4 Nisan 2003 21:00

Bir dil ustası: Metin Eloğlu

Metin Eloğlu (1927-1985), edebiyatımızın kendine özgü, taklit edilemez bir şiir dili ve söyleyişi yaratmış ender ozanlarındandır. Yergi gücü, sözcüklerle oynayışı üstten bir bakışla Can Yücel'i anımsatabilir. Ancak iyi bir okuyuş, iki şairin tek akrabalıklarının Türkçeyi iyi bilmekten, sokak dilini iyi konuşmaktan ve dünyaya alaycı bakışlarından olduğunu anlar. Biliyorum, Metin Eloğlu adı pek çok şiirsever için, özellikle gençler için, sisli bir ad. Kitapları yaklaşık yirmi yıldır basılmıyordu çünkü. Basan mı olmadı derseniz, pek öyle değil. Bildiğim son girişimi, iki kitabıyla, eski kitaplarının toplu basımlarını yapan Adam Yayınları'nın yönetmeni Memet Fuat yapmıştı. Hem toplu basım hem bir ciltli seçki için. Memet Fuat'ın anlattığına (sonra da yazdı bunu) göre girişimi, varisleri olan oğlu ile kızı geri çevirmiş: "Daha sonra" diye. Anlaşılmaz bir gerekçeye benziyor. Nedenini belki Can Yücel'in bir şiirinden sezebiliriz: "(...)Benim oğlumun adı Hasan'dır / Şimdi Kanada'da göz araştırmacısı / Metin Eloğlu'nun da oğlunun adı Hasan'dı / Aynı yaşta doğmuşlardı, / Ama Metin, Hasan'ın anasından ayrıldıktan sonra / Almanya'da büyümüştü. / Bir kelime Türkçe bilmiyordu. / İntikam olsun diye öğretmemişti anası / Yirmi iki yaşında İstanbul'a geldiğinde, babasıyla buluştuğunda / Konuşacak laf yoktu aralarında, / Metin Almanca bilmiyordu, Hasan Türkçe." Can Yücel, canı yana yana Metin Eloğlu'nun durumunu açıklar: "Oysa Metin'in işi Türkçeydi. Bütün işi / Türkçe konuşmaktı / Bütün gösterişi, bütün hüneri, bütün hayatı... / Baba oğlu bir masanın başında, oturdular öyle hiç konuşamadan..." Ve Metin Eloğlu'nun hastalığını (ölümünü) bu konuşamamaya bağlar: "O yüzdendir ki diyorum. Metin Eloğlu gırtlak kanseri oldu." Elbette böyle bir şey mümkündür! Ruhsal sarsıntıların yol açtığı çaresiz bedensel hastalıklar tezine inanılabilir... Metin Eloğlu'nun toplu şiirleri, "Bu Yalnızlık Benim" adıyla YKY tarafından yayımlandı. Kitapları; "Düdüklü Tencere" (1951), "Sultan Palamut" (1957), "Odun" (1959), "Horozdan Korkan Oğlan" (1961), "Türkiye'nin Adresi" (1965), "Ayşemayşe" (1965), "Dizin" (1971), "Yumuşak G" (1965), "Rüzgâr Ekmek" (1978), "Hep" (1982), "Ay Parçası" (1983), "Önce Kadınlar" (1984) ile dergilerde kalan şiirleri ile karalamaları bir araya getirilmiş. Kitabı Mehmet Taner yayına hazırlamış. Taner'in üstlendiği bu görevin zor yanı, defterlerdeki karalamaları doğru okuyup Metin Eloğlu'nun üslubuna göre düzenleyebilmek. (Şiirlerin yanında karalamaların yer alması da bu konudaki cesaretini gösteriyor). Metin Eloğlu'nun bu konudaki titizliğiyle ilgili bir olay anlatmalıyım. Eloğlu, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunuydu. Okuldan arkadaşı Orhan Peker'in ölümünden sonra, Türkiye Yazıları'nda Metin Eloğlu imzalı bir şiir yayımlandı. Son dizesi aklımda "Sevgili Orhan'a Kuş... Kuş... Kuş..." Metin'i görür görmez şiiri çok sevdiğimi söyleyecek oldum, kıyamet koptu. Meğer şiir onun değilmiş. Biri onun üslubunu taklit etmiş. Ama Eloğlu, dikkatli bir okurun şiirin sahteliğini sezeceğini söylüyordu. Dergi ilanla özür diledi. Ama, bu Eloğlu taklitçisini açıklamadı. Şimdi Metin kitabı okuyabilseydi de diyorum, örneğin Oracık adlı şiiri benim okuduğumca "Kamışların gıcırı bükük / Üstüne zikzak, sölpük yoncalar tohuma kalkmış /....belki / Şeytanın dürttüğü yapay kokine" mi yoksa Mehmet Taner'in düzenlediği gibi "Kamışların...... tohuma kalkmış / Şeytanın dürttüğü belki yapay köküne" mi doğru, söyleseydi diyorum. Kokine, bildiğiniz gibi yılbaşları için dikenli yapraklara dikilmiş kırmızı tohumlara, bunları satan çiçekçi çingenelerin verdiği addır. Bugünlerde her haber bence bir çığlık. O yüzden dönüp dönüp Metin Eloğlu'nun Kof Demirli Penceresi'ni okuyorum cezaevlerinden gelen onca mektup yerine: "Cezaevinde bir kanımlık uykuda düşte / Şuramdan bir şey koptu / Bir gün değil, beş gün değil ki bu / canıma tak dedi işte / Gayrı umut dürter yürek silkinir / Peşi sıra bir özlem ürküsüz ayık / Sen miydin İstanbul muydu baharda mıydık / Tutsak gözlerim bulanıverir / Ama senin gözlerin hür / İkimiz için görecekler taş çatlasa / Zor ellerim ko kıskıvrak bağlıysa / Seninkiler elbet bir işin ucundan tutar / Ayırsalar öldürseler gene benimsin / Nice ayıbımı örten o eşsiz yama / Etim değil kemiğim değil kanım değilsin ama / Gençliğimsin sağlığımsın hürriyetimsin / Benim dilim boşuna kollarım yitik şimdi / Sen doy sen edin sen tadıver / Artanı birikeni bana da yeter / Bölüşmek zaten senin eski işindi." Kof Demirli Pencere uzun bir şiirdir, bir ara okuyuverin. Hemen hatırlatayım, Asım Bezirci'nin ilk baskısı 1971'de yapılmış bir incelemesi de var: Metin Eloğlu. Sanırım yakında basılacak Evrensel Basım Yayın'ca. O zaman bu işi gücü Türkçe olan ozanı daha iyi tanıyacaksınız. Can Yücel'in "Şiirimizin Öfkeli Gencine Portesiyle Bir Portre"de neden "Toz olsa da Çakaldağ'da karakurum cesedi / Dinmiycek şiirimizin kulak tozunda / Diş ve düş gıcırtıları o öfkeli gencin" dediğini, Eloğlu'nun "Metin bir metin"leri kadar iyi anlatacak size Bezirci.

Evrensel'i Takip Et