22 Mart 2003 22:00

Aydın bilgisini eyleme geçirmeli

Türkiye şiirinin önemli isimlerinden Ataol Behramoğlu, geçtiğimiz günlerde Dünya Şiir Günü Şiir Büyük Ödülü'ne layık görüldü. Türkiye'de aldığı bu ilk ödülün, kendisini, yıllar önce aldığı Asya Afrika Yazarlar Birliği Lotus Edebiyat Büyük Ödülü kadar onurlandırdığını anlatan Behramoğlu ile şiir ve savaş üzerine konuştuk. Dünya Şiir Günü Şiir Büyük Ödülü'nün sizin için anlamı nedir? Bunu ödülü aldığım tören sırasında da söyledim: Bir şairin, yazarın en büyük ödülü okurlarının gösterdiği ilgidir. Mutluyum, çünkü şiirimin çok sevgili bir okur kitlesi var. Ve inanıyorum ki, Türkiye'de koşullar daha farklı olsa, insanlar en azından televizyonla, renkli basınla yanıltılmasalar daha da çok okurum olur diye düşünüyorum. Ciddi kurumların gerçekten değer taşıyan ödüllerini almayı her sanatçı ister. Bu, benim Türkiye'de ilk ödülüm. Gerçekten çok onur duyduğum bir ödülüm daha var; Asya Afrika Yazarlar Birliği Lotus Edebiyat Büyük Ödülü. Bu ödülün benim için ayrı bir anlamı var. 1982 yılında "Barış Derneği Davası" nedeniyle cezaevinde bulunduğum sırada verilen bir ödüldü. Türkiye'de bir de Aziz Nesin'e verilmişti. 1980'li yıllarda Türk Dil Kurum Ödülü'nü almayı çok istemiştim. Ama olmadı. Dünyanın gündemi savaş olunca, Dünya Şiir Günü de tüm dünyada savaşa karşı bir etkinlik olarak kutlandı. Şiirin etki gücü nedir? Şiirin ve genel olarak sanatın savaşlara engel olma, savaşları durdurma gibi bir şansı yok. Burada gerçekçi olmamız gerekiyor. 'Sanatçı nasıl olmalı' ve 'ne yapmalı' diye sormamız gerekiyor. Öncelikle doğru düzgün insan olmalı sanatçı. Eğer insanlığın varoluşunu ciddi olarak tehdit eden durumlar varsa -ki şu anda içinde bulunduğumuz savaş böyle bir durumdur- bunu şiirinde yansıtmalıdır. Yani şiir dediğimiz şey yaşamın, insanın dışında bir şey değildir. Yaşamın tam odağındadır. Sanatçının bu konularda çok duyarlı ve bilinçli olması gerekiyor. Toplumcu şairler bunu eserlerinde birebir yansıtmıştır; Nâzım, Mayakovski, Brecht, Neruda, Aragon... Ama şairden her zaman birebir yansıtmasını bekleyemeyiz. Ondan beklenen çağının insanını ilgilendiren her olayının içinde olması, bunu en duyarlı biçimiyle algılayıp kendi üslubuyla yansıtmasıdır. Epeydir şöyle bir moda var: "Şiir; olayların, hatta gerçekliğin dışındadır. Sözcüklerle bir şeyler yapar ayrı bir dünya yaratır." Sanat tabii ki farklı bir dünya yaratır, ancak bu dünya gerçek dünyadan kopuk değildir. O sanatsal bir dille gerçeğin ifadesidir. Aslında bu bir kaçış edebiyatı, kaçış teorisidir. Toplumsal olaylarda taraf olmamak aslında kötünün yanında taraf olmaktır. Aydınlar bir araya gelerek savaşa karşı çıktı. Ancak savaşın başladığı şu günlerde aynı aydınların, sanatçıların, yürüttükleri mücadele nasıl bir yön vermesi, daha fazla neler yapması gerekiyor? Nedir aydın? Önce bu soruyu yanıtlamalıyız. Aydın dünyada olup bitenleri anlayan kişidir. Bilgi sahibi kişidir. Ama bu yeterli değil. Marks'ın çok önemli bir sözü var, der ki; "Felsefe ve filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumlamaya çalıştılar. Ama dünyayı değiştirmek gerekir". Aydın doğru bilgisini eyleme geçirebilen kişidir. Buradan bakarsak, aydın kötülükleri değiştirmek için mücadele edendir. Hem bu savaşa hem de bundan önceki ve sonraki savaşlara karşı olandır. Evinden, mahallesinden arkadaş ilişkilerinden başlayıp, en küçük birimlerden en büyüklerine kadar sorumluluk sahibi olan kişidir. Doğru bilgi edinen ve bu bilgisini dünyanın daha yaşanır hale gelmesi için eyleme dünüştüren kişidir aydın. Bu savaş, belki de insanlık tarihinin gördüğü en haksız, en acımasız savaştır. İnsanlığın birikimleri artık öyle bir noktaya gelmiş ki, bu savaşın haksızlığını herkes apaçık görüyor. 