12 Eylül 2002 21:00
Blair ilk kez protesto edildi
Pazartesi günü başlayan İngiltere Sendikalar Konfederasyonu (TUC) olağan konferansı, Kuzeybatı İngiltere'deki Blackpool kentinde devam ediyor. Sendikacıların en önemli gündemi; ABD ve İngiltere'nin Irak'a karşı saldırgan tutumları olurken, özelleştirme, Avrupa para birliği, demiryolları sorunu, ücret düşüklüğü, sosyal haklar ve sağlık gibi konular da önemli gündem maddelerinden. Konferansın önceki gününde iş koşulları, Euro ve özelleştirme gündeme geldi. Sendikacılar, Blair'in savaş istemeyen halkı dinlemesi gerektiğini belirttiler.
Üye sayısında artış 70 sendika ve 7 milyon üyesi ile Avrupa'nın en büyük konfederasyonlarından biri olan TUC'un üye sayısı yıllardır düşmekteydi. Ancak bu eğilim, geçen yıl tersine çevrildi ve üye sayısında artış başladı. Blair hükümetinin saldırılarını yoğunlaştırmasıyla birlikte işçilerde başlayan huzursuzluklar artarak devam etti. Blair iktidara geldikten sonra, her TUC konferansında konuştu ama ilk kez bu konferansta protesto edildi. Protestocu delegelerin büyük bir çoğunluğu "Benim adıma savaşma", "Bozguncu değiliz" ya da "Safını belirle" yazılı tişörtler giyiyordu. Başbakan Blair, geçtiğimiz aylarda, hükümet politikalarına karşı çıkan sendikacıları "bozgunculuk" ile suçlamıştı.
İlk Liberal Demokrat Blair'in protesto edilmesi, bu konferansta yaşanan tek ilk değildi. TUC'nin 134 yıllık tarihinde ilk kez, İşçi Partisi dışından bir parti lideri konferansta konuştu. Liberal Demokrat Parti Lideri Charles Kennedy, konferansa katılmasının sebebinin "işçilerle yakınlaşmış olması" olduğunu söyledi. Kennedy, delegelerin gözüne girmeye çalışırken, hükümeti de eleştiri yağmuruna tuttu. Blair'in işçilere sırt çevirdiğini söyleyen liberal lider, sendikacılarla daha fazla diyalog halinde olmayı istediklerini belirtti. "Özelleştirmenin her zaman iyi sonuç vermediğini" belirten Charles Kennedy, Blair ve hükümetinin, özelleştirme dahil hemen hemen her konuda ABD'yi takip etmesini eleştirdi. TUC'a birlikte çalışma teklifi yapan liberallerin liderinin bu teklifine "sıcak bakıldığı" belirtiliyor. Bu durum, sendikalar üzerindeki denetimini yitirmekle karşı karşıya kalan Blair'i özellikle rahatsız ediyor.
Euro karşıtı karar TUC'un çarşamba günkü oturumunda ele alınan konulardan biri de, Avrupa ortak para birimi Euro oldu. Yapılan tartışmaların sonunda, sendikacıların genel eğilimi Euro karşıtı olurken, sendika bürokratları Blair politikalarını bu konuda da savunmaya kalktı. Ancak yapılan oylamada delegelerin yüzde 52'si Euro'ya karşı oy kullanırken, destekçilerin oranı yüzde 36'da kaldı. Yüzde 12'lik bir oran ise çekimser oy attı.
