11 Eylül 2003 21:00

12 EYLÜL'ÜN 23. YILI

12 Eylül'ün yasaları ve kurumları 23. yılında da varlığını koruyor, uygulanıyor.


12 Eylül yasaları ve kurumları kaldırılmalı

Levent Tüzel

Emeğin Partisi Genel Başkanı 12 Eylül darbesinin üzerinden 23 yıl geçti. Bu süre zarfında demokratikleşme adına pek çok yasa değişikliği yapıldı, 'uyum paketleri' çıkartıldı. Ne var ki, bu değişikliklerin hiçbiri halkımızın gerçek demokrasiye olan özlemini karşılamaya yetmemiştir. Darbe koşullarının geride kaldığı iddialarına karşın 12 Eylül darbesinin ürünü olan kurumlar, hukuksuz uygulamalar ve antidemokratik yasalar varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Son günlerde tartışılan MGK ve gizli yönetmenlikleri hâlâ halktan birçok şeyin saklandığını gösteriyor. MGK, YÖK, DGM, RTÜK gibi kurumlar varlıklarını sürdürmeye devam ediyor. 12 Eylül darbesinin işçi sınıfına ve emekçilere karşı yapılan bir darbe olduğu 24 Ocak ekonomik kararlarıyla görülmüştür. Özü Özal'ın, 'Ben adamın zenginini severim' cümlesinde özetlenen yaklaşım, yapılan yasal düzenlemelerle hayat bulmuştur. İş kanununda yapılan değişiklikler, işkolu barajları, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller her şeyi açıklamaktadır. Demokrasinin en temel göstergesi olan halk iradesi hiçe sayılmaya devam etmektedir. 3 Kasım seçimlerinde Emek, Barış, Demokrasi Bloğu olarak seçimlere giren ve 2 milyon seçmenin oyunu alan DEHAP hakkında dava açılıyor, seçmenin iradesi yok edilmek isteniyor. Diğer yandan, antidemokratik seçim yasası nedeniyle seçmenin yüzde 25'inin oyunu alan AKP TBMM'de yüzde 65 çoğunluğu oluşturmaktadır. Seçmenlerin yüzde 60'ının iradesi meclis dışına itilmiştir. Halkın savaşa karşı olduğu artık herkes tarafından biliniyor. Bugün de halk Irak'a asker gönderilmesine karşı çıkıyor. Ancak halkın düşüncesi yönetenler için bir anlam taşımıyor. ABD işbirlikçilerinin ve işgalden pay alma derdindeki büyük patronların istekleri belirleyici oluyor. 12 Eylül darbesi bütün uygulamaları ve kurumlarıyla birlikte tartışılmalı, kurumlar ve antidemokratik uygulamalar ve yasalar ortadan kaldırılmalıdır. Bağımsız Demokratik bir Türkiye... Halkımızın beklentisi ve talebi budur.


Darbenin ekonomik politik hedefi

Gaye Yılmaz

DİSK Uluslararası İlişkiler Uzmanı Türkiye'de 12 Eylül değerlendirmelerinde, genellikle dönemin politik tansiyonu ve şiddet ögelerine sıkça gönderme yapılmakta ve sosyalistler dışında kalan kesimlerin, sürecin ekonomi-politik özelliklerini göz ardı etmemeyle gösterdiği fark edilmektedir. Öte yandan, 1973-1979 GATT-Tokyo Raundu'nda serbest piyasaya geçiş yönündeki kararların görüşülmesi sırasında, üye devletlere önemli bazı uyarılar yapılmıştır. Bunlardan biri de "Piyasalaşma için çıkarılacak uyum yasaları toplumsal huzursuzluklara yol açabilir. Bu nedenle, uyum yasalarının olabildiğince geniş bir takvime yayılarak yavaş yavaş çıkarılmasında yarar vardır. Böylece, toplumlar ne yapıldığını tam olarak anlayamayacak ve tepki göstermeyeceklerdir" sözleriyle yapılan uyarıdır.