1. ve 2. Dünya Savaşları da haksızdı. Ama bugün herkes daha net görüyor haksızlığını. Korkunç bir çelişki var. Bir tarafta büyük bir bilgi birikimi, diğer tarafta en ilkel biçimde güçlünün ben haklıyım diyerek saldırısı. Çok net bir çelişki bu. Bütün savaşlar edebiyata bir biçimde yansımış. Sizin de savaşları anlatan şiirleriniz var. Bu savaşın nasıl yazılacağını düşünüyorsunuz? Vietnam Savaşı çok uzun sürdü. Halk kahramanca bir mücadele verdi ve insanlar algılayabildiler bu savaşı. Şu anda sanki bir şok durumundayız. Ama muhakkak bu savaş da değişik biçimlerde yansıyacak. İlle de savaş olması gerekmiyor savaşın edebiyat yansıması için. Benim "Bebeklerin ulusu yok" isimli bir şiirim var. Savaş durumunda yazılmamıştır ama her zaman geçerlidir. Iraklı bebekle, Vietnamlı bebek arasında bir fark yok. Tabii ki, ben bütün kalbimle Irak halkının yanındayım. İnanıyorum ki, başta ABD başkanı olmak üzere bu kararı verenler ecelleriyle ölmezlerse mutlaka yargılanacaklar. Yargılanmak zorundalar. Bugünkü konumları ne olursa olsun yarın karşımıza zavallı birer savaş suçlusu olarak çıkacaklar. Bunun için mücadele etmek lazım. Ataol Behramoğlu şiiri nasıl tarif ediyor? Tanımlar yanıltıcı olabilir. Sanatta tanımdan çok esere bakmak gerekir. Biz şiir olarak neyi hissediyorsak aslında odur şiir. Ama bir tanım yapmak gerekirse; anadilde bir derinleşmedir diyebiliriz. Günlük dilin dışında değil ama derinliğinde olan bir şeydir. İnsanın ve toplumların en yakıcı, en can alıcı duyguları, kavramları vardır. Şiir, aynı zamanda da insanlığın ortak dilidir. Sonuç olarak dünyanın her köşesinde yaşayan insandır ve ortak sorunları, duyguları vardır. Biz derinleşmemizi insanlara sunduğumuz zaman, insanlığın ortak dilini de derinleştirmiş oluruz. Dünya Şiir Günü bildirisinde de söylediğim gibi; şiir ne sadece benzetmedir, ne sadece mecazdır, ne sadece ilginç sözcükler bulmaktır ama tabii ki sözcükler önemlidir, sadece duygu değildir ama duygusuz şiir olmaz... Bütün bunların toplamı, yine de daha fazla bir şey. O "fazla" dediğim şey de yaşamın kendisidir. Şairin sesinin tonunu, insan kimliğini hissedebiliyorsak, bize "dünyada böyle de biri yaşamış" duygusu veriyorsa amacına ulaşmıştır. Bütün bunların toplamıdır şiir. "Şiir bitti" söylentileri hakkında ne diyeceksiniz? Şiir bitmiş olsa benimle bu söyleşiyi yapmazdınız. Herkesin aynı doğrultuda, aynı şeyi yazmasını bekleyemeyiz. Ama benim gönlüm ister ki, bütün şairler toplumsal olaylara en az kendi bireysel sorunlarına gösterdikleri kadar ilgi göstersinler. Türkiye'de şöyle bir durum var, zaman zaman kendimi de eleştiriyorum; insanlar karamsarlığa kapılıyor ya da kendi bireysel yaşamına daha fazla dönük olabiliyor. Çünkü, yaşıyorsunuz ve ölüyorsunuz böyle garip bir gerçekle de karşı karşıyasınız. Aşkı, ölümü yazmak güzeldir ama toplumsal olaylar karşısındaki duyarlılık da önemli. En azından bunları paralel götürebilmek lazım. Şiir ödülünü aldığım gece 10 aydır üzerinde çalıştığım bir şiirim vardı onu okudum. Bir gazete haberinden yola çıkılarak yazılmış bir şiirdi. Olaya kendimce kurgu yaparak 6 bölümlük bir şiir yazdım. Şairlerin zaman zaman kendilerini eleştirmeleri, değerlendirmeleri lazım. Acaba yaşadığım hayata karşı gerekenleri yerine getirebiliyor muyum, gerekeni söyleyebiyor muyum diye düşünmesi lazım. Türk şiirinde aşırı bireyci bir yönelim olduğu gerçek. Şiir eleştirisi ne durumda? Çok zayıf. Eleştiri özellikle genç yazarı yönlendirir. Kendi yapıtında görmediği şeyleri gösterir ona. Eleştiri lafı aslında eksiktir. Edebiyat kuramcısı demek gerekir. Edebiyat bilimi diye bir şey var çünkü. Bence bugün Türkiye'de şiir eleştirisi de, genel anlamda eleştiri de bunalımda. Daha çok tanıtım gibi yazılar yazılıyor. Yıllar süren çabalarla bir şey oluşturuyor sonra da bekliyorsun ki, bir şeyler yazılsın, birileri değerlendirip eksiğini göstersin, varsa başarının altını çizsin. Ama yok. Yazılar daha çok eş, dost ilişkisi biçiminde gidiyor.

Evrensel'i Takip Et