8 Kasım 2002 22:00

Savaşla dengelenen bütçe

Daha 11 Eylül 2001 öncesi dünya ekonomisi 1929'daki Kara Cuma'yı hatırlatan bir durumdaydı. Deutsche Bank'ın analistleri kuşkuyla; "ABD ve Japonya ekonomik durgunluk içindeler. Avrupa az bir kayıpla kurtulabilir. Dünya borsaları adım adım düzeltmelerle karşı karşıya kaldılar. Bu durum ağır bir durgunluk olarak 1929-32 arasındaki dünya kriziyle karşılaştırmaları haklı kılar. İki dönem arasındaki benzerlikler göz ardı edilemez. 1929'da olduğu gibi 2000- 2001 yıllarında da dünya ekonomisinde soğuma ve epeydir süren güçlü gelişmenin ardından hisse senetlerinin aşırı değer yitirmeleri gözlendi. ABD'deki gayrisafi milli gelir 1929'larda yüzde 4,2 oranında artarken, 1991'den 2000'e kadarki dönemde ancak yüzde 3,8'de kaldı" tespitini yapıyorlardı. 90'lı yıllarda ABD'de görülen kriz, gayrisafi milli gelirin ve işveren kazançlarının harikulade şekilde artmasıyla gizlendi. Bugün bunun, muhasebe kayıtlarında yapılan hilelerle sağlandığını biliyoruz. Başarılı gösterilen konjonktürel gelişim, bozuk ülke ekonomisini gözlerden uzak tumak için kullanılmaktaydı. İç ekonominin durumunu ticaret ve hizmet alanındaki kazançların gerilediğini gösteren sayılar ispat etmekteydi. Açık 1992'de 50 milyar dolar, 2000'de 435 milyar dolardı. Şimdi Greenspan'ın müdürlük yaptığı Federal Hazine müdürlerinden Paul Volcker, ticaret açığının 2001 yılında 500 milyara erişeceğini söylemişti.

Borçlarda patlama Aynı dönemde ABD'nin borçlarında da patlama yaşandı. 70'li yıllarda ABD vatandaşlarının dış ülkelerden talep ettikleri alacakları -kişi başına- 20 milyar dolardı. Bu, 1982'de 231 milyar dolarla en yüksek düzeyine çıktı. Ama kısa süre içinde alacak, borca dönüştü. 1985'ten beri ABD -devlet, sermaye, kişiler- borçlu olarak yaşıyorlar. Eylül 2001'de kişi başına düşen borç 7815 milyar dolardı. Alacaklar çıkarıldığında, net borç 3493 milyar Euro olarak kalmaktaydı. Gayrisafi milli gelirin yüzde 35'ini dış borçlar oluşturmakta. Daha açık konuşursak, borçlarını kapatabilmesi için ABD'nin üç buçuk ay boyunca tüm gelirlerini borçlularına teslim etmesi gerekirdi. Durumun vehametini göstermek için bir karşılaştırma yaparsak: 1989 Ekim ayında Doğu Almanya Cumhuriyeti, politbüronun bir çalışma grubu tarafından gayrisafi milli gelirinin yüzde 16'sını batılı ülkelere olan borçlar oluşturduğu için iflas halinde olarak nitelenmişti. Ayağını yorganına göre uzatmayan bir ülkenin, normal olarak yatırımcıları şeytanı ürküten kutsal su kadar ürkütmesi gerekirdi. Yıllardır gelirinden çok harcayan ve harcamaları gittikçe artan birine kim borç verir ki? Buna rağmen ABD'ye yabancı sermaye akıp duruyor. Aşırı ticaret açığına bağlı olarak hisse senetlerinin değerinin düşeceği açık olmasına rağmen yabancı yatırımcılar ABD borsalarından hisse senedi satın alıyor. Bunun nedeni ABD'nin -yalnızca ABD'nin- her an açıklarını kapatacak askeri bir güç olması. Bu nedenle gerçek ekonomide dolar azalması askeri şiddetin kullanılmasını zorunlu hale getiriyor.

Reichsmark, dolar, Euro Deutsche Bank, borsalardaki duruma rağmen küresel ekonominin felce uğrayacağına inanmıyor; "Bu konudaki güvence 1929'daki krizden çıkarılan bir derstir. O dönem vergiler artırılıp, harcamalar azaltılarak krizin derinleşmesine yol açacak tepkilerde bulunuldu. Şimdi ise ABD'de ekonominin canlanması çabaları var. O dönem Merkez Bankası likiditeyi geciktirdi, faizler düşürülmedi. Şimdi Merkez Bankası, faizleri aşırı şekilde düşürdü. ABD ekonomisi şimdi genişleyici para ve finans politikasıyla dünya ekonomisine destek olacak güçte" açıklamasıyla geleceğe umutla bakıyor. 11 Eylül'den sonra mali ve askeri genişleme politikası daha da belirginleşti. Ekonomik durum iyi olmamasına rağmen dolaşımdaki para miktarı artırıldı. 2002 yılı başında büyük boyutta vergi azaltmaları gündeme geldi. Aynı zamanda W. Bush, askeri bütçenin Reagan'dan beri en yüksek değerine erişeceğini açıkladı. Bu yalnızca devlet borçlanmalarıyla olabilecek bir durum. Bu da W. Bush'un Keynes ve Nazi banker Hjalmar Schacht'ın izinden gittiğini, ikinci dünya savaşına götüren politikayı izlediğini gösteriyor. Hitler ve Schacht'ın zaferden zafere koşarken ellerindeki enflasyonla şişirilmiş para balonunun patlamasından duyduğu korkunun bir benzerini şimdi Bush ve hazine şefi Greenspan duyuyor. Dolar ve dolar karşılığı alınan hisse senetleri Reichsmarkın işlevini görüyor. Sahipleri savaş sayesinde dünyanın herhangi bir yerinde ellerindeki malları kağıtlarla değiştirmeye zorlanacak birilerinin olacağına inanıyorlar. ABD, dünyanın ikinci büyük petrol yataklarına sahip olan Irak'ı eline geçirirse, iç ekonomide hisselerin değeri yükselecek. Orduları yenilirse hisselerin değeri aşırı şekilde düşecek. Deutsche Bank, 1929'un yinelenmeyeceğine yemin etmesine rağmen, savaş ve terör eylemlerinin risklere neden olabileceğine dikkat çekiyor.

AB ülkeleri zorda Almanların başını çektiği Avrupa Birliği ülkeleri müşkül durumda. Bir yandan doların değerini kaybetmemesi için, saldırılarında ABD'ye destek vermeleri gerekiyor. 80'li yıllardan beri Almanya'da iç pazar zayıfladığı ve Maastricht Kriterleri'ne göre, bu durum tüm Avrupa'yı sardığından, Kuzey Amerika ihracaat ülkesi olarak çok önemli. Ama Kuzey Amerika yalnızca savaştan savaşa koşar, halkın alım gücü kalmazsa malları kim satın alacak? Kuzey Atlantik Paktı (Nato), Avrupa'nın Amerika'ya boyun eğdiği bir pakt değil; hele hele Almanya açısından açık bir hesaplaşma. Bu nedenle AB yöneticileri savaşlardan Amerika sürekli galip çıksa bile ticaret açığının büyümesiyle doların değerinin düşeceğini, bunun kendilerinin ekonomik durumunu da kötüleştireceğini biliyorlar. Yılda bir trilyon doların üstünde olan ticaret açığını kapatmak için savaştan savaşa koşan Bush'un sürekli galip gelemeyeceğini görüyorlar. İşte bu nedenle AB ülkeleri bir yandan ihracat merkezi ABD'ye ve doların alım gücüne bağımlı durumdalar; diğer yandan bunun böyle devam edemeyeceğini bildikleri için alternatif arıyorlar. Alternatifin Euro olabilmesi için Avrupa Ordusu ve Avrupa Atom silahlarının ABD'yle yarışacak boyutta olması zorunlu. Sonuçta kapitalizmde savaşlar kaçınılmaz. Ya ABD'nin müttefikleri olarak -doları desteklemek için- ya da doların yerine Euro'nun geçirilmesi için ABD'yi karşıya alarak... Savaş ister Nato'nun çıkarları, ister Nato üyelerinin çıkar çatışmaları nedeniyle çıksın, hem ABD'nin hem de Avrupalıların çıkarları açısından, dünyanın yeniden paylaşılması için zorunlu görünüyor. Kapitalizmin işleyişi böyle.

(Konkret'in Kasım 2002. Çeviren: Semra Çelik)


KEYNES'LE SAVAŞA DOĞRU... Rosa Luxemburg, "Sermaye Akımı" adlı kitabında kapitalizmde savaşların kaçınılmaz olduğunu ortaya koymuştu. Burjuvazi ve proletaryadan oluşan küreselleşmiş bir dünyada, aşırı kâr hırsının aşırı üretime yol açmasının kaçınılmaz olduğunu da belirtmişti. Depolarda biriken malların tüketilebilmesi için yeni yerlerin ele geçirilmesi, pazarların yeniden paylaşılması gerekiyordu; yani savaşlar kaçınılmazdı. John Maynard Keynes de Marksist olmamasına rağmen, kapitalist sistemde işsizliğin yol açtığı talep azlığı nedeniyle, savaş eğiliminden söz etmekteydi. Bu talep azlığı, hükümetin devlet aracılığıyla sermaye ve kişilere düşük faizli kredi vermesi veya devlet tüketimi sayesinde konjonktürü dürtmesiyle giderilebilirdi. Keynes, para akımının ve devlet borçlarının artırılmasının zorunlu olduğunu da teorilerinde belirtmişti. Keynes ve müridleri kapitalizmin barışçıl hale getirilebileceğine inanıyorlar ve bunu göstermek istiyorlardı. Halkı borçlandırarak, tüketimi artırma sayesinde savaşçı genişleme engellenebilirdi. 30'lu yıllarda ABD'deki‚ New Deal'de, Almanya'daki Nazi rejimi de devlet borçlanması sayesinde işyerleri açarak Keynes teorisine pratik bir içerik verdi. Amerika'da karşılıksız para basıldı, Almanya'da da devlet destekli işletmeler açılarak, işsizlik azaltılıp halkın alım gücü artırılmaya çalışıldı. 1936'da ABD bütçe açığı 4,6 milyar dolara ya da harcamaların yüzde 50'sine erişti. Almanya'da bu açık 40 milyar Reichsmark'tı. Almanya'da, savaş hazırlığı ile işyerleri açılması arasındaki bağlantıyı belirtmenin herkes tarafından bilindiği için bir anlamı yok. Sabit ve değişken sermayenin (maden kaynakları ve köle işçiler) savaş sayesinde ele geçirilmesi Nazi Almanyası'na büyük kazanç sağladı. 8 Mayıs 1945'te vahşet sona erince faşizm döneminde politik ve askeri yollarla dondurulan enflasyon patlamaya geçti. Bu durumun 'demokratik' ABD'de de geçerli olduğu çok az kişi tarafından biliniyor. Orada işsizlik 1933'de yüzde 23, 1937'de yüzde 11,2 oranında düştüyse de ekonomik atılım gerçekleşmedi. Keynes teorisine uygun devlet harcamaları geçici bir ekonomik canlanma sağladı, ama 1937'de kesilince, 1929 dakini de aşan bir düşüş yaşandı. Roosevelt hükümeti ancak 1941'de savaşa girilmesiyle istihdamda istenen hedefe erişebildi. ABD'de de savaş sayesinde dünyanın altın rezervleri ele geçirilince dolar emisyonları artış gösterdi. Faşist ve burjuva demokratik iki ülkede devlet borçlanması (açığı) arasındaki benzerlik, onların savaş hedeflerini aynılaştırmak anlamına gelmiyor. Tabii ki Hitler, saldırgan ve suçluydu, ABD ve müttefiklerinin savaşa girmeleri ise insanlık için bir şanstı. Ancak iki ülkenin sonuçlarına bakılırsa Keynesçiliğin yalnızca 'Savaş Keynesçiliği' şeklinde başarılı olduğu görülmektedir.

Evrensel'i Takip Et