Uyum yasalarınının önü açıldı Türkiye'ye 24 Ocak 80 kararları olarak transfer edilen Tokyo kararlarının, ülkelerde yasalaşmasından önce belli askeri ve polisiye önlemlerin alınacağının habercisi olarak düşünülmelidir. Görünen o'dur ki T.Özal ve ekibi bu uyarıyı pek kaale almamış ve raundun ardından hemen 24 Ocak 80 kararlarını uygulamaya koymuştur. Ancak, yalnızca nicelik açısından değil niteliksel olarak ta bugüne oranla hayli dinamik bir işçi sınıfının varlığı, kollektivizm ve dayanışmanın gerçek anlamıyla yaşandığı, işçi sınıfının direniş ve eylemlerinde yalnız bırakılmadığı gibi son derece yığınsal ve bilinçli bir öğrenci hareketiyle bütünleştiği ve doğal olarak ta geleceğe dönük umutları yeşerttiği hatırlandığında dönemin sınıflar arası dengelerinin analizi daha kolaylaşmaktadır. Böylesi bir işçi sınıfının olduğu bir ülkede piyasalaşma uyum yasalarının sorunsuz çıkarılması, anayasanın tamamen anti-demokratik biçimde kökten değiştirilmesinin mümkün olamayacağını öngören Türkiye burjuvazisi, askeri darbenin ön koşullarını yaratmada hiç zorluk çekmemiştir. Gerçekten de anarşi ve terörün üstesinden gelme adı arkasına sığınılarak meşrulaştırılmaya çalışılan darbenin sonucunda , en büyük ceza ülkenin en dinamik ve hızla genişleyen işçi örgütlenmesi durumdaki DİSK'e kesilmiş, örgütün yöneticileri idam talebiyle yargılanmış, yıllarca hapiste kalmış, örgüt üyelerine ait mal varlığına kayyum tarafından el konmuş ve DİSK, 1992 yılına kadar kapalı kalmıştır. Liderlerinden mahrum, ileri kadroları hapislerde olan bir işçi örgütü için 12 yıl, örgütlenmenin dağılıp, örselenmesi için yetecek kadar uzun bir süredir. DİSK'in kapalı, liderlerinin ise hapiste olduğu yıllarda Türkiye'de çıkarılan Tokyo ve Uruguay Raundu (1986) uyum yasaları, hatırlanacağı gibi madenlerin yerli ve yabancı sermayeye açılmasını sağlayan Maden Yasası, pek çok sosyal düzenlemenin kurban edildiği Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası, ülkede reel yatırımların ve üretimin gerilemesinin önünü açan finansal serbestiyetin sağlanması için Sermaye Piyasası Kurulu ve İMKB'nin kurulması, Türk Parasını Koruma Hakkındaki Kanunun değiştirilerek piyasa koşullarına uydurulması ve bunu müteakiben ülkenin her yerinde döviz büfeleri açılarak paradan para kazanma sisteminin üretimin yerine geçmesi olarak özetlenebilir. Değişiklik yalnızca bu kadarla kalmamış, sendikalar yasası ile Grev ve Toplu Sözleşme yasaları da değiştirilmiştir. Grev hakkının, sendikaların kendi tüzüklerini düzenleme hakkının sınırlanması, baraj sistemi getirilerek örgütlenmenin önünün kesilmesi bu saldırıların yalnızca birkaç tanesidir. 1980-1992 döneminde çıkarılan anti-demokratik yasalar, 12 Eylül darbesiyle terör ve anarşi başlıklarını ilişkilendirmeyi imkansız hale getirmektedir. Darbe'nin önceden belirlenmiş bir ekonomik ve politik hedefinin olduğu artık itiraf edilmek zorundadır.


12 Eylül ve ürettiği Anayasal düzen

Prof. Dr. A. Ülkü Azrak

Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Bugün 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 23 yıl geçti, ama onun yarattığı anayasal düzen, bazı değişikliklere karşın, hâlâ ayakta. AKP iktidarının bu anayasal düzenin değiştirilmesinde bugüne kadar en cesaretli adımları attığını söylemek mümkünse de, bazı önemli konulardaki eski düzenlemelerin varlığını sürdürdüğü itiraf edilmelidir. Önce 1982 Anayasası'nın hangi siyasal koşullar altında yapıldığını hatırlatmakta yarar var. Gerçekten, askeri darbe mezhep çatışmaları, terör olayları ve emek-sermaye çelişkisinin keskinleşmesi gibi iç, Kıbrıs sorunu, ortadoğu'daki çalkantılar ve benzeri dış sorunların ortaya çıktığı bir dönemde yapıldı. Hedefi, Milli Güvenlik Konseyi'nce, ülkenin bütünlüğünün ve devletin saldırılardan korunması, kanun ve nizam hakimiyetinin sağlanması, görevlerini yapmaktan aciz duruma düşen anayasal kuruluşların işler hale getirilmesi ve demokratik düzenin işlemesine engel olan nedenlerin ortadan kaldırılması olarak açıklanmıştı.

