz.” diye cevap veriyor. Zamanla ananın evi, sosyalistlerin fikir toplantıları yaptığı bir merkez haline geliyor, bu süreçte ana o “tehlikeli yabancılar”la kaynaşmaya, onların namuslu gençler olduklarına kanaat getirmeye başlıyor. Bir keresinde gençlere, “Ne garip adamlarsınız! Sizin için herkes arkadaş… Ermeniler de, Yahudiler de, Avusturyalılar da… Bütün insanlar için üzülür ve sevinirsiniz!” diyen ananın aldığı cevap bir öğreti niteliğindedir: “Bizim için milletler arasında ayrı gayrı yok. Bütün dünya bizim dostumuzdur, dili ırkı ne olursa olsun. Bizim için yalnızca arkadaşlar var, ya da kardeşlik istemeyen düşmanlar. Hepimiz aynı ananın, aynı düşüncenin, tüm insanların kardeşliği fikrinin evlatlarıyız… Bütün dünya emekçilerindir.”... İbadetinden geri kalmayan bir dindar olan ana, gençlerin dinle ilgili görüşlerine de ilk başta karşı çıksa sonraları onlara hak veriyor; çünkü gençler, “Savaşa yöneltecek değil, eşitlikçi ve hakça bir din” istediklerini anlatıyorlar. Fakat ne yazık ki “Eskiden hırsızları, dolandırıcıları hapse atan kanunlar, artık doğru söyleyenleri hapse atıyor”dur ve Pavel’in 1 Mayıs gösterisinden sonra içeri atılmasıyla ana, oğluna duyduğu sevgi sebebiyle bu işi devam ettirmeye karar verir. Oğluna duyduğu sevgiyle çıktığı yolda, günden güne bildiri, kitap taşıyan bir “arkadaş” olma macerasını okuruz Pelageya ananın… Devrimcilerin bir bir yakalanıp içeri atıldığı bir kaos ortamında, ana da dava için üstüne düşeni yaparken, olayları kendine göre yorumlayışıyla da romanda yer alıyor. Anlatıda, olaydan ziyade fikirler önem taşıyor; ananın, ulu orta dövülerek öldürülmeden önce söylediği son söz de beyinlere kazınıyor: “Haklı olanlar ve gerçekler, kanla boğulamaz!”…
Gorki yalın bir dille ve düzlemsel zamanda öyküsünü aktarırken, derinlemesine karakterler yerine (ana, Pavel dahil) tiplemelerde kalıyor. “Sosyalistin El Kitabı” bağlamında bir kitap yazmaya çalıştığını buradan çıkarabiliriz sanırım. Çünkü, o ideal sosyalist tipini Pavel ve ana üzerinden veriyor. Pavel, boyun eğmeyen, güçlü, inandıklarını söylemekten çekinmeyen, gururlu, dava için her şeyden -anasından sevgilisi Saşenka’dan- vazgeçen, askerin üstüne elinde bayrakla yürüyebilen, baskı görünce yılmayan, içindeki şefkati kaybetmeyen, sömürüleni suçlamayan, gerçekçi ve halk üzerinde etkili bir lider olarak verilmiştir. Anasına karşı ilk başta ciddiyeti sebebiyle şefkatini kaybetse de sonradan ona duyduğu şefkat artar…. Anaya bakarsak; insanların, seviyeleri ne olursa olsun biraz ilgiyle/ bilinçle kendi durumlarını değerlendirebilen, halkını savunan bireylere dönüşebileceğini görürüz. Romanda anayı uyandıran, oğluna duyduğu sevgidir; sonradan bu sevgi dava bilincine dönüşür ve hiçbir zaman davanın idealleriyle çatışmaz… Alt metin olarak da, anaya bakınca, her insanın içinde bir adalet duygusu olduğunu, önemli olanın bu duygunun insana egemen olmasını sağlamak olduğunu anlayabiliriz… Ayrıca ikili konuşmalarda kişiler düşüncelerini birbirlerine anlatıyormuş gibi olsa da aslında yazar metinde okuyucuyla iletişim kurma, fikirlerini ona aktarma amacındadır. Tüm bunlara bakılınca romanın eleştirmekten ziyade, ideal olanı gösterme, yönlendirme amacıyla yazıldığı söylenebilir.
