31 Mart 2004 22:00

Diyarbakır'ın Fiskaya'sı

Fiskaya, Diyarbakır'ın ilk yerleşim yerlerindendir. Temelleri Hurriler döneminde atılan tarihi surlarla anılır. Dicle nehri en çok buradan seyreder Diyarbakır'ı. Ama sadece Fiskayası'nı... Çünkü mahpus duvarları gibi kale duvarları hemen arkasından yükselir. İki yanı iki tarihtir -surlar ve Dicle nehri-, insan emeğidir; doğa, dil, kültür, kimlik kol kola akmıştır nehirin yatağına aktığı gibi. Dünün Fiskayası bugünün Fiskayası'na akmayı bilmiştir; ama acıyla ama cesaretle... Şimdilerde Fiskaya, bu seyir defterinde aynı yolu garip bir yalnızlık ile güven duygusu arasında yürüyor. Üç boyutlu bir manzara resmini andırır kimi zaman Fiskaya. Dicle Üniversitesi'ne gidenler, uzaktan da olsa tam karşılarında görür bu resmi. Tabii kaçınılmaz olarak, çünkü yol kavisler alarak dolaşıyor Fiskaya'nın bir yanını. Bu noktadan sonra artık hareket kazanan bir tiyatro sahnesi gibi karşınıza çıkıyor Fiskaya. Oyuncular o kadar doğal ve o kadar ustaca oynuyorlar bu oyunu... Tiyatroculardan tek farkları gece gündüz ara vermeden yıllardır oynamaları! Baharın toprağa göz kırptığı şu günlerde Fiskaya'yı kendi oyunları içinde görmek istedik. Vakit geç değil. Kale duvarlarının gölgelerinin Fiskaya sokaklarına koyulaşarak düştüğü sıralar. Sokak aralarında nehir yatağına doğru inen merdivenler üzerinde kadınlar ve çocuklar kendi halinde. Kadınlar elinde örgü şişleriyle bir şeyler örmekle meşgul. Hallerinden memnunlar; kadının biri gülerek "Lo kuro fotrafê çûçikê min rind bikşînê (Oğlum, benim oğlanın fotoğrafını güzel çek)" diyor. Merdivendeki çocuklar da tozun içinde emekleyerek yürümeye çalışıyor. Kadınların sıcak gülümsemeleri içinde aşağı iniyoruz.

Toprak uyanıyor Dicle boylarındaki çıplak kavak ağaçları arasındaki yeşillikler bütün albeniliğiyle hissettiriyor kendisini. Bostanların, meyva ağaçlarının ekildiği nehir kıyısındaki alanlara doğru yanaşıyoruz. Erik ağaçları tamamen çiçek açmış. Yaşlı teyzeler bostan ekmek, bahçeyi düzenlemek için gelmişler. Ellerindeki keserler ile işe yaramayan ağaç dallarıyla bostanın etrafını çeperliyorlar. Bin türlü otlarıyla, böcekleriyle yeniden kımıldıyor, uyanıyor toprak. Çatlamış, yarıklar oluşmuş kimi yerler için; "Su ile buluşsa bunlar geçer" diyor kadınlar. Bostana, patlıcan, domates, salatalık gibi sebzeler ekeceklerini söylüyorlar. Ama ilk olarak soğan, maydanoz ekeceklermiş. Seçim ve geçimi konuştuk onlarla. Seçim konusunda "HADEP'çiyiz", geçim konusunda ise "Fakir fakirin yanına gider. Biz Bağlar'da oturuyoruz" dediler.

Kışa hazırlık Kadınların 50 metre kadar ötede kalabalık bir grup var; hemen yanındaysa, küreklerle toprağı belleyen çocuklar. Yanlarına gidiyoruz. İhtiyar olmanın ağırlığıyla "Merhaba" diyor Mehmet Şirin. Önünde açılan kavak ağaçlarının kütükleri üzerinde oturup tütün sarıyor. Çocukları kavak ağacının dallarını topluyor, kadınlar da, ekilen mısır köklerini çekiyorlar. Şirin, eskiden kalıpçıymış. Fazla çalışmaktan epey yıpranmış, kendi deyimiyle "Artık motur çalışmıyor" ama her şeye rağmen "yaşamak güzeldir" diyor. Evleri tam karşıdan görüyor bostanlarını. Şu anda kestikleri kavak ağaçları da, gelecek kışın hazırlığı için! Hayatın sıkı tercübesi karşısında dik durmak gerektiğini söylüyor. Çocukları geliyor yanına. Haklı ve sinirli bir tavırla "Baba haydi biz gidiyoruz. Elimiz sarı oldu" diyorlar. Ama belli ki fazla diretmenin yeri yok. Çünkü baba kararını bir kere vermiş. Kaçamak yok, kavak ağaçları tamamen toplanıp, sonra da eve götürülecek!

Evrensel'i Takip Et