25 Ekim 2002 21:00

AB şefleri rahat nefes aldı!

Son tahlilde, kolay bir zafer oldu. Avrupa Birliği'nin Nice Anlaşması ile ilgili 19 Ekim referandumundan önce, İrlanda siyaset kurumunun büyük bir bölümü panik içindeydi. Geçen yılki ilk referandumda da çuvallayan kamuoyu yoklamalarına güvenemiyor, Avrupa sahnesindeki statülerini seçmenin oyuna emanet etmek zorunda kaldıkları için kendilerini yiyip bitiriyorlardı. Brüksel ve Strasbourg'da, hesapları halkın vergileriyle ödenen akşam yemeği partileri, asla eskisi gibi olmayabilirdi. Ama referanduma katılanların yüzde 63'ü, İrlanda Anayasası'nın, Nice'i kabul etmek üzere değiştirilmesine onay verdi. Retcilerin oranı yüzde 37'de kaldı. İrlandalılar, yine "model Avrupalı" oluverdiler. Ülkenin siyasi liderleri, artık Romano Prodi'nin gözlerine bakıp, "Evet, halkımız elbette Euro projesinin gidişatıyla ilgili endişeler taşıyordu, herkes taşımıyor mu zaten? Ama biz onları yatıştırdık ve bu arada Avrupa'ya demokratik bir görünüm de kazandırıverdik" diyebilecekler.

Vaatler unutuluverdi Avrupa'nın buna ihtiyacı var. Haziran 2001'de verdiğimiz "Hayır" oyunun; Doğu Avrupa'nın yoksul, acılı ve cahil halkı ile onların eşit AB üyeleri olma kaderleri arasındaki tek engelin olduğu söylenip durdu bize. Ama bu hafta; AB'nin genişlemesinin uzun ve zorlu bir süreç olabileceğini öğreniverdik. Dahası; aslında Batı Avrupalı siyasetçilerin pek çoğu, genişlemeyi geciktirebilmek için İrlanda'yı günah keçisi yapmayı isterlerdi herhalde! Siyaset ve medya cambazları için AB kulübüne üyeliğin faydaları apaçık ortada: Yeni mesleki fırsatlar, devlet hesabından seyahatler ve benzeri promosyonlar. Onların yaptıkları sayesinde, İrlanda halkı da bu üyeliğin yarar getireceğine inandı. Ve sandık başına gittiklerinde, önlerine gelen "ülkeyi saygın bir statüye kavuşturma" fırsatını geri tepmediler.

30 yıllık acılı süreç Ama bütün bunlar, İrlanda'nın 30 yıllık Avrupa Birliği-Avrupa Ekonomik Topluluğu sürecini neredeyse tamamen görmezden geliyor. Kelt Kaplanı'nın, İrlanda Cumhuriyeti'ni tipik bir Batılı kapitalist ekonomiye dönüştürmesi, son 10 yılın meselesi. Ondan önceki 20 Avrupalı yıl boyunca bu ülke bir tür post-sömürge idi; adamızın gerçekten bir Birinci Dünya ülkesi olup olmadığını rahatlıkla tartışabilirdiniz. Avrupa Birliği teşvikleri; büyük çiftçilerin zenginleşmesini sağlarken, küçükler baskı altına alındı. Uluslararası tekeller dev kârlar elde ederken, işsizlik iki haneli rakamlardaydı. 1980'lerde göç, son on yılların en yüksek seviyesine tırmandı ve gelişkin parasız eğitim sisteminin avantajlarını dahi silip süpürdü. Siz, Avrupa Birliği'ne katılım "İrlanda gibi olmak" için can atan hevesliler, lütfen kaseti 1973'e, AET'ye girişimize sarın ve neler olduğunu bir kez daha izleyin.

AB'nin getirdiği 'kalkınma' Tabii ki AB, İrlanda'ya "kalkınma" getirdi; hafifleyeceğe benzemeyen karayolu inşa etme çılgınlığı, örneğin. 1990'ların olağanüstü (ve eşitsiz) ekonomik gelişmesi, İrlanda AB üyesi olmasaydı yaşanmayacaktı. Ama bu gelişmenin sebepleri tamamen tesadüfiydi. En önemli sebep; ABD ekonomik büyümesinin, Avrupa'nın bu köşesindeki ABD ticari ve siyasi çıkarları ile çakışmasıydı. Aynı gelişmenin başka bir ülkede tekrarlanacağını beklemek saçma olur; hele de ABD'nin ekonomik "mucize"sinin ne kadar sanal olduğunu öğrendiğimiz bugünlerde. Elbette Avrupa şirketleri de, Doğu Avrupa'nın sunduğu ucuz işgücüne doğru genişlemek için hevesli. Böylesi şirketlerin "serbest ticaret"i nasıl ve ne amaçla kullandıklarını öğrenmek için, Meksikalılara danışmalısınız. Geçmişte; İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi yoksul üyelerin yararlandığı doğrudan "birleştirme" fonları dahi, bu ekonomik küçülme döneminde cömert bir noktada olmayacak. Hele de, sadece bir yıl içinde 10 ülkenin birden AB'ye gireceği düşünülürse.

