“Mevsimlik Çocuklar”
Onlar mevsimlik çocuk; umudun çocukları. Toprağın çatlaklarından umut ekerler kendilerine. Güneşten kabuk tutmuş yanakları kadar masumdur hayalleri de; belki kırmızı bir bisiklet, belki fosforlu bir kalem. Tüm hayalleri bunlardan ibarettir. Tüm güçleriyle sarılırlar toprağa; can bulabilmek için, nefes alabilmek için, bir sonraki umut mevsimini görebilmek için… Yaz mevsimi onlar için güneşten sızan saçaklı bir altın mevsim. Güneşe sevdalı, kahve toprağa hasretmiş gibi bekliyorlardı ‘mevsimlerini’.
O minicik ellerdeki nasırlar, kirlenmiş tırnaklar, tenlerine işlemiş toprak kokusu, siyah inciden kaplanmış derileri; hepsi onlara ait. Oyun saatleri yoktur onların, televizyon saatleri, ders çalışma saatleri… Tek bildikleri mola saatleri. İncinmez sanılır o yürekler, kırılmaz, sorgulanmaz… Nasılsa çocuktur denilir. Çocuk… Peki, nedir çocuk? Geleceğimiz değil mi, hayallerimiz, bizi kurtaracak kahramanlarımız? Gün boyu 10 liraya çalıştırılan o çocuklarımızdan bahsediyorum… Alnı henüz on birindeyken ekmek parası için terleyen çocuklarımızdan, sırtında fındık torbaları taşıyan iki büklüm olan çocuklarımızdan, elleri yara bere içinde pamuk toplayan çocuklarımızdan bahsediyorum… Hayallerimizden, umutlarımızın çocuklarından bahsediyorum. Utanmadan onların sırtlarına yüklediğimiz yükten bahsediyorum. Soran olmaz hiç onlara, hatırlatan olmaz ders saatini; teneffüs diye koşuştukları çalan bir zil hiç duyulmadı… Bekledikleri tek şey ‘yemek saati’ ve ‘paydos’ diye kulaklarını tırmalayan o gaddar okul müdürü havasındaki ses tonu. Berfin, Ahmed, Gonca değil; onların bir ismi yok, hepsi aynı toprağın çocuğu, aynı çatlaktan sızan birer su damlası, aynı güneşin altında filizlenen umut hasatçıları… Bir ismi yok onların; onlar, ‘mevsimlik çocuklar’, ‘umudun çocukları’…
Evrensel'i Takip Et