22 Kasım 2002 22:00

Sonuçsuz bırakmayın...

Şimdi adını yazsam, geçmişi ya da siyasi duruşu bütün söylemek istediklerimi unutturacak bir tartışmaya yol açacak bir yönetici, çalıştığı birimi dolayısıyla o dönemin gençlerini "fikr-i takip yok" diye eleştirirdi. O günden bu güne yaklaşık otuz yıl geçti, sözlüklere bakıp araştırmadım ama, adamcağız galiba bir işi doğru dürüst izlemediğimizi söylemek istiyordu. Pek haksız da sayılmaz. Geçen gün genç bir şair arkadaş beni aynı biçimde eleştirdi, "bir konuya değiniyorsun ya da bir haber veriyorsun, gerisi gelmiyor". Biraz, biraz ne kelime epey, dağınığım. (Nedenleri uzun) O yüzden daha önce yazdığım "Kızılbaş" sözcüğünün bir dönem ya da kimi kişilerce kötü anlamda kullanışı ile ilgili yazımın devamı gelmedi. Oysa bizi cezaevinden uyaran genç arkadaşın mektubundan söz ettiğim haftalarda yazar Lütfü Kaleli ile karşılaştım. Alevidir. Hem alevilikle ve gelenekleriyle hem de kırsal kesim yaşamıyla ilgili romanları vardır. Belirli bir örgütlenmenin de içindedir. Bana "Yazını okudum" dedi. "Ne yazık ki genç arkadaşın yazdığı tek bir olay değildi. Benzer demeçler de vardı. Biz bu konuda 1994'te bir dizi dava açtık. Kazandık. Gerekli düzelttirmeleri yaptık. O tarihten önceki kitaplar tek tük kalmış olabilir." Doğrusu onca hay huy içinde ben de gözden kaçırmışım. Şimdi 1994'ten sonra basılmış bir kitapta benzer bir karalamaya rastlarsak (siz, ben, birileri) rahatça bu konuyu dava konusu yapabileceğiz ... Dağınıklık deyince, çevremdekilere bakınca sanatı dağınıklık saydıklarını görmesem olmaz. Geçenlerde Akhisar'dan Tuncay Çap elime bir kâğıt sıkıştırdı. Defterden koparılmış, üstüne de dizeler sıralanmış. Biliyorum ayaküstü değerlendirme istiyor. "Güzel" desem, söze yazık, "Kötü" desem" yine söze yazık. (Hepinizin aklında olsun diye söylüyorum) önce öyle iki karalamayla şiir değerlendirilmez. Sonra kendi sözünüze biraz saygınız olsun, biraz özenin şu şiirleri yazarken. Bir de, şiirin, öykünün falan, eş dost arasında okunup, "eh aferin" alacak oluşu başka "Edebiyatta şunlar yazılmadı, şu eksik, ben bu edebiyatı değiştiririm" diye yola çıkılanı başka.. Birincisi için "aklına geldikçe, ilhamla, ilhanla, duygulandıkça" yazmak yeterli olabilir. İkincisinin işi ağır da garantisi de yok. Usta olduğunu hatta şair olduğunu söyleyecek olan kim o bile belli değil.. Bunları Tuncay'a söylerken şöyle bir göz attım yazdıklarına. Okuyabildiğim kadarıyla "hoşlandım". Bakın biri şöyle: "Karanlıkları / Aydınlatan / Bir / Fenerdin / Yaklaştım / Yüzüm / Aydınlansın / Buz / Tutmuş / Etim / De / Isınsın / Diye / Söndün / Karanlıklar / İçinde / Bir / Başıma / Bırakarak / Varsın / Olsun / Fitilini / Keseceğimi / Camını / Kıracağımı / sanmışsındır / Haklısın / Sapanlarla / Satırlarla / Kol gezenlerin / Dünyasında / Nereden / Bilebilirdin / Asıl / Niyetimi / Ne / Olur / Anla / Artık / Yan / Yeniden / Yanına / Sokulup / Isınamasam da / Uzaktan / Işığını / Göreyim / Yeter " Bu dizelerde tam açıklanamayan bir duygu var. Şiirsel bir çekirdek. (Öteki yazdığı böyle değil). Eğer sizin de böyle yazma eğiliminiz varsa, önce bir sorun kendinize "Ben kimim, ne yazmak istiyorum, neden yazmak istiyorum ve kime yazmak istiyorum." Bu soruları yanıtladıkça daha önce neler yapıldığını da öğrenmek istemeniz kolaylaşacak (Bana gelen şiirlere yer vermem diye bir alışkanlığım yok. Haberiniz olsun!) Şimdi kimbilir ne kadar yazımda başladığım konuyu yarım bıraktım diye düşünüyorum. (Ne yapalım, dağınıklık!) Ama bir süre yazılarımla karşılaşmazsanız korkulacak bir şey yok. Sol gözümün açılması sağ gözümün de benzer bir işlemden geçmesi gereğini doğurdu. Siz bu satırları okurken o iş belki de gerçekleşir. O yüzden size bir iki hafta için hoşçakalın diyebilirim şimdiden. Okuyun, yazın ve sorunları izleyin. Sonuçsuz bırakmayın başladığınız işleri.

Evrensel'i Takip Et