09 Şubat 2004 22:00

'İşte eller, işte ekmek, işte hayat budur'

İki hafta kadar önceydi. İstanbul'da kar faciasının izleri ruhlardan yeni yeni siliniyor, hayat eski ritmine yavaş yavaş geri dönüyordu...

Paylaş
Cem Abi'ye... İki hafta kadar önceydi. İstanbul'da kar faciasının izleri ruhlardan yeni yeni siliniyor, hayat eski ritmine yavaş yavaş geri dönüyordu. O akşam içim içime sığmıyor; bir şeyler beni gecenin içine çekiyordu. Oysa her zaman olduğu gibi, bitirilmesi gereken bir yazı ve tutulması gereken bir söz vardı. Bir an evvel eve gitmeli, uyumalı ve zor güne dinlenmiş bir bedenle başlamalıydım. Bir arkadaşımın telefonuyla Metro'nun girişinden İstiklal Caddesi'ne yöneldim. "Bekle geliyorum". Birlikte Sıraselviler'e doğru yürümeye başladık. Taksim Sahnesi ve adlarını bilmediğim bir sürü bar, cafe, restoran, disco ve bir o kadar güvenlik. Birden gözüm bir barın kapısındaki o kocaman resme takıldı. "Bu gece Cem Karaca" vardı; saat onbirde. Saat daha dokuzdu ve iki saatimiz vardı geceye başlamak için. Çocuklar gibi heyecanla beklerken birden loş ışıklar arasında siyah şapkası, siyah cepkeni ve kırmızı atkısıyla "her zaman genç kalanların" abisi Cem Abi ağır adımlarla göründü. Arkadaşım "Ne kadar yaşlanmış" dedi. Savunma iç güdüsüyle olsa gerek "Yok canım, herhalde biraz yorgun olmalı" dedim. O gür ses barı doldurunca "Gördün mü bak" dercesine baktım arkadaşımın yüzüne.

Biraz da bizi anlatıyordu Her zamanki gibi ateşli ve tok sesiyle Cem Abi alıp bizi 70'lere, oradan 80'lere götürdü. Kendi yaşamını insanların yaşamına katmış her büyük sanatçı gibi, kendini anlattığı şarkılarıyla biraz da bizi anlatıyordu. Belki de bizleri anlatırken kendisini anlatıyordu. Bu bir konser değildi; ayindi sanki. İnsanların sesi çıkmıyordu ama yürekleri sanki çığlık çığlığa birbirlerine bağırıyor, ruhlarını saran o sıcak insan olma duygusu aralarında köprüler kuruyordu. İnsanlar, Cem Abi'yi seyrettikleri kadar kendilerini de seyrediyorlardı. Cem Abi'yi Cem Abi yapan da buydu sanırım. O kendi suretinde bizleri, bizlerin suretinde de kendini ortaya çıkarıyordu. On kişiye de söylese, on bin kişiye de tek bir ruh oluyordu onu dinleyenler. "Gel efendim gel hele." Sözünü dinleyip gelmiştik işte Cem Abi. "Gam, keder, tasa" tabi ki bitecekti ve tabi ki bir gün "almadan da verecekti" insanlar, çünkü "İstanbul şehri kadar malı" da olsa "ölümden öteye köy yoktu" ya. "Aldatmanın, aldanmanın" olmadığı bir dünya baharla gelecekti mutlaka. Böyle diyordu "Gülhane Parkı'ndaki ceviz ağacı." "Yüz bin yaprağıyla yüz bin gözüyle" bakıyor ve "İşte eller, işte ekmek, işte hayat budur oğlum" diyordu. "Giyin tulumlarınızı" ve üzülmeyin "o yar sizi sevmiyorsa" eğer... Korkarım "eyvah, eyvah" "gül gibi sararıp solacaksınız" ... Sonra susuyor ve "gözlerini kapıyor," "İstanbul'u dinliyordu." Bu "karnı büyük, aç, gülleri yiyen ve bir türlü doymayan bir dünyaydı." "Mapus damlarıyla, ananın, babanın, kardaşın el olabildiği" bir dünyaydı bu. "Cildi parlak pahalı kitaplarla" kafalara, hayallere ve ruhlara saldırılan bir dünya.

Üryan geldi, üryan gitti Çok yorulmuştu. Sahneden güçlükle inebildi. Eşi yanına koştu, koluna girdi. Barın güvenlikleri arasında ağır ağır bizi terk ederken dayanamayıp ona koştum. Belki de ilk defa böyle bir şey yapıyordum. Omuzuna ellerimi koydum. "Cem Abi" dedim. Göz göze geldik, başka bir şey diyemedim... 8 Şubat sabahı bakkala giderken, seyyar radyomdan haberi aldım. Yaşam Radyo, "Sanatçı Cem Karaca'yı kaybettiğimizi" duyuruyor ve arkasından "Ceviz Ağacı"nı çalıyordu. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Cem Abi'nin gözlerini yüreğimde hissettim. Aklıma Ahmet geldi. Onu aradım. Bütün gün "İstanbul şehri"nde arabayla dolaştım; sesini gidebildiğim her köşesine taşıdım. Bu şehir, bu ülke, bu dünya onundu, o bu şehrin, bu ülkenin, bu dünyanındı. Hastanede yatan bedenini düşündüm. "Üryan gelmişti;" üryan gitti. Ne kaldı ondan geriye derseniz, çok şey diyebilirim, diyebiliriz ve diyeceğiz. Yaşı olmayan, hiç yaşlanmayan insanlardan geriye tabii ki bir şey değil çok şey kalır. Ondan da çok şey kaldı. Yeter ki bunu bilelim. Yeter ki korkmadan bu şehirde, bu ülkede, bu dünyada Cem Karaca bir zamanlar aramızda yaşamıştı diyebilelim. İsterseniz ona çok sevdiği Emrah'ın dizeleriyle usulen veda edelim (hiç gerek yok ama):

Birin bilir binin bilmez

Bu dünya kimseye kalmaz

Yar ismini desem olmaz Düşer dillere dillere...

* Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi

ÖNCEKİ HABER

Beni siz delirttiniz!

SONRAKİ HABER

İşçiler kumpanyada!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...