09 Nisan 2003 21:00

Kamu personeli niye hedefte

Kamu personeli sayılarını, personelin ne amaçla nerelerde istihdam edildiğini açık bir biçimde bilmek, "devlet köftecilik mi yaparmış!" basitliğiyle tarımsal KİT'lerin özelleştirilmesi işine "büyük taraftar" kazanmış olan liberal saldırıları en baştan önlemek bakımından gerçekten çok önemlidir.

Paylaş
Kamu yönetimi, 1980'li yıllarda "sırttaki kambur" olarak KİT'lere yüklenilerek, 1990'lı yıllarda özellikle merkezi yönetimin "aşırı büyüklüğü", "kadrolarının şişkinliği" ileri sürülerek hedef tahtası haline getirilmiştir. Neoliberalizmin kamu hizmetlerini tasfiye etmeye, bu alanı piyasa mekanizmasına açmaya dönük olan devlet reformu atağı, asıl olarak gerçek dışı savlara dayandırılmıştır. Birincisi, Türkiye'de kamu kesimi istihdamının "aşırı şişkin" olduğu savıdır. OECD ülkeleriyle yapılan karşılaştırmalar, bunun gerçek dışı olduğunu açık biçimde göstermektedir. Türkiye'de toplam kamu personelinin toplam nüfus içindeki oranı yüzde 4'ü bulmazken, aynı oranlar başka ülkelerde yüzde 5-10 arasında değişmektedir. İkincisi, Türkiye'de personelin "aşırı ölçüde" merkezde toplandığı ileri sürülmektedir. "Merkezde toplanmak", anlamı belirsiz bir ifadedir. Bu deyişle bir yandan personelin Ankara'da yığıldığı izlenimi yaratılırken, bir yandan da devlet örgütlenmesinin "aşırı merkeziyetçi" olduğuna dokundurma yapılmaktadır. Belirsizliğin ardına sığınan her türlü dokundurma yersiz ve gerçek dışıdır. Türkiye'de kamu kesiminde toplam 2.750.000 kamu personeli istihdam edilmektedir. Bunların 2 milyonu merkezi yönetime bağlı çalışmaktadır. Merkezi yönetim personeli, ülkenin köylerine kadar yayılmış kamu görevlileridir; bunların Ankara'da merkez bürokrasisi içinde görev yapanları, toplam personelin yüzde 1 ya da yüzde 2'si ile sınırlıdır. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde istihdam edilen toplam kamu personeli sayısı 650.000'dir; bakanlık merkez örgütünde Ankara'da çalışanlar yalnızca 5.500 kişidir. Bu kesimde toplam personelin yüzde 0.8'i, bir başka deyişle yüzde birden daha azı Ankara'da "bürolar"da iş görmektedir. Bu yapı, personelin "merkezi yönetim" personeli olmasına bakılarak ne "şişkin devleti" ne de "aşırı merkezci yapı"yı bulmak mümkündür. Kamu personeli sayılarını, personelin ne amaçla nerelerde istihdam edildiğini açık bir biçimde bilmek, "devlet köftecilik mi yaparmış!" basitliğiyle tarımsal KİT'lerin özelleştirilmesi işine "büyük taraftar" kazanmış olan liberal saldırıları en baştan önlemek bakımından gerçekten çok önemlidir. Liberal devlet reformu, büyük analizler ve çarpıcı modeller ile değil, asıl olarak kolaycı, sıradan, basit aldatmacalarla yürütülmektedir.