Dönemin yöneticilerini de anlatıyor Gorki. Halka, “Burada kanun benim”, “Politikaya hakkınız yok sizin”, “Siz koyun sürüsüsünüz, başınıza çoban dikme lazım” diyen; atlarını selamlatan, “iyi yetiştirilmiş itaatli birer hayvan” olan bir yönetici/kolluk kuvveti kadrosu vardır kasabalarda. Çünkü artık çarlık Rusyası’nda adalet değil; efendiler, ağababaları ve uşaklar vardır. “Zulüm artık bir kanun hükmüdür, namuslu insanların yaşaması artık zordur. Mahkemeler bile birer tiyatro oyunudur sadece.”; ama halk, “Bütün kanunları ben yapacağım; herkes birbirine eşittir.” diyerek yola koyulmuştur bir kere ve korkunun ecele faydası yoktur, 1917 devrimi bunun kanıtıdır… Devrimcileri “yargılamak” için kurulan mahkemede bir devrimcinin söylediği şu sözler ise düşünülmesi gereken cinsten: “Cezamı vermek üzere sizi halk mı seçti? Hayır! Öyleyse ben sizi tanımıyorum.”. Bu mahkemenin başkanı da bir dolandırıcıdır. “Gerçekten adil bir mahkeme olduğunuzu nasıl ispatlayabilirsiniz?” sorusundan sonra, bir çağrıyla bitiyor devrimci savunmalar: “Kahrolsun sömürü düzeni, yaşasın özgürlük!”…
1905 Rus Devrimi’ni anlatan roman, işçi sınıfının örgütlenme safhasını, halkın zincirlerini nasıl kırdığını, yaşanan fikirsel dönüşümü ayrıntılı şeklide anlatması açısından eskimeyen bir ders kitabı niteliğinde aynı zamanda. Hapse atılan yoldaşlara rağmen bildirilerin dağıtıldığını gören bir işçinin “Şahısların önemi yok, bunu yapanlar düşüncelerdir.” sözü ise, gücü elinde tutanların yüzyıllardır süregelen korkularının nedenini özetliyor. Üzerinden ölü toprağını atan bir halkın öyküsüdür anlatılan; “çarlığa karşı dillerinden başka silahları olmayan”, haysiyetleri için mücadeleye girişen, verdiklerinin karşılığını beklemeyen, özgürlüğe yürüyen, isyana inanan, işkencelerle yıldırılmaya çalışılan büyük gönüllü kahramanların öyküsüdür: “Karanlığın kenarından onlar/ Ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular.”(Nazım Hikmet)…
"Yeryüzündeki bütün gerici kuvvetlerin, barış ve milli bağımsızlık düşmanlarının, faşistlerin ve her çeşit yalancı, düzmece demokratların en korktukları yazıcılardan biri de Maksim Gorki'dir. Neden? Çünkü Maksim Gorki yalnız kendi halkına değil, bütün halklara yurtlarını, hürriyeti, barışı ve birbirlerini sevmeyi öğretir. Çünkü o; insanın, insanlığın geleceğinden, güzel günler göreceğinden emindir. Çünkü o, emekçi insanı, koluyla, kafasıyla çalışan insanı, yeryüzünün gerçek, biricik efendisi sayar… Gorki, insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir." diyor Nazım Hikmet…Önceki yüzyılda ve başka bir coğrafyada yazılan Ana, bugün okuyana, unutulanlar dışında yeni hiçbir şeyin olmadığını gösteriyor; yönlendirici niteliği ve emekçinin zamanlar-üstü/ülkeler-üstü ezilmişliği sebebiyle ise güzel günlere inananların okuması gereken bir başyapıt…
Not: Vsevolod Pudovkin, Gorki’nin romanından
1926 yılında aynı isimle bir film çekmiştir.
Evrensel'i Takip Et