'Bozgunculuğa devam!' TUC gündemindeki maddelerin en yakıcı olanlarından biri de özelleştirme. Bazı sendika bürokratlarının özel çabasına rağmen, delegeler özelleştirme karşıtı bir karar alınmasından yana. Mücadeleci sendikacılar olan Demiryolu İşçileri Sendikası (RMT) Genel Başkanı Bob Crow ile Tren Sürücüleri Sendikası (ASLEF) Genel Başkanı Mick Rix'in hazırladığı öneri doğrultusunda, özelleştirmeye karşı bir sendikal platformun oluşturulması bekleniyor. Özellleştirme ile ilgili tartışmalar dün de devam etti. Kürsüden konuşan sendikacılar, "Asıl bozguncular, bizi bozgunculukla suçlayanlardır" dediler. Sendikacılar, "Üyelerimizin yaşadığı sefaleti görünce, hükümetin oyunlarını bozmak gerektiğini anlıyoruz. Eğer bu yüzden bozguncuysak, bozgunculuk yapmaya devam edeceğiz" diye konuşarak adeta meydan okudular.
BBC'nin ayrımı Konferansı günde 6 saat canlı yayınlayan BBC, sendikacılardan yorumlar alırken, onları "militan" ya da "militan olmayan, modern sendikacı" olarak ayırıyor. İşçilerin çıkarları doğrultusunda mücadele eden sendikacıları böylece karalamaya çalışan BBC, buna rağmen her iki taraftan da eşit ölçüde değerlendirmeler aldı. Kuruluş, daha önceki yıllarda mücadeleci sendikacıların görüşüne pek başvurmuyordu.
İşçiler savaşı durdurmak zorunda TUC Konferansı'na katılan mücadeleci sendikacılar, Irak'a yönelik olası bir saldırı başta olmak üzere, işçi sınıfının sorunlarını Evrensel'e değerlendirdi. Konuştuğumuz üç sendikacı da, Irak'a yönelik bir saldırıyı önlemek için işçi sınıfı ve emekçilere güvendiklerini ısrarla vurguladı.
RMT Genel Başkanı
Bob Crow: Blair milletvekili iken, işçi düşmanı sendika yasasına karşı oy kullanmıştı. Biz de konferansta bu yasaları konuştuk. Ama Blair, daha önce karşı olduğu bu yasalara hiç değinmedi. Bu onun ne kadar işçi düşmanı olduğunu gösterir. İşçilerin ücret, sosyal hak, özelleştirme ve işten atma sorunlarına da değinmedi. Buradan şu sonuç çıkıyor: Sendikacılar artık Blair'e destek vermekten vazgeçmeli ve üyelerinin hakları için mücadele etmeli. Blair bizi partisi altında birleşmeye çağırıyor. Biz İşçi Partisi'nin ya da patronların temsilcileri değiliz. Biz işçilerin temsilcileriyiz, işçiler için mücadele ederiz. Blair hiçbir zaman bizimle birleşmedi, her zaman sendikaların başına çöreklenmiş sendikacılarla birleşti. Onlardan yana oldu. Bütün bunlardan sonra, bizim bu partiyle birleşmemiz, üyelerimize hakaret etmek anlamına gelir. İşçiler sözkunusu olduğunda 'Paramız yok' diyor. Ama iş Irak'a saldırıya geldiğinde para bulabiliyor. Irak'a saldırı için ayıracakları parayla hastane yapsın, okul yapsın ve işçilerin iş koşulları ile ücretlerini düzeltsin. İngiliz işçileri savaş istemiyor. Terör deniliyor. Evet, işçiler de terör istemiyor, işçiler Saddam gibi bir diktatörü de istemiyor. Ama Irak'a saldırıp binlerce insan öldürmek terördür ve saldıranlar da, Saddam'dan daha kötü birer diktatördür. Blair halkı dinlemek zorundadır. Blair ve Bush'un asıl amacı kitle imha silahlarını yok etmek değil. Onların amacı, Saddam rejimini yıkıp yerine kendi istedikleri bir sistemi koymak ve bu sistemle de petrol kaynaklarını ve diğer zenginlikleri ele geçirmek. Bu savaşı durdurmak zorundayız. Parlamento içindeki savaş karşıtı milletvekillerine kadar, herkesi bu işte aktif hale getirmeliyiz.
