12 Şubat 2004 22:00

İşkenceci polisler korunuyor

Üniversite öğrencisi Birtan Altınbaş'ın gözaltında işkence edilerek öldürülmesinin üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen polisler hakkında açılan dava sürekli erteleniyor.

Paylaş
Türkiye'nin en uzun süreli işkence davası olarak bilinen Birtan Altınbaş davasında zaman aşımı tehlikesi adım adım yaklaşırken, dünkü duruşmada, işkenceci polislerin adreslerinin bilinmesine rağmen yetkililer tarafından korundukları görüşü bir kez daha tekrar edildi. İşkenceci polislerden duruşmaya katılan Hasan Cavit Orhan, gazetecilere tehditler yağdırarak Adliye Salonu'nu birbirine kattı. Birtan Altınbaş adlı üniversite öğrencisini 1991 yılı Ocak ayında Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde işkence yaparak öldüren polislerin yargılanmalarına devam edildi. Ankara 2'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın dünkü duruşması öncesinde uzun bir aradan sonra duruşmaya katılan Hasan Cavit Orhan Adliye Salo'nuda fotoğraf çekmek isteyen gazetemiz muhabirlerinden Serpil Savumlu'ya tehditler yağdırdı. Muhabirimizden önce fotoğrafları isteyen Orhan ve tartışmaya sonradan dahil olan kimliği bilinmeyen kişiler makinaya el koymak istediler. Muhabirimizin karşı koyması ile fotoğrafları alamayan Orhan, muhabirimizi avukatlar ve diğer basın mensuplarının önünde "Eğer o fotoğrafları bir yerde basılı görürsem. Seninle o zaman görüşeceğiz" diyerek tehdit etti.

Polisler korunuyor Yılmaz Çapalı başkanlığında başlayan duruşmaya Hollanda ve ABD'li diplomatlar, İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül ve birçok insan hakları savunucusu katıldı. Duruşmada söz alan Altınbaş'ın avukatı Oya Aydın, davanın zaman aşımına doğru ilerletilmeye çalışıldığını vurgulayarak, siyasi iradenin işkenceci polisleri bulmayarak aynı zamanda mahkeme kararlarına da karşı geldiklerini dile getirdi. Aydın, sanık İbrahim Dedeoğlu ile ilgili önceki gün gazetelerde haberler çıktığını hatırlatarak "Dedeoğlu haberlerde mahkemeden haberinin olduğunu ancak gelmeyeceğini beyan etme cüreti göstermiştir. Dedeoğlu bu cürreti nereden buluyor" diye sordu. Aydın, Dedeoğlu hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkartılmasını istedi. İşkenceci polislerden Hasan Cavit Orhan ise avukatının savunmadan çekildiğini yeni öğrendiğini iddia ederek, mahkemeden haberdar edildiğini ve katıldığını bildirdi. Savunma avukatlarının Orhan'ın adresinin yeniden mahkemeye bildirmesini istemesi üzerine Orhan adresinin aynı olduğunu söyleyerek, "2003 Temmuz'unda 3 örgüt mensubu evime geldi. Adresim herkes tarafından biliniyor" şeklinde konuştu. Sanık avukatı Mehmet Ener de hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan Süleyman Sinkil'in talimatla ifadesinin alındığını belirterek duruşmaya Orhan'ın da kendi ısrarıyla katıldığını ifade etti. Ener, bir dahaki duruşmaya İbrahim Dedeoğlu'na da ulaşıp getirebileceğini söyledi. Mahkeme Sinkil'in ifadesi ellerine geçmediğinden Sinkil'in gıyabi tutukluluk halinin devamına, Dedeoğlu'nun ise adresine şartlı tebligat gönderilmesine karar verdi. Duruşma 5 Mart 2004 tarihine ertelendi.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