Neden 'Evet' çıktı? Madem böyle, bir önceki referandumda 54-46 ile "Hayır" diyen İrlanda, neden Nice Anlaşması'na güçlü bir "Evet" dedi? Dublin'den pek çok yorumcu, sonuca sayısal olarak baktığımızda, "Hayır" oylarının geçen yılki ile aşağı yukarı aynı olduğunu belirtiyor. Dediklerine göre, oy kullanma oranının artması (yine de yüzde 50'nin altındaydı) "Evet" sonucunu getirmiş. Vardıkları sonuç şu: "Evet"çilerin pek çoğu, bir önceki oylamada duyarsızlık ve zayıf bir kampanya nedeniyle sandık başına gitmedi, ama bu sefer gittiler. Bu indirgemeci aritmetiğin önemli bir sebebi var: "Hayır" oyu kullananlar, ikna edilmesi mümkün olmayan, kalıcı bir çılgın azınlık olarak resmediliyor ve bunların, "doğal, AB yanlısı çoğunluk"un demokratik bir biçimde harekete geçirilmesiyle yenilgiye uğratılabileceği varsayılıyor. Bu fikir; ikinci bir referandum düzenleme gibi nesnel olarak antidemokratik bir karar alan "Evet" cephesini meşrulaştırmaya hizmet etmekte.

Hükümetin manevrası Belli ki, pek çok seçmen kararını değiştirdi ve "Hayır"dan "Evet"e geçti. Bunun elbette çeşitli nedenleri var, örneğin "Evet" cephesinin kampanya için harcadığı para, "Hayır" cephesinin harcadığı paranın beş katıydı. Ama başka sebepler de var. Örneğin, "aday ülkeler"den doğrudan bir baskı söz konusuydu; Doğu Avrupalı siyasetçi ve diplomatlar, son aylarda medyadan hiç eksik olmadı ve bunlar, AB üyeliğinin "fayda" getireceği ön kabulüyle hareket ediyorlardı. Hükümet de, İrlanda'nın tarafsızlığı konusunda dikkat çekici bir manevra yaparak, diğer AB üyelerinden bir söz aldı: İrlanda'nın geleneklerine saygı duyulacak ve bu ülkenin, AB'nin ortak savunma paktına katılmamasına göz yumulacaktı. Bu sözde anti-militarist duruş, aslında olduğundan daha önemli görünüyor. Ama örneğin, ABD birliklerinin Shannon Havaalanı'ndan Irak'a sevkedilmesini durdurmaya yaramıyor. İrlanda'nın, Avrupa Acil Müdahale Gücü'ne dahil olduğunu, 850'si İrlandalı olacak olan bu 60 bin askerin AB sınırlarının 4 bin kilometre ötesine bile gönderilebileceği gerçeğini değiştirmiyor. İrlanda'nın NATO'ya üye olma ihtimalini de. Bununla birlikte, referandum sonrası en komik yorumlar, bu "anti-militarist" önlemin sandıktan "Evet" çıkması için gerekli olmasına dahi hayıflanan siyasetçilerden geldi. Bunlar; açıkça ve küstahça, halka verilen sözlerin yakın gelecekte rafa kaldırılması için çalışacaklarını söylemekteler.

Irkçıların fiyaskosu Sonuçta, soldaki "Hayır" kampanyacıları; militarizasyon, özelleştirme ve demokrasi sorunlarında seçmeni ikna etmeyi başaramadılar. Ama yine de işin olumul bir tarafı var: Sağdaki "Hayır"cıların fiyaskosu ve aşağılanması. Bu cephenin; tartışmaya göçmen karşıtı bir hava katma çabası büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlandı. Dahası, sağcı lider Justin Barrett'in Almanya ve İtalya'daki neofaşist eğilimli partilerin toplantılarına katıldığı ortaya çıkarıldı. Barrett'in açıklaması; Almanca veya İtalyanca bilmediği için bu toplantıları düzenleyenlerin siyasi görüşlerini bilmediği şeklinde oldu, ama kahverengi gömlek, her yerde kahverengidir. Barrett'in böylece teşhir olması ve İrlanda halkının aşırı sağ yobazlığa karşı tahammülsüzlüğünün devam ettiğinin görülmesi, referandumun tesellisiydi. Bununla birlikte; sandıktan çıkan üzücü sonuç ile; aslında Barrett gibilerinden daha sinsi ve güçlü muhafazakâr kuvvetler, önemli bir avantaj elde etmiş oldu.

Evrensel'i Takip Et