Kamu hizmetini eritmek Kamu personel sisteminde memurluğun eritilmesi, kamu hizmetlerinin eritilmesi ile aynı anlama gelmektedir. Kamu hizmetlerini korumak, anayasal koruma altındaki memurluk statüsünün tasfiyesine karşı çıkmaktan geçmektedir. Memurluğun yerine getirilmesi öngörülen sözleşmelilik, bir yandan iş güvencesini ortadan kaldırmakta, bir yandan da kamu personelinin örgütlenme hakkını elinden almaktadır. Performans değerlendirme ve ücret sistemlerine dayalı sözleşmelilik, kamu yararına iş görme amacını kendiliğinden ortadan kaldırmakta ve kamu hizmetlerini piyasa tipi hizmete dönüştürmenin güvencesi olarak iş görmektedir. Merkezi yönetim hizmetlerinin yerelleştirilmesi, yani hizmetlerin il özel idaresi ya da belediyelere devri, bu son amacı gerçekleştirmenin yolu olarak kullanılmaktadır. Günümüzde, kamu personel sisteminin içine düşürüldüğü hukuk dışı dağınıklık, bu sürecin parçasıdır. Kamuda memurluk, sözleşmelilik, geçici personel, işçilikten ibaret olan istihdam türlerinin yerini, uygulamada memurluk, kadro karşılığı sözleşmelilik, geleneksel sözleşmelilik, I, II, III sayılı cetvel sözleşmeliliği, daimi işçilik, geçici işçilik gibi kategoriler almış durumdadır. Kamu kesiminde işçilik, başından bu yana 1475 işçiliğidir. Buna karşın, kamu kesimi kendi geleneğini yaratmış, işçiliği memurluk gibi "kadroluluk" ilkesine yakın bir ömür boyu iş güvenceli sisteme dönüştürmüştür. Bu sayede, Türkiye'de çalışma ilişkileri bir yandan yüksek iş güvencesi, bir yandan da örgütlenme ve grev haklarıyla, emek kesiminden yana ilerici bir çalışma sisteminin doğmasına olanak tanımıştır. Geçici işçilik statüsü, bu geleneğin yıkılışına verilen addır; kamuda işçiliği memurluktan uzaklaştırıp piyasa işçiliği ruhuna yaklaştırmanın adı olmuştur. Çalışma ilişkileri böylece ileri bir sistemden, emek hakları bakımından son derece geri bir sistemin çerçevesine sıkıştırılmıştır. Bu çıkarılmaya çalışılan İş Yasası hükümleri ile birlikte düşünüldüğünde, sonuçların nasıl bir kayıp anlamına geldiği açıkça görülecektir. Kamu kesimindeki ileri çalışma düzeni, işçiyi bir başka işverene satmaya-kiralamaya olanak veren "esnek istihdam" hedefli İş Yasası'nın çağdışı düzenine teslim edilmektedir. Sözleşmelilik, geleneksel biçimiyle, özel bir birikim, bilgi gerektiren işleri gördürmek için açılmış olan istisnai statüdür. Oysa 1985 yılından bu yana, Anayasa Mahkemesi'nin yüksek sağduyusuyla engellenmeye çalışılan değişiklikler, memurluk ve daimi işçiliği eriten kendine özgü bir sözleşmelilik statüsü yaratılmasını sağlamıştır. Günümüzde ortaya çıkan modele göre, merkezi yönetimde toplanmış bulunan memurluk statüsü, bu hizmetlerin yerel yönetimlere devredilmesiyle eritilecektir. Eğitim, sağlık, tarım, kültür, vb.. hizmetler il özel idarelerine devredilmek istenmektedir. Yerel Yönetim Yasa Tasarısı'nda ise, "mahalli idarelerde istihdam, asıl olarak sözleşmelilik esasına dayanır" hükmüne yer verilmektedir. Böylece, yerelleştirme, memurluk sisteminin top yekûn ortadan kaldırılmasının aracı olarak öngörülmektedir.

Kamu hizmetini tasfiye Neoliberal devlet reformu, "kamu hizmetlerini tadat etmek" hedefine kilitlenmiş görünmektedir. 1996 tarihli Memurlar Yasa Tasarısı, kamu hizmetlerini üçe bölmektedir: Birinci grup hizmetler "genel idare hizmetleri"dir; genel olarak bakanlık işleri burada yer almaktadır. Ancak, söze konu olan bakanlıkların tüm işleri değil, "düzenleme ve denetleme" işleridir. Somut örnekle, eğitim ve sağlık alanında genel idare hizmeti, bu alanlarda politika geliştirmek anlamına gelmekte, okul ve hastane yönetimi "hizmetin sunumu" sayılarak genel idare işlerinin dışına çıkarılmakta, ticari esaslara ve özel sektöre devredilmektedir. İkinci grup hizmetler "yarı kamu nitelikli hizmetler" olarak adlandırılmakta, kamu sisteminde eğitim, araştırma, geliştirme işlerini yürüten ve genellikle başbakanlığa bağlı ya da ilgili olarak iş gören (TODAİE, Milli Prodüktivite Merkezi, Standartlar Enstitüsü gibi) kurumlar bu halkaya yerleştirilmektedir. Bu yerleştirmeye göre, kamu sisteminin temel bilgi ve yöntem üreten yaratıcı kurumlaşması, ticari esaslara göre çalışabilir sayılmaktadırlar. Üçüncü hizmet grubu, "piyasaya terk edilebilir hizmetler"dir; bakanlıkların tüm ilgili kuruluşları ve KİT'ler, Milli Piyango gibi kurumlar bu halkada özelleştirme konusu haline getirilmektedir. Kamu hizmetlerinin bu tür sınıflandırması, 1996 tarihli yasa tasarısında yer almakta, hükümetler değişse de, tüm iktidarlarca benimsenmiş görünmektedir.


YERELLEŞME DEĞİL ÖZELLEŞTİRME Günümüzde süren reform sürecinde, eğitim ve sağlığın yerel yönetimlere devredilmesi sorunu, merkezi-yerel yönetim arasında bir paylaşım konusu olarak değerlendirilmemelidir yalnızca. Bu devir, özelleştirme demektir; bu özün açıkça görülmesi son derece önemlidir. Temel toplumsal hizmetlerin yerel yönetimlere devri, asıl olarak, devletin temel toplumsal hizmetleri görme görevine son verilmesi; bu görevin devlet görevi olmaktan çıkarılması ve aynı anda da yurttaşın bu hizmetleri talep etme hakkının ortadan kaldırılması demektir. "Kamu Yönetimi Temel Kanunu" adlı taslak, AKP Acil Eylem Planı ve Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı bir arada değerlendirildiğinde, kamu hizmetleri tasfiyesinin nasıl bir mekanizma içinde gerçekleştirilmek istendiği açık bir biçimde görülmektedir. "Kamu Yönetimi Temel Kanunu" tasarısı, bakanlıkları ikiye ayırmaktadır: Bir bölüm bakanlıklar taşrada örgütlenebileceklerdir; bunlar Milli Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'dır. (Garnizon komutanlıkları "il müdürlüğü" haline mi gelecek? Cumhuriyet Başsavcılıkları il müdürlüğü yapılıp vali emrine mi verilecek? Bu sorular, taslağın boşlukta bıraktığı sorular olarak ortada kalmaktadır) Diğer bakanlıklar ise -Milli Eğitim, Sağlık, Tarım, Ulaştırma, Ekonomi (böyle bir bakanlık yoktur, kurulmak isteniyor),… taşrada örgütlenemeyeceklerdir.


PİYASA TİPİ SÖZLEŞME Peki, yüzde 80 oranında memur olarak istihdam edilen bu personel hangi statüde istihdam edilecektir? Bu sorunun yanıtı Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı taslağında ortaya çıkmaktadır: "Mahalli idarelerde istihdam sözleşme esasına dayanır". Bu sözleşmelilik 657'de düzenlenmiş geleneksel sözleşmelilik değildir. Bu sözleşmelilik, 657 iş güvencesine sahip olmayan ve 1475 sayılı yasanın tanıdığı örgütlenme hakkını taşımayan zalim bir istihdam tarzıdır. "Piyasa tipi sözleşmelilik". Ücretlerin kadro gereğince belirlenmediği, kişiye bağlı performans ücret sistemine dayanan bir sistem. Günümüzde ücret sistemi dağılmıştır; kadro sisteminin tek tipleştirici zorlamasına karşın ücretlerde denklik, eşitlik, anlamlılık ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle yaşanan sıkıntılar ortadadır; bir de bu derece yüksek işsizlik oranı, bu derece yaygın kayırmacılık gerçeği karşısında, yerel yönetimlerde var olan siyasal çalışma sistemi de hesaba katılınca, kamu görevlilerinin "kişiye bağlı ücret değerlendirme" sisteminde istihdam edildiğini düşünmek, kâbus gibi bir çalışma düzeni ile burun buruna gelmek demektir. Bazı kamu çalışanlarının "tembelle çalışan ayrılsın" diyerek, kadroya değil kişiye bağlı performans sistemini ister bir tavır takınmalarını, bu sistemin niteliğini ve Türkiye gerçeklerini kavramaktan çok uzak olduklarından başka bir şeyle açıklanamaz. Bugün yaşanan sorunlar kadro sisteminden değil, bu sistemin içeriden patlatılmasından kaynaklanmaktadır. Sistem ile bu sistemi ortadan kaldırmak için uygulanan rejimin sonuçlarını birbirine karıştırmamak önemlidir. Aksi halde, bugünkü durumun suçlusu, geleceği kuracak ilke haline getirilmiş olacaktır. Devletin güvenlik odaklı işleri dışında tüm toplumsal hizmetlerinin yerel yönetimlere devri, Türkiye Cumhuriyeti devlet örgütlenmesinin baştan aşağı değişikliğe uğratılması anlamına gelir. Şimdiki durumda, illerin yönetimi "yetki genişliği" ilkesine dayanmaktadır; tüm toplumsal hizmetler de bu ilkeye göre yürütülür. Yapılmak istenen değişiklik, temel toplumsal hizmetlerin yerel yönetimlere devri, illerin asıl olarak "idari vesayet" ilkesine göre yönetilmeye başlanacağını gösterir. Bir başka deyişle iller, "yetki genişliği" yerine, "vesayet ilişkisi"ne, 1876 Kanuni Esasi'sinde yer alan "tefriki vezaif" ilkesine göre yönetilecek demektir. Bu özellik, 1961 Anayasası'nda ortadan kalkmış, 1982 Anayasası'nda da geri getirilmemiştir. İllerin yönetiminde yetki genişliğinin yanı sıra, 'görevler ayrılığı' ilkesinin benimsenmesi, Prens Sabahattinci devlet örgütlenmesi formülüdür; kısaca federal örgütlenmeye açılıştır. Günümüzde bu açılış, Avrupa Konseyi tarafından "subsidiarite" adı verilen "yerellik" ilkesiyle Anayasa'ya yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

Blix itiraf etti,
   Hoon hedef gösterdi

SONRAKİ HABER

Hoca yaptı öğrenci sattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...