ASLEF Genel Başkanı
Mick Rix: Blair ve Bush, savaş yoluyla dünyayı daha çok baskı altında tutmak istiyor. Ama kaybedecekleri çok şey de olacak. En azından, halk Blair'i daha iyi tanıyacak ve partisi büyük yara alacak. Savaştan kârlı çıkacakları da meçhul. Irak, bir Afganistan değildir. İngiltere'de halkın yüzde 70'i savaşa karşı ve Blair bu insanlara kulak asmıyor. Eğer halkını değil, Bush'u ya da başkalarını dinliyorsa, o zaman başbakanlığı da halkı için değil bunlar için yaptığı ortaya çıkar. Evet, Saddam bir diktatör. Fakat bu diktatörün ortadan kaldırılması Irak halkının sorunudur. Eğer kitle imha silahları bahane edilecekse, önce kendi silahlarını imha etsinler. İngiltere ve ABD dünyada belki de en çok kitle imha silahına sahip. Bu silahları yok etmek lazım dediğimizde, buna yanaşmıyorlar. Hatta tartışmıyorlar bile. Anlaşılıyor ki; petrol borularının daha rahat dizilmesi için kendilerine uslu bir uşak arıyorlar. Zaten bunun için rejim değişikliği diyorlar. Burada bir konferans yapıyoruz ve savaş karşıtı bir karar çıkarmak için çok uğraştık. Çok az bir oy farkıyla kaybettik. Buna sebep olan da, sendika bürokratlarıdır. Blair'in alttan alta bir operasyonu söz konusu. Bürokrat dostları aracılığı ile, halkı savaşa ikna etmeye çalışıyor. Ama benim konuştuğum hiçbir insan savaş istemiyor. Savaş isteyen birini görüp tartışmak istiyorum, ama şimdiye dek böyle kimseyle karşılaşmadım. Sendika bürokratlarına rağmen işçiler böyle bir savaşa kesinlikle karşı çıkacak ve bunun için mücadele edecek.
Gazeteciler Sendikası (NUJ) Genel Başkanı
Jeremy Dear: Blair ve Bush Irak'a saldırmakta ısrar ediyorlar. Halkı her geçen gün daha zor şartlarda yaşamak zorunda kalan İngiltere'nin başbakanı da, işçilerden savaş için destek isteme yüzsüzlüğünü gösteriyor. Halkın bu savaşa desteği olmayacak. Sadece İngiltere halkı değil, dünyada hiçbir halk savaşı desteklemiyor. Amerikan halkı bile meseleyi daha iyi anlamaya başladı. TUC Konferansı'nda, savaş karşıtı kararın çıkması yönündeki öneriyi biz verdik ve bizi destekleyen onlarca sendika oldu. Halkın büyük bir bölümü de bizi destekliyor. Bizim inancımıza göre, eğer halk istemiyorsa bu savaşı engelleyebiliriz. Öyleyse, bizim durmaksızın savaş karşıtı kampanyayı geliştirmemiz gerekir. Her eyleme katılıp sesimizi duyurmalıyız. Örneğin; bu ayın 28'inde Londra'da büyük bir yürüyüş yapılacak. "Savaşa karşıyım" diyen herkes sadece bu yürüyüşe katılmakla yetinmemeli, aynı zamanda başka insanların da katılmasını sağlamalı.
Üye sayısında artış 70 sendika ve 7 milyon üyesi ile Avrupa'nın en büyük konfederasyonlarından biri olan TUC'un üye sayısı yıllardır düşmekteydi. Ancak bu eğilim, geçen yıl tersine çevrildi ve üye sayısında artış başladı. Blair hükümetinin saldırılarını yoğunlaştırmasıyla birlikte işçilerde başlayan huzursuzluklar artarak devam etti. Blair iktidara geldikten sonra, her TUC konferansında konuştu ama ilk kez bu konferansta protesto edildi. Protestocu delegelerin büyük bir çoğunluğu "Benim adıma savaşma", "Bozguncu değiliz" ya da "Safını belirle" yazılı tişörtler giyiyordu. Başbakan Blair, geçtiğimiz aylarda, hükümet politikalarına karşı çıkan sendikacıları "bozgunculuk" ile suçlamıştı.
