‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’
12 Eylül faşizminin icraatları Mamak’ta, 28 Ağustos 1980’de başlamıştır. Mamak Cezaevinde bulunan kadın ve erkek mahkumlar alışılmışın dışında şiddete maruz kalırlar. Artık her tutuklu kadın veya erkek fark etmez, askerdir, komutanlarının tüm emirlerine uymak zorundadır. Bunlar arasında İstiklal Marşı’nın okunması, askerlerin söylediği “Her Türk asker doğar” gibi nidalarla yürünmesi, sayım yapıldığında sondaki kişinin “sondur komutanım” demesi vakayi adiyedendir. Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetik’in hedefi “tutuklu askerleri”nin hepsinin gözlerinin ferini söndürmektir.
ALBAYDAN İTİRAF
Demokratik hakları için mücadele etmiş kim varsa hepsinin sindirilmesi, tüm halka gözdağı verilmesi için Mamak, Diyarbakır, Metris gibi birçok hapishane işkence merkezlerine dönüştürülmüştür. Kadın-erkek ayırt etmeksizin herkesin şiddete maruz kaldığı bu dönemde birçok tutuklu ise baskıya karşı mücadele etme yolunu seçmiş. Mamaklı kadınlar erkek tutuklulardan farklı olarak her seferinde birlikte aldıkları ortak tutumla, karşı duruşu sonuna kadar sürdürmeyi başarmışlar. Öyle ki, Raci Tetik kadınları dize getirememesini onlara itiraf etmek zorunda kalmış.
‘ORADA BÜYÜDÜK’
“Kaktüsler Susuz da Yaşar”ın önsözü kadınlar tarafından ortak kaleme alınmış. Tüm kadınların duygu ve düşünceleri adeta özetlenmiş kitabın giriş kısmında: “Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeyken bir güvercin ürkekliğindeydik önceleri... Ürktük, çekindik, korktuk, kaygılandık ve de suskun kaldık. Anlamaya çalıştık. Sonra toparlandık. İnsanlığımızı, kişiliğimizi, devrimci değerlerimizi savunmak üzere güçlerimizi birleştirdik. Suya atılan taş misali başladı bu başkaldırı... Önce küçük bir halka, sonra giderek büyüyen, çoğalan ve tüm suya yayılan halkalar gibi... Orada büyüdük... Orada tanıdık kendimizi ve birbirimizi... İnsanı, insanlığı, dostluğu ve dayanışmayı... Sevmenin gerçekten ne demek olduğunu... Ve de birbirimizi farklılıklarımızla sevmeyi... Sırt sırta, omuz omuza vermeyi... Konuşmadan, sessiz yüreklerin sesiyle iletişim kurabilmeyi... Sevgilerimiz büyüdükçe, dayanışmamız güçlendikçe, zulmün küçüldüğüne tanık olduk. Ölüm hücresinde, tabutlukta ya da bir başına tecritlerde, kafeslerde iken bile dostlukların, yoldaşlıkların sıcaklığı ısıttı üşüyen bedenlerimizi, yüreklerimizi... Bir de içimizi en çok acıtanın, kendi acımızdan çok, dostlarımızın acısına tanıklık etmek olduğunu öğrendik orada... Ve birlikte, daha bir dik durmayı, daha bir dik yürümeyi...”
KADINLAR YİNE BİR ARADA
“Kaktüsler Susuz da Yaşar”da, Mamaklı kadınlar her biri kendi duygu ve düşünce süzgecinden geçirerek, aradan geçen 31 yıla karşın hafızalarına kazınmış anılarını dile getiriyor. Kitabı okumaya başladığınızda “Her hikaye sanki aynı” diye aklınızdan geçiyor ilk önce. Ancak bu hissin kitabı okumaya devam ettikçe kaybolduğunu fark ediyorsunuz. Çünkü her insan kendi penceresinden yorumluyor yaşadıklarını. Kadınları buluşturan ortak payda ise birlikte mücadeleleri sonucunda yılmadan sahip çıktıkları onurları. Cezaevi yönetiminin, 12 Eylül cuntasının başaramadığı da bu; insanları fiziksel olarak sakatlasanız bile ruhlarını hiçbir zaman ele geçiremiyorsunuz. En kötü koşullarda bile Mamaklı kadınlar, birlikte direnmenin mümkün olduğunu kanıtlıyor. Aradan geçen 31 yıla rağmen imece usulü ile hazırladıkları “Kaktüsler Susuz da Yaşar” kitabı da bir arada mücadelenin sürdüğüne işaret ediyor... Dipnot Yayınları’ndan çıkan kitabın içinde yer alan çizimler ise kadınların anlatımlarından yola çıkarak yapan Tayfun Bekar’a ait. Ayrıca kitabın Dipnot Kitabevi’nden yüzde 20 indirimle alınabileceğini de hatırlatalım.(Ankara/EVRENSEL)
SANKİ BİR AİLE OLMUŞTUK
Gülbeyaz Hamurcu: En kötü koşullarda bile sürdürdüğümüz mücadelemiz, birlikteliğimiz, bizlere temiz, dürüst bir kişilik kazandırmıştı. Kolektif yaşamdan çok şey öğrenmiştik. Tahliye olan her arkadaş o kadar zor ayrılıyordu ki... Sanki geride kalanlara ihanet ediyormuş gibi, koğuştan hüzünle çıkıyordu. Sanki bir aile olmuştuk. Hatta aileden de öte... Öyle bir duygu seli yaşanıyordu ki tarifi imkansız... Bu duyguyu yaşamak, hissetmek inanılmaz bir hazdı...
Meral Bekar: Çok olumsuz koşullar içinde de, çok büyük bir güç karşısında da var olabilmenin, var edebilmenin, yaşamı kendimiz için üretebilmenin mümkünlüğünü ve mutluluğunu yaşadık, yaşattık. Kadına özgü bir duyarlılıkla, kadına özgü bir incelikle... Yalnızca varolan duruma karşı direnmekle kalmayıp, yaşamı bizim çıkarlarımız temelinde üretmeyi başarmıştık. Yaşamı üretirken de kendimizi... Zindanda... Öğütemediler, tüketemediler işte... Biz başardık. Biz kazandık.
Rezzan Koca: Günlerden bir gün gazeteciler bizlerle röportaja geldiler. Biz de olabildiğince yaşadıklarımızı anlattık. Gazeteci anlattıklarımızı çarpıtarak şöyle bir başlık atmıştı: ‘Aşk yüzünden teröre karıştık’ ...Tabii kızılca kıyamet koptu. İdareden derhal bu yazının tekzibini istedik. Böylece ses çıkaran, ‘anarşi yaratan’ insanlar olarak görülmeye başlandık.
Evrensel'i Takip Et