'Bu yasayla kimse geri dönemez'Mukadder Ekrem Türkiye'de göç olgusu; ekonomik, sosyal ve siyasal boyutlarıyla önde gelen sorunlar arasında yer alıyor. Hükümete gelen her parti, göçü "önlemek" ve "geri dönüşü sağlamak" için yasalar çıkardı ve çeşitli projeler ortaya attı. Ama göç sorunu çözülemedi. Şimdi de AKP Hükümeti, geri dönüşü sağlamak için; "Terör ve Terörle Mücadelede Doğan Zararların Karşılanması" hakkında yasa tasarısı hazırladı. Tasarı, kitle örgütleri tarafından yetersiz bulunuyor. Örneğin Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği (Göç-Der), söz konusu yasa tasarısının sorunu çözemeyeceğini belirterek, alternatif bir tasarı için hazırlıklarını sürdürüyor. Göç-Der Genel Başkanı Şefika Gürbüz, "Tasarıya göre geri dönmek isteyenlerin 'köyümüz boşaltıldı' diye delil sunmaları gerekiyor. Ama delil sunacak durumları yok" ifadeleriyle tasarının ana fikrini özetledi. Şefika Gürbüz sorularımızı yanıtladı.

- Hükümetin hazırladığı yasa tasarısını incelediniz ve bu konuda eksikler olduğunu belirttiniz. Tasarıda neler eksik? - Tasarıyı madde madde inceledik bunun sonucunda birçok mağdurun bundan yararlanamayacağını gördük. Tasarıda, kendi isteğiyle göç edenlerin bu yasadan yararlanamayacağı konusunda bir madde var. Öte yandan, birçok köylünün dönüşle ilgili mülkü amirliklere yaptığı başvurulara köyünü kendi istekleriyle terk ettikleri yönünde cevaplar verilmiş. Oysaki, köylülerin göç hikâyelerinden yola çıkarak baktığımızda hiç kimse, özellikle 1990'larda köyünü kendi isteğiyle terk etmedi. Tamamen güvenlik gerekçe gösterilerek boşaltıldı. PKK'ye lojistik destek sağladıkları ve koruculuğu kabul etmedikleri için boşaltılan köyler var. Buna rağmen kendi istekleriyle terk edenlerin zararları karşılanmayacak diye ısrar edilirse esas mağdurlar bu yasadan yararlanamayacak. Ayrıca, dönmek isteyenlerin köyümüz boşaltıldı diye delil sunmaları gerekiyor. Ama delil sunacak durumları yok. Köyleri boşaltıldığında şiddet ve baskı söz konusuydu ve verilen süreler bir hafta bile değildi. Birkaç gün içinde boşaltıldı. İnsanlar canlarını kurtarma telaşına düştü. Bir diğer madde ise, 10 yıl öncesine dönük zararların tazmini. Tasarı bu şekliyle yasalaşırsa, 1994 yılını kapsayacak. Oysa köylerin boşaltılması, faili meçhul cinayetler 1989'dan bu yana olageldi ve 1996'ya kadar devam etti. Yine tasarı bu haliyle kabul edilirse, 1995 ve 1996 yılında zarar görenlerin zararları tazmin edilecek ki bu da kesinlikle eksik kalacak. Bunun 15 yıl geriye dönük zararların tazmini şeklinde değiştirilmesi gerekiyor.

- Ecevit Hükümeti döneminde uygulanan köy-kent projesi vardı. Son tasarı bu projeyle ne kadar örtüşüyor? Bunun bir devamı olabilir mi? - Bizim tasarıyı incelerken düşüncemiz şöyle oldu; AB girmek isteyen Türkiye'nin önünde böylesi bir sorun var. Son uyum paketleri çerçevesinde orta vadede bunu çözmesi gerekiyor. Fakat Türkiye bu soruna biraz daha farklı bir çözüm getirerek kendisini aklayacak gibi. İşte böyle bir yasa çıkardık ve insanların geriye dönüşlerini sağlayacağız ve çözeceğiz şeklinde gündeme getirirler diye düşünüyorum. Bu tasarıyla sorunların çözülmeyeceği ortada. Daha önce yapılan köy-kent projeleri rağbet görmedi. Çünkü bunlar köylülerin taleplerini içermiyordu. Bunun da açıkçası çok rağbet göreceğini düşünmüyorum, ama önümüzdeki günlerde nasıl gelişecek net bir şey söylemek doğru olmaz.

- Şu anda geri dönmesi beklenenlerin sayısı konusunda bir rakam vermek mümkün mü? - Daha önce, 3 bin 428 köyün boşaltıldığı Meclis raporlarında yer almıştı. Biz de bunun 4 bine yakın olduğunu söylemiştik. Bu, 2000 yılına kadar böyleydi. Çünkü o zamana kadar köye dönüş izinleri yoktu ve bu tarihten sonra köy-kent ve rehabilitasyon projeleri oluşturuldu. Ki bu köy-kentlere de korucular yerleştirildi. Köylüler dönmek istemediler. Yaptığımız bir araştırmaya göre, köy kente dönenlerin oranı yüzde 6. İçişleri Bakanı köye dönüşlerle ilgili bir rakam vermişti; 84 bin kişi demişti. 84 bin kişinin dönmesi doğaldır ancak 3 milyonun üzerinde göç var. Bu onların yüzde 5'ini oluşturmuyor. Ona rağmen bu rakam aldatıcı ve yanıltıcı. Çünkü köye değil, şehir merkezine dönenler var, köyüne gidip tarlasını ekip biçerek kışın tekrar dönenler var. Bunlara bakılarak böyle bir sayı verilmiş.

- Şu anda alternatif bir tasarı hazırlıyorsunuz. Kapsamı nasıl olacak? - Biz zorunlu göçü işliyoruz. Genel bir göç dediğiniz zaman bu Türkiye'yi kapsar. Karadeniz, Marmara gibi. Bizim çalışmamız, tamamen bu çatışmalı süreçte yerlerinden edilenler ve köyleri boşaltılanlarla ilgili. Yani zorunlu göçe maruz kalarak başka illere göç edenleri kapsıyor.

- Maxmur Kampı bu sorunun özel bir yanını oluşturuyor. Kampın boşaltılmasına ilişkin girişimleriniz olmuştu... - Maxmur Kampı'nda yaşayanlar Türkiye'de köyleri boşaltılan ailelerden oluşuyor. Bu doğrudan bizi ilgilendiren bir konu. Onun için ordaki ailelerin durumunu yerinde incelemek istemiştik. Fakat emniyet güçleri tarafından izin verilmedi. Ancak, izin verilmediği için göz ardı etmeyi düşünmedik. BM ile görüşme talebinde bulunduk. Çünkü o sıra ABD'li ve Türkiyeli subaylardan oluşan bir heyet kampa giderek oradaki insanların Pişmanlık Yasası'ndan yararlanarak köylerine dönmelerini istemişti. Biz de asıl pişman olacak biri varsa bu da devlettir. Çıkıp onların köylerini biz boşalttık demeleri gerekiyordu. Bu açıdan görüşmelerimizi sürdürdük. Ankara'da BM Türkiye sözcüsü ile görüştük. Orada bize belli ilkeler çerçevesinde dönüşler sağlanacak denmişti. Fakat daha sonra yine basından edindiğimiz bilgilere göre, ABD, BM ve Türkiye kampın boşaltılması yönünde anlaşmaya varmış. Bu bizi oldukça endişelendirdi, çünkü Türkiye koşulları onların dönmesi için uygun değil.

- Türkiye'ye geldiklerinde ne gibi sorunlarla karışlaşacaklar sizce? - Bu kamp, normal bir mülteci kampı değil. Orada sosyal aktiviteler var. Kültürel etkinlikler var. Hatta burayı BM en iyi kamp örneği olarak vermişti. Ordaki çocuklar kendi dillerinde eğitim görüyorlar. Birçoğu Türkçe bilmiyor. Peki bunlar Türkiye'ye geldiklerinde nasıl devam edecek? Böyle bir sorunla karşı karşıyalar. Çocukların nüfus cüzdanları yok. Bütün bunlar nasıl halledilecek? Şu andaki koşullar kesinlikle onların dönmesi için uygun değil. Çünkü tarlalarını korucular işgal etmiş ve onlar ekip biçiyor. Birçok köyün etrafında hâlâ mayınlar var. Ayrıca OHAL uygulamaları dediğimiz yayla yasağı, gıda ambargosu devam ediyor. Çok açık ortaya koyulmasa da giriş ve çıkışlar izne bağlı.

- Kamp koşullarına rağmen geri dönme duygusu ağır basıyor olmalı... - Orası bir kamp ve onlar da mülteciler. Artık mültecilik statüsünden kurtulmak istiyorlar. Türkiye vatandaşı bunlar ve Türkiye'den gitme nedenleri de ortada. Her insan kendi yurduna dönmek isteyecektir. Onların bu istem ve talepleri önemli. Koşulların iyileşmesi, Kürt sorununun çözümü, barışın gelmesi, dil ve kültürleri üzerindeki engellerin kalkması gibi bir dizi istek ve talepleri var. Bunları olgunlaştırarak dönmek istediklerini belirtiyorlar. Türkiye vatandaşı olarak onların böylesi istek ve taleplerde bulunmaları kadar doğal bir şey olamaz. Ayrıca, Türkiye'yi sorumlu taraf olarak düşündüğümüzde bu koşulların bir an önce yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

-Maxmur'un boşaltılması ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra daha bir gündeme getirilir oldu. Bunun sebebi nedir sizce? - Aslında Türkiye'nin bu kampın boşaltılmasına yönelik daha evvel girişimleri oldu. Fakat Amerika'nın Irak'ı işgaliyle birlikte bu sorun çok daha farklı şekilde gündeme geldi. Bunun siyasi bir yönü olduğunu da düşünüyorum. Amerika'nın orada baharla birlikte KONGRA-GEL'e yönelik operasyon başlatacağına dair söylentiler var. Orayı boşaltmalarının nedenlerinden biri bu olabilir diye düşünüyorum. Daha önce boşaltılması gündeme geldiğinde oldu bittiye getirilmeden belki düşünülüyordu, ama Amerika'nın işgaliyle birlikte bu sorun çok daha farklı gündeme geldi. İşte Amerika, Türkiye'de BM ile anlaşma masasına oturuyorlar. Baktığımızda esas mağdurların hiçbiri yok. Bu konuyla ilgili hiçbir sivil toplum örgütünden fikir alınmıyor. Zaten mültecilerin talepleri de dinlenmiyor. Amerika burada Türkiye'nin bu talebini yerine getirerek kullanım sahalarını daha rahat kullanabilecek diye düşünüyorum. Karşılıklı bir anlaşma gibi. Bilindiği gibi tezkere konusunda birincisi çıkmadı, ikincisi çıktı. Sonra İncirlik Üssü'nün kullanılması gündeme geldi. Bu Amerika'nın Türkiye'ye bir jesti diye düşünüyorum.

- Hafta başında Ankara'da bir görüşmeniz olmuştu. Bu konuda bilgi verir misiniz? - Yasa tasarısı ve Maxmur konusunda görüştük. Bu yasanın alelacele çıkarılmaması, biraz da insan hakları çerçevesinde ele alınması gerektiğini düşünerek İnsan Hakları Komisyonu ile görüşmek istedik. Bize bu konunun asıl muhatabının Adalet Bakanlığı'ndaki İnsan Hakları Komisyonu olduğunu ve alternatif bir yasa tasarısı hazırlanacaksa görmek istediklerini söylediler. Tasarının TBMM'nin gündemine gelmeden önce bizim hazırlayacağımız tasarının da incelenmesi ve ikisinin bir bütün haline gelmesi için çalışmalarımız devam edecek.

ÖNCEKİ HABER

Hatay'da kamyon dehşeti

SONRAKİ HABER

Karakış yeniden geldi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...