2 Mart 2003 22:00
Şafağın eşiğinde
22 Ocak-15 Şubat tarihleri arasında önemli bir kısmı Güney Amerika'da olmak üzere Amerika kıtasındaydık. Eski Dünya'dan "Yeni Dünya'ya" yolculuğumuzun her anında "Başka Bir Dünya'nın Mümkün" olduğunu düşündük, söyledik, duyduk ve daha da önemlisi gördük. İnsanlık başka bir dünyanın şafağında ve her yanımızı sarmış bulunan karamsarlık havasına rağmen inatla umudunu bugünden yarına kuruyor. Tarihin sonunda değiliz. Tarihin sonunun geldiğini söyleyenleri şaşırtacak belki de kızdıracak, ama üstüne basarak vurgulamak gerek: İnsanlık büyük bir inançla tarihi başlatmaya hazırlanıyor. Şimdiden 21. yüzyılın, insanlığın özgürlük mücadelesi tarihinde çok önemli bir dönemi oluşturacağı görülüyor. Porto Alegre ve Havana'nın güneşli topraklarından yükselen sesin ruhu, günlerce ve saatlerce bize bunu anlattı. Aslında sizlerle paylaşacağımız o kadar çok izlenimimiz var ki, nereden ve nasıl başlayalım, bilemiyoruz. Belki de her şeyi yazmaya çalışmak yerine Kavafis'in bir şiirinde bir dostuna seslenişine kulak vererek; "öyle şeyler yazmalıyız ki yaşadıklarımızdan bir şeyler olmalı içinde." Az ama yaşanmış şeyler olmalı yazacaklarımız. Küba'lı devrimci ve şair Jose Marti'nin "sen ve ben bir süre aynı toprağa ayak bastık, hepsi bu" dizelerini birbirimize anımsatarak bindiğimiz uçakla eski kıtayı terk edip yeni dünyaya yol almaya başladığımız sıralarda, dünyanın 156 ülkesinden 100.000'e yakın başka insan Porto Alegre topraklarına ayak basmak için yola çıkmış. Şehre ismini veren "Alegre" yani "Mutluluk" 2001 yılından bu yana bu şehirde düzenlenen Dünya Sosyal Forumu (DSF) ile birlikte "Başka Bir Dünya Mümkün" anlamına gelmeye başlamış sanki. Porto Alegre'den, yani Mutluluk Liman'ından üç yıldır binlerce insan; içinde açlığın, savaşların, sömürünün, her türden ayrımcılığın ve doğa düşmanlığının olmayacağı bir dünyaya doğru demir alıyor. Varacakları limanda Davos kentinin ihtişamlı kongre merkezlerinde bir araya gelerek milyarların kaderine hükmeden "Dünya'nın Efendileri" olmayacak belki, ama herkesin içebileceği bir yudum su, yiyebileceği bir lokma ekmeği olacak. Efendilerin sınırsız bir dünyada sınırsız sermaye açlığını bastırma hayaliyle kıyaslandığında, başka dünyanın seyyahlarının hayali bu kadar mütevazi. Mütevazi ama dürüst bir hayal. Suyun ve toprağın yani yaşamın mallaştırıldığı bir dünyada yaşıyoruz. DSF'ye katılan örgüt, hareket ve kişiler aralarındaki inanç ve görüş farklılıklarına rağmen bu konuda ortaklaşıyorlar. Dolayısıyla "hareketlerin hareketi" olarak da tanımlanan DSF, Davos'lu Efendi'lerin karşısına mallara karşı yaşamı savunmak adına çıkıyor. Yaşam zengin, yaşam çeşitli ve şaşırtıcı. DSF'de bu nedenle zengin, çeşitli ve şaşırtıcı ve bir o kadar da tanımlanması ve anlatması zor.
Dünya uykusundan uyandı Porto Alegre'de bir hafta boyunca konferans, seminer, çalışmalar, konuşmalar ve bölgesel ve yerel sosyal forumlar hakkında dialoglardan oluşan binlerce faaliyet düzenlendi. Sürekli hareket halinde bir salondan diğer bir meydana, bir meydandan diğer bir stadyuma gidip gelen insanlar her akşam geniş bir alanda buluşarak şarkılar söyleyip, dans ettiler. Her yaş, cins ve ırktan 100.000 kişinin katılımıyla bir karnaval havasında başlayan DSF bir yıl sonra Hindistan'da buluşmak üzere dağılırken, insanlar birbirlerine bir şeyin bittiğini değil daha henüz yeni başlamakta olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. İmkânı olsa kimse Porto Alegre'den ayrılmayacak, devam etmekte olan "küresel" akışta yan yana ve beraber durmaya devam edeceklerdi. Oysa yeniden ve daha güçlü buluşmak için şimdi ayrılmak, dünyaya dağılmak ve mücadeleye yerelliklerde devam etmek gerekiyordu. Kapanış günü Filistin'li ve İsrail'li delegelerin kol kola girip savaşa karşı barışı temsil ettikleri ve Irak'ta savaşa hayır denildiği bir sırada, Porto Alegre'yi binlerce insanın söylediği "Enternasyonal"in yumuşak melodisi sarmıştı. Dünya "uykusundan uyanmıştı" artık ve sanki insanlık dünyaya Aragon'un dizelerini fısıldıyordu: "En sonu ben olduğum toprak/Sun kendine gül olanı." 23-28 Ocak tarihleri arasında gerçekleştirilen DSF'nin bu yıl için seçtiği tartışma konuları; Demokratik sürdürülebilir kalkınma
İnsan hakları, eşitlik ve çeşitlilik
Medya, kültür ve karşı-hegemonya
Siyasi iktidar, sivil toplum ve demokrasi
l Demokratik dünya düzeni, militarizme karşı barış mücadelesiydi.
Foruma en geniş katılım Brezilya'dan oldu. Brezilya'lıları ABD'liler izliyordu. Fransa, İtalya, Arjantin, Meksika ve diğer Latin Amerika ülkelerinden de çok sayıda delege Porto Alegre'ye gelmişti. Çoşkulu açık alan toplantılarında ve yürüyüşlerde ellerinde ses kayıt aletleriyle dolaşan yüzlerce genç katılımcı "Başka Bir Dünya Mümkün" sloganını mümkün olan her dilinden kayıt etmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.
Ole, Ole, Lula Lula... Foruma Türkiye'den 15 kişi katıldı. Biz de dahil çoğunluk "Bağımsız Sosyal Bilimciler" kimliğini taşıyordu. Katılımcılar arasında öğretim üyeleri, sendikacılar ve gazeteciler vardı. Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak "Türkiye Krizi: Ekonomik ve Siyasi Dersler" başlıklı bir oturum düzenledik. Oturumumuza sadece küçük bir Brezilya'lı üniversite öğrenci grubu katıldı. Bir başka deyişle Portekizce dışında sadece İngilizce olarak gerçekleştirilen yüzlerce oturumun başına gelen bizimde başımıza gelmiş ve oturumumuz neredeyse boş geçmişti. Bunu fırsat bilerek bize tahsis edilen odada Türkiye delegasyonu olarak Brezilya toplumunu ve DSF'yi tartıştık. Herkes birbirine son üç gündür sokaklarda ve meydanlarda gözledikleri Brezilya halkının yeni sosyalist başkanları Lula da Silva'ya duydukları sevgi ve inancı anlatmaya çalışıyordu. İktidar'daki Lula ve partisi "Partido dos Trabalhadores" (PT, İşçi Partisi) neoliberal Efendi'lere karşı toplumsal adalet ve eşitliği sağlamak için ne kadar bir şansa sahipti? Bu sorunun yanıtı aslında Brezilya'nın sınırlarını aşıyor ve insanlığın ortak sorunu olarak beliriyordu. Öte yandan Lula ve PT'nin diğer ülkelere göre daha şanslı bir konuma sahip olduğunu kabul etmek gerekiyordu. Çünkü Latin Amerika şu anda yeni bir sosyalist döneme giriyordu. Venezüella ve Küba'ya eklenen Brezilya'ya öncelikle Arjantin'in ve daha sonra Uruguay 'ın ekleneceği bekleniyordu. Lula da, DSF katılımcılarına yaptığı çoşkulu konuşmasında bu durumun farkındaydı ve "Davos'a gidiyorum, Onlara sizin özlemlerinizi anlatacağım" derken, Efendi'lere başka bir dünyanın doğmakta olduğunu dile getireceğinden emindi. Lula'nın Portekizce yaptığı konuşmayı bir kelime Portekizce bilmeyenler dahi anlamış gibiydi ve Brezilya'lı gençlerin çoşkulu tezahüratlarına katılıyorlardı: "Ole, Ole, Ole, Ola, Lula Lula . . ."
Castro'nun sözleri... Bu haber Efendi'lerin medyasında bir tek sözcükle dahi yer edinemezken, bizler Porto Alegre'den ayrılmadan alternatif ve bağımsız medya kuruluşları tarafından internet ile bütün dünyaya duyuruluyordu. 10 Şubat'ta Havana'ya vardığımızda insanların Porto Alegre'den ve burada doğan yeni umuttan, biz Porto Alegre katılımcılarından daha fazla haberdar olduğunu duyuyor ve şaşırıyorduk. Evet dünyamız "küçük bir köy" olmuştu ama bu sözü yayan Efendi'lerin pek hoşlanmayacakları bir köydü bu. Havana'da beş yıldır Küba'lı İktisatçılar Birliği tarafından düzenlenen "Küreselleşme ve Kalkınma Sorunları Konferansı" neoliberalizmin sonunu ilan ediyor, geriye sadece doğmakta olan yeni dünyanın sorunlarını tartışmak kalıyordu. IMF ve Dünya Bankası'ndan uzmanlarında katıldığı konferansın en son günü Fidel bir buçuk saatlik "kısa" bir konuşma yaparak "sizler iktisat yaptınız, ben politika yapacağım" dedi. İnsanın dünyasında her şeyin insana yüklenmiş bir koşul olarak var olduğunu ve bu koşulların kendi dinamiğini içerdiğini söyleyen Fidel, tarihte büyük dönüşümlerin büyük krizlerden çıktığını vurgulayarak, dünyamızın bu gün de büyük ve derin bir krizin içinde olduğunu ve bunun büyük bir dönüşümün ilk noktasını oluşturmakta olduğunu belirtti. Nesnel koşulların öznel koşullarca sadece yavaşlatılıp, hızlandırılabileceğini ama değiştirilemeyeceğini vurguladığında salondan uzun süren bir alkış seli yükseliyordu. "Viva Fidel" seslerinin arasında Fidel konuşmasını "Başka Bir Dünya Mümkün" sözleriyle bitirdi. Evet, kâr değil insanın merkezde olacağı başka bir dünya mümkün. Alegre ve Havana'da biz bunu gördük.
Bir gün Amerikan'ın da PT'si olacak Bizler için bir başka çoşku ve heyecan dolu toplantı, 24 Ocak günü Gigantium adlı spor salonunda yapılan "Militarizme ve Savaşa Karşı" başlıklı paneldi. Bu oturumda Müslüman dünyanın içinden gürleyen bir ses olarak konuşan Tarık Ali salonu dolduranları sanki oturdukları yerden söküp dünya genelinde yükselmekte olan toplumsal başkaldırıya fırlatıyordu. Bu kadar etkiliyeci ve güzel bir konuşmayı acaba kaç insan yapabilir? Ali, Arap dünyasının özgürleşmesinin önündeki en büyük engelin ABD devleti olduğunu, çünkü bu devletin bölgede demokrasinin gelişmesinden korktuğunu söyledi. Savaşın ABD'nin Ortadoğu'yu ve buradan dünyayı egemenliği altına almak için başlatılmakta olduğu vurgulayarak, buna karşın bu savaşın insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en geniş tabanlı savaş karşıtı hareketini yaratmakta olduğunu hatırlattı. Bir başka deyişle, Ali 24 Ocak'tan 15 Şubat'ı görmüştü. Bu görüntünün içinde insanlığın İmparatorluğa artık dur dediğini ve durduracağını görüyordu. Aynı panelde DSF'ye Amerika'dan katılan Medea Benjamin ABD de çok güçlü bir savaş karşıtı muhalefetin yükselmekte olduğunu ve bunun neoliberlizme karşı sürdürülen daha eski ve kökleşmeye başlayan hareketlerin bir uzantısı olduğunu söyledi. Benjamin Amerika'da sisteme karşı muhalefet yok diyemeyiz ama Amerika'da olmayan bir şey var o da PT dediğinde, salonu dolduranlar PT sloganları atmaya başlamıştı. Benjamin Amerika'nın da bir gün PT'sinin olacağına inandığını söylerken salonda "Savaşa Hayır" sesi yükseliyordu. Bu sesle, işçiler işsizler, dünyanın yerli halkları, topraksız köylüler, çevreciler, sosyalistler, feministler, anarşistler, çeşitli dinlerden dindar insanlar bir yumak oluşturuyor ve doğmakta olan dünyanın çeşitliliğinin içinde hep birlikte var olmayı başarabileceklerine dair bir haber veriyordu.
Dünya uykusundan uyandı Porto Alegre'de bir hafta boyunca konferans, seminer, çalışmalar, konuşmalar ve bölgesel ve yerel sosyal forumlar hakkında dialoglardan oluşan binlerce faaliyet düzenlendi. Sürekli hareket halinde bir salondan diğer bir meydana, bir meydandan diğer bir stadyuma gidip gelen insanlar her akşam geniş bir alanda buluşarak şarkılar söyleyip, dans ettiler. Her yaş, cins ve ırktan 100.000 kişinin katılımıyla bir karnaval havasında başlayan DSF bir yıl sonra Hindistan'da buluşmak üzere dağılırken, insanlar birbirlerine bir şeyin bittiğini değil daha henüz yeni başlamakta olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. İmkânı olsa kimse Porto Alegre'den ayrılmayacak, devam etmekte olan "küresel" akışta yan yana ve beraber durmaya devam edeceklerdi. Oysa yeniden ve daha güçlü buluşmak için şimdi ayrılmak, dünyaya dağılmak ve mücadeleye yerelliklerde devam etmek gerekiyordu. Kapanış günü Filistin'li ve İsrail'li delegelerin kol kola girip savaşa karşı barışı temsil ettikleri ve Irak'ta savaşa hayır denildiği bir sırada, Porto Alegre'yi binlerce insanın söylediği "Enternasyonal"in yumuşak melodisi sarmıştı. Dünya "uykusundan uyanmıştı" artık ve sanki insanlık dünyaya Aragon'un dizelerini fısıldıyordu: "En sonu ben olduğum toprak/Sun kendine gül olanı." 23-28 Ocak tarihleri arasında gerçekleştirilen DSF'nin bu yıl için seçtiği tartışma konuları;
Ole, Ole, Lula Lula... Foruma Türkiye'den 15 kişi katıldı. Biz de dahil çoğunluk "Bağımsız Sosyal Bilimciler" kimliğini taşıyordu. Katılımcılar arasında öğretim üyeleri, sendikacılar ve gazeteciler vardı. Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak "Türkiye Krizi: Ekonomik ve Siyasi Dersler" başlıklı bir oturum düzenledik. Oturumumuza sadece küçük bir Brezilya'lı üniversite öğrenci grubu katıldı. Bir başka deyişle Portekizce dışında sadece İngilizce olarak gerçekleştirilen yüzlerce oturumun başına gelen bizimde başımıza gelmiş ve oturumumuz neredeyse boş geçmişti. Bunu fırsat bilerek bize tahsis edilen odada Türkiye delegasyonu olarak Brezilya toplumunu ve DSF'yi tartıştık. Herkes birbirine son üç gündür sokaklarda ve meydanlarda gözledikleri Brezilya halkının yeni sosyalist başkanları Lula da Silva'ya duydukları sevgi ve inancı anlatmaya çalışıyordu. İktidar'daki Lula ve partisi "Partido dos Trabalhadores" (PT, İşçi Partisi) neoliberal Efendi'lere karşı toplumsal adalet ve eşitliği sağlamak için ne kadar bir şansa sahipti? Bu sorunun yanıtı aslında Brezilya'nın sınırlarını aşıyor ve insanlığın ortak sorunu olarak beliriyordu. Öte yandan Lula ve PT'nin diğer ülkelere göre daha şanslı bir konuma sahip olduğunu kabul etmek gerekiyordu. Çünkü Latin Amerika şu anda yeni bir sosyalist döneme giriyordu. Venezüella ve Küba'ya eklenen Brezilya'ya öncelikle Arjantin'in ve daha sonra Uruguay 'ın ekleneceği bekleniyordu. Lula da, DSF katılımcılarına yaptığı çoşkulu konuşmasında bu durumun farkındaydı ve "Davos'a gidiyorum, Onlara sizin özlemlerinizi anlatacağım" derken, Efendi'lere başka bir dünyanın doğmakta olduğunu dile getireceğinden emindi. Lula'nın Portekizce yaptığı konuşmayı bir kelime Portekizce bilmeyenler dahi anlamış gibiydi ve Brezilya'lı gençlerin çoşkulu tezahüratlarına katılıyorlardı: "Ole, Ole, Ole, Ola, Lula Lula . . ."
Castro'nun sözleri... Bu haber Efendi'lerin medyasında bir tek sözcükle dahi yer edinemezken, bizler Porto Alegre'den ayrılmadan alternatif ve bağımsız medya kuruluşları tarafından internet ile bütün dünyaya duyuruluyordu. 10 Şubat'ta Havana'ya vardığımızda insanların Porto Alegre'den ve burada doğan yeni umuttan, biz Porto Alegre katılımcılarından daha fazla haberdar olduğunu duyuyor ve şaşırıyorduk. Evet dünyamız "küçük bir köy" olmuştu ama bu sözü yayan Efendi'lerin pek hoşlanmayacakları bir köydü bu. Havana'da beş yıldır Küba'lı İktisatçılar Birliği tarafından düzenlenen "Küreselleşme ve Kalkınma Sorunları Konferansı" neoliberalizmin sonunu ilan ediyor, geriye sadece doğmakta olan yeni dünyanın sorunlarını tartışmak kalıyordu. IMF ve Dünya Bankası'ndan uzmanlarında katıldığı konferansın en son günü Fidel bir buçuk saatlik "kısa" bir konuşma yaparak "sizler iktisat yaptınız, ben politika yapacağım" dedi. İnsanın dünyasında her şeyin insana yüklenmiş bir koşul olarak var olduğunu ve bu koşulların kendi dinamiğini içerdiğini söyleyen Fidel, tarihte büyük dönüşümlerin büyük krizlerden çıktığını vurgulayarak, dünyamızın bu gün de büyük ve derin bir krizin içinde olduğunu ve bunun büyük bir dönüşümün ilk noktasını oluşturmakta olduğunu belirtti. Nesnel koşulların öznel koşullarca sadece yavaşlatılıp, hızlandırılabileceğini ama değiştirilemeyeceğini vurguladığında salondan uzun süren bir alkış seli yükseliyordu. "Viva Fidel" seslerinin arasında Fidel konuşmasını "Başka Bir Dünya Mümkün" sözleriyle bitirdi. Evet, kâr değil insanın merkezde olacağı başka bir dünya mümkün. Alegre ve Havana'da biz bunu gördük.
Bir gün Amerikan'ın da PT'si olacak Bizler için bir başka çoşku ve heyecan dolu toplantı, 24 Ocak günü Gigantium adlı spor salonunda yapılan "Militarizme ve Savaşa Karşı" başlıklı paneldi. Bu oturumda Müslüman dünyanın içinden gürleyen bir ses olarak konuşan Tarık Ali salonu dolduranları sanki oturdukları yerden söküp dünya genelinde yükselmekte olan toplumsal başkaldırıya fırlatıyordu. Bu kadar etkiliyeci ve güzel bir konuşmayı acaba kaç insan yapabilir? Ali, Arap dünyasının özgürleşmesinin önündeki en büyük engelin ABD devleti olduğunu, çünkü bu devletin bölgede demokrasinin gelişmesinden korktuğunu söyledi. Savaşın ABD'nin Ortadoğu'yu ve buradan dünyayı egemenliği altına almak için başlatılmakta olduğu vurgulayarak, buna karşın bu savaşın insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en geniş tabanlı savaş karşıtı hareketini yaratmakta olduğunu hatırlattı. Bir başka deyişle, Ali 24 Ocak'tan 15 Şubat'ı görmüştü. Bu görüntünün içinde insanlığın İmparatorluğa artık dur dediğini ve durduracağını görüyordu. Aynı panelde DSF'ye Amerika'dan katılan Medea Benjamin ABD de çok güçlü bir savaş karşıtı muhalefetin yükselmekte olduğunu ve bunun neoliberlizme karşı sürdürülen daha eski ve kökleşmeye başlayan hareketlerin bir uzantısı olduğunu söyledi. Benjamin Amerika'da sisteme karşı muhalefet yok diyemeyiz ama Amerika'da olmayan bir şey var o da PT dediğinde, salonu dolduranlar PT sloganları atmaya başlamıştı. Benjamin Amerika'nın da bir gün PT'sinin olacağına inandığını söylerken salonda "Savaşa Hayır" sesi yükseliyordu. Bu sesle, işçiler işsizler, dünyanın yerli halkları, topraksız köylüler, çevreciler, sosyalistler, feministler, anarşistler, çeşitli dinlerden dindar insanlar bir yumak oluşturuyor ve doğmakta olan dünyanın çeşitliliğinin içinde hep birlikte var olmayı başarabileceklerine dair bir haber veriyordu.
Evrensel'i Takip Et