İlk Liberal Demokrat Blair'in protesto edilmesi, bu konferansta yaşanan tek ilk değildi. TUC'nin 134 yıllık tarihinde ilk kez, İşçi Partisi dışından bir parti lideri konferansta konuştu. Liberal Demokrat Parti Lideri Charles Kennedy, konferansa katılmasının sebebinin "işçilerle yakınlaşmış olması" olduğunu söyledi. Kennedy, delegelerin gözüne girmeye çalışırken, hükümeti de eleştiri yağmuruna tuttu. Blair'in işçilere sırt çevirdiğini söyleyen liberal lider, sendikacılarla daha fazla diyalog halinde olmayı istediklerini belirtti. "Özelleştirmenin her zaman iyi sonuç vermediğini" belirten Charles Kennedy, Blair ve hükümetinin, özelleştirme dahil hemen hemen her konuda ABD'yi takip etmesini eleştirdi. TUC'a birlikte çalışma teklifi yapan liberallerin liderinin bu teklifine "sıcak bakıldığı" belirtiliyor. Bu durum, sendikalar üzerindeki denetimini yitirmekle karşı karşıya kalan Blair'i özellikle rahatsız ediyor.
Euro karşıtı karar TUC'un çarşamba günkü oturumunda ele alınan konulardan biri de, Avrupa ortak para birimi Euro oldu. Yapılan tartışmaların sonunda, sendikacıların genel eğilimi Euro karşıtı olurken, sendika bürokratları Blair politikalarını bu konuda da savunmaya kalktı. Ancak yapılan oylamada delegelerin yüzde 52'si Euro'ya karşı oy kullanırken, destekçilerin oranı yüzde 36'da kaldı. Yüzde 12'lik bir oran ise çekimser oy attı.
'Bozgunculuğa devam!' TUC gündemindeki maddelerin en yakıcı olanlarından biri de özelleştirme. Bazı sendika bürokratlarının özel çabasına rağmen, delegeler özelleştirme karşıtı bir karar alınmasından yana. Mücadeleci sendikacılar olan Demiryolu İşçileri Sendikası (RMT) Genel Başkanı Bob Crow ile Tren Sürücüleri Sendikası (ASLEF) Genel Başkanı Mick Rix'in hazırladığı öneri doğrultusunda, özelleştirmeye karşı bir sendikal platformun oluşturulması bekleniyor. Özellleştirme ile ilgili tartışmalar dün de devam etti. Kürsüden konuşan sendikacılar, "Asıl bozguncular, bizi bozgunculukla suçlayanlardır" dediler. Sendikacılar, "Üyelerimizin yaşadığı sefaleti görünce, hükümetin oyunlarını bozmak gerektiğini anlıyoruz. Eğer bu yüzden bozguncuysak, bozgunculuk yapmaya devam edeceğiz" diye konuşarak adeta meydan okudular.
BBC'nin ayrımı Konferansı günde 6 saat canlı yayınlayan BBC, sendikacılardan yorumlar alırken, onları "militan" ya da "militan olmayan, modern sendikacı" olarak ayırıyor. İşçilerin çıkarları doğrultusunda mücadele eden sendikacıları böylece karalamaya çalışan BBC, buna rağmen her iki taraftan da eşit ölçüde değerlendirmeler aldı. Kuruluş, daha önceki yıllarda mücadeleci sendikacıların görüşüne pek başvurmuyordu.
İşçiler savaşı durdurmak zorunda TUC Konferansı'na katılan mücadeleci sendikacılar, Irak'a yönelik olası bir saldırı başta olmak üzere, işçi sınıfının sorunlarını Evrensel'e değerlendirdi. Konuştuğumuz üç sendikacı da, Irak'a yönelik bir saldırıyı önlemek için işçi sınıfı ve emekçilere güvendiklerini ısrarla vurguladı.
RMT Genel Başkanı
Bob Crow: Blair milletvekili iken, işçi düşmanı sendika yasasına karşı oy kullanmıştı. Biz de konferansta bu yasaları konuştuk. Ama Blair, daha önce karşı olduğu bu yasalara hiç değinmedi. Bu onun ne kadar işçi düşmanı olduğunu gösterir. İşçilerin ücret, sosyal hak, özelleştirme ve işten atma sorunlarına da değinmedi. Buradan şu sonuç çıkıyor: Sendikacılar artık Blair'e destek vermekten vazgeçmeli ve üyelerinin hakları için mücadele etmeli. Blair bizi partisi altında birleşmeye çağırıyor. Biz İşçi Partisi'nin ya da patronların temsilcileri değiliz. Biz işçilerin temsilcileriyiz, işçiler için mücadele ederiz. Blair hiçbir zaman bizimle birleşmedi, her zaman sendikaların başına çöreklenmiş sendikacılarla birleşti. Onlardan yana oldu. Bütün bunlardan sonra, bizim bu partiyle birleşmemiz, üyelerimize hakaret etmek anlamına gelir. İşçiler sözkunusu olduğunda 'Paramız yok' diyor. Ama iş Irak'a saldırıya geldiğinde para bulabiliyor. Irak'a saldırı için ayıracakları parayla hastane yapsın, okul yapsın ve işçilerin iş koşulları ile ücretlerini düzeltsin. İngiliz işçileri savaş istemiyor. Terör deniliyor. Evet, işçiler de terör istemiyor, işçiler Saddam gibi bir diktatörü de istemiyor. Ama Irak'a saldırıp binlerce insan öldürmek terördür ve saldıranlar da, Saddam'dan daha kötü birer diktatördür. Blair halkı dinlemek zorundadır. Blair ve Bush'un asıl amacı kitle imha silahlarını yok etmek değil. Onların amacı, Saddam rejimini yıkıp yerine kendi istedikleri bir sistemi koymak ve bu sistemle de petrol kaynaklarını ve diğer zenginlikleri ele geçirmek. Bu savaşı durdurmak zorundayız. Parlamento içindeki savaş karşıtı milletvekillerine kadar, herkesi bu işte aktif hale getirmeliyiz.
ASLEF Genel Başkanı
Mick Rix: Blair ve Bush, savaş yoluyla dünyayı daha çok baskı altında tutmak istiyor. Ama kaybedecekleri çok şey de olacak. En azından, halk Blair'i daha iyi tanıyacak ve partisi büyük yara alacak. Savaştan kârlı çıkacakları da meçhul. Irak, bir Afganistan değildir. İngiltere'de halkın yüzde 70'i savaşa karşı ve Blair bu insanlara kulak asmıyor. Eğer halkını değil, Bush'u ya da başkalarını dinliyorsa, o zaman başbakanlığı da halkı için değil bunlar için yaptığı ortaya çıkar. Evet, Saddam bir diktatör. Fakat bu diktatörün ortadan kaldırılması Irak halkının sorunudur. Eğer kitle imha silahları bahane edilecekse, önce kendi silahlarını imha etsinler. İngiltere ve ABD dünyada belki de en çok kitle imha silahına sahip. Bu silahları yok etmek lazım dediğimizde, buna yanaşmıyorlar. Hatta tartışmıyorlar bile. Anlaşılıyor ki; petrol borularının daha rahat dizilmesi için kendilerine uslu bir uşak arıyorlar. Zaten bunun için rejim değişikliği diyorlar. Burada bir konferans yapıyoruz ve savaş karşıtı bir karar çıkarmak için çok uğraştık. Çok az bir oy farkıyla kaybettik. Buna sebep olan da, sendika bürokratlarıdır. Blair'in alttan alta bir operasyonu söz konusu. Bürokrat dostları aracılığı ile, halkı savaşa ikna etmeye çalışıyor. Ama benim konuştuğum hiçbir insan savaş istemiyor. Savaş isteyen birini görüp tartışmak istiyorum, ama şimdiye dek böyle kimseyