31 Mart 2003 21:00
Keşke hiç gönderilmeseydi
Yusuf Kunçenli'nin dokuz yıl sonra yeniden kamera arkasına geçtiği, Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın 25 yıl sonra yeniden bir araya geldiği "Gönderilmemiş Mektuplar" sinemalarda.
Yeşilçam döneminin bu 'önemli' ikilisini yeniden buluşturmak, o dönemin seyircisine nostalji yaşatmak iyi bir fikir olabilir ama; değişen sinema izleyicisini ve daha önemlisi değişen sinemayı göz ardı etmek bir filmin felaketi olabilir. Gönderilmemiş Mektuplar tam da böylesi bir felaket yaşıyor. Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın potansiyel izleyicisinin filme ilgiyi artıracağı muhakkak, ama Gönderilmemiş Mektuplar'ın, izleyenlerin birçoğunda hayal kırıklığı yaratacağını belirtmek gerekiyor. Dramatik yapısının sorunları, senaryonun açıkları ve oyunculuklardaki gereksiz abartı nedeniyle vasatı aşamayan film, harcanan onca emeğe bakılınca keşke bu mektup gönderilmeseydi dedirtiyor.
Yirmi yıl önce kasabasından kaçıp gitmek zorunda kalmış olan Cem, babasının son nefesine yetişebilmek için dönmüştür. Cem, gemilerde çalışarak geçirdiği bu yirmi yıllık sürgününde, bırakıp gitmek zorunda kaldığı Gülfem'i hiç unutamamış, hatta ona olan aşkını günden güne büyütmüştür. Niyeti hemen yine denizlere dönmektir. Çünkü, kardeşinin ölümünden kendisini sorumlu tutan ailesiyle ve kaçıp gitmesinin üstünden "kırk gün" geçmeden evlendiğini öğrendiği Gülfem'le yüzleşmekten kaçınıyordur. Gülfem ise Cem'in öldüğünü sanıyordur. Bu yüzden duygularını içine gömmüş, yaşamını kocası Ali ve kızı Ceren'e olan sorumluluklarıyla sınırlandırmıştır.
Film, öncelikle senaryosunda sıkıntılar yaşıyor. Kurçenli bir modern zaman Yeşilçam melodramı yapmaya kalkışmış. Ancak, "o senin baban yavrum", "dur dinle bir dakika", "hayır dinlemek istemiyorum", "ben seni öldü sanıyordum" gibi bugünün seyircisinin televizyonlardan izleyip 'mavra' yaptığı reprikler film boyunca akıp gidiyor.
Senaryo, bir sürü yanlış anlamalar, dinlemeden çekip gitmeler ve beyaz dizi romanlarından fırlamış diyaloglarla süslü olunca, gerçeklikle bağları da zayıflıyor. Böylece, zaten filmdeki rollerinden on-onbeş yaş daha büyük olan Şoray-İnanır ikilisi, inandırıcılıklarını yitiriyorlar ve oyunculukları da doğal olmaktan çıkıyor. Üstelik film, eski usul bir melodram olduğunu daha ilk bölümünde ele veriyor ve finali öngörmek kolaylaşıyor. Zira filmi izleyenlerin büyük bir çoğunluğu, daha filmin başında Ceren'in kimin kızı olduğunu, Cem'i kimin ihbar ettiğini biliyor. Böylece öngörülebilir bir film olan Gönderilmemiş Mektuplar, seyirci için ilgi çekici olmaktan çıkıyor.
Kurçenli'nin, Amasra'nın sinema kadrajına armağan ettiği görüntüleri de yeterince etkili kullandığı söylenemez. Her ne kadar kimi sinema yazarları görüntülere övgüler düzse de, bunu Türkiye sinemasının mekânla ilişkisinin zayıflığına vermek gerekiyor. Zira, kadraja giren birkaç güzel görüntünün insanları mest etmesi kaçınılmaz. Ama denizi gören bir tepe, bir eski konak ve birkaç sahil görüntüsüyle kotarılmaya çalışılan çevre kurgusunun iyi bir değerlendirilmiş olduğu söylenemez. Küçük bir kasabada, kasaba insanlarının nasıl bir hayat yaşadıkları, dışarıdan gösterilen konakların iç dünyaları girmiyor Kurçenli'nin kadrajına. Türkiye sinemasının eski hastalığı olan suratlar akıp duruyor film boyunca. Perdeye yansıyan birkaç manzara görüntüsü dışında, filmin neden Amasra'da çekildiğine anlamak zor.
Son olarak, Şoray ve İnanır'ın oyunculuklarının sadelikten uzak, genç oyuncu Rojda Demirer fazla tiyatral olduğunu belirtmek gerekiyor. Aşkı için her şeyi göze alabilecek sadık eş rolünde Aytaç Arman'ın, iyi bir performas gösterdiğini de eklemek gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et