Sermayeci ve sağcılar darbeye destek verdi Aslında 12 Eylül müdahalesini yapanlar, 1961 Anayasası'nın yarattığı demokratik özgürlükler atmosferinden hoşnut değillerdi ve her şeyden önce terörün yarattığı kargaşadan ve huzursuzluktan bu özgürlükleri ve onu kullananları sorumlu tutuyorlardı. Bu konuda da en büyük destek büyük sermaye çevrelerinden ve sağcı güçlerden gelmekteydi. Ekonomik ve sosyal güçlükler nedeniyle büyük sıkıntı yaşayan halk kitleleri de bu doğrultuda yapılan propagandanın etkisi altında, siyasetten uzaklaşmış olduğu için otoriter bir anayasal düzenin kurulması için koşullar olgunlaşmıştı. İşte 1982 Anayasası bu koşullar altında hazırlandı. Hazırlanış süreci ve biçiminin de pek demokratik olduğu söylenemez. Çünkü Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi'nden oluşan iki kanatlı Kurucu Meclis'te ağırlık kesinlikle Konsey'de idi. Üyeleri Konseyce atanmış olan Danışma Meclisi adından da anlaşılacağı gibi Anayasa taslağını hazırlarken sadece danışma işlevi görüyordu. Anayasa metninin kesinleşmesinde son söz, onu değiştirme yetkisine sahip olan Konseyindi. Konsey nasıl bir Anayasa istediğini Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu'na da bildirmiştir. Meclisin kabul ettiği taslak da Konseyce birçok konuda değiştirilmiştir. Bu metnin halkoyuna sunulması da sadece biçimsel bir süreç olarak belirmiştir. Çünkü Anayasa metni halkoylamasına sunulmadan önce, kamu oyunda tartışılmasına izin verilmediği gibi, bizzat Konsey Başkanı General Evren tarafından yapılan bir açıklamada bu metin halk tarafından benimsenmezse askeri yönetimin değişmesinin söz konusu olmayacağı belirtilmişti. Böyle bir ortamda Anayasanın halkoylaması ile serbestçe kabulü söz konusu olabilir miydi? Nitekim Anayasa tasarısı halkoylamasında % 91,27 katılım ve % 91,37 kabul oyuyla kesinlik kazandı.

Devlet otoritesi arttı 1982 Anayasası, sadece hazırlanış ve kabul ediliş biçimiyle demokratik olmamakla kalmamış, içeriği bakımından da demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayan, yargı denetimini zayıflatan ve merkezi devlet otoritesini çok belirgin bir biçimde artıran bir metin niteliği taşımıştır. Anayasanın bu niteliği kısmen değişmiş olsa da, özgürlüklerin yasalarla sınırlanmasına izin veren hükmün yanısıra Anayasa ile doğrudan sınırlamanın hâlâ ağırlık taşıdığını işaretlemek gerekir. Demokratik ve özgürlükçü Anayasa düzeninde anahtar kavram olan ve 1961 Anayasası'nda yer alan "insan onuru" kavramına 1982 Anayasası'nda rastlanmamaktadır. Sosyal adalet kavramı da bir regülatör olma niteliğini yitirmiştir.

12 Eylülle hesaplaşma Fakat demokratik hukuk devleti ilkesi açısından çok ciddi sakıncalar yaratan "yargı kısıtlaması"nın kaldırılması, bugünkü de dahil hiçbir sivil siyasi iktidarca benimsenmemiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, anayasanın laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesi gibi temel ilkeye aykırı Anayasa değişikliklerini inceleme yetkisini yitirmiştir. Oysa Yüksek Mahkeme 1961 rejiminde Anayasadan aldığı bu yetkiyi birkaç kez ve çok etkili bir biçimde kullanmıştı. Ayrıca yargıç ve savcıların mesleki güvenceleri konusunda çok kritik kararlar veren Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararlarına karşı yargıya başvurmak olanağı 1982 Anayasası'nda kaldırılmıştır. Bunun yargının bağımsızlığı bakımından ne kadar ciddi bir kısıtlama olduğu ortadadır. Cumhurbaşkanı'nın tek başına yaptığı işlemlere ve Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı da yargı yoluna başvurulması yasaklanmıştır. Memurların kınama ve uyarma cezalarına karşı yargıya gitmelerinin önlenmesi için Anayasa, kanun koyucuya yetki vermiş, o da bu yetkiyi Devlet Memurları Kanunu'nu değiştirirken kullanmıştır. Ayrıca olağanüstü rejimlerin bir yargı kurumu olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ni öngören Anayasa hükmünün değiştirilmesi gündemde değildir. Bütün bu olgular 1982 Anayasal düzeninin ve anlayışının bir ölçüde sürmekte olduğunu göstermektedir. Öte yandan 12 Eylül rejiminin ürünü olan YÖK ve RTÜK, MGK ve benzeri kuruluşlarının ya ortadan kaldırılması, ya da demokratik esaslara uygun bir biçimde temelden değiştirilmesi yoluna gidilmedikçe, 12 Eylül rejimiyle ciddi bir hesaplaşmadan söz edilemez.

Evrensel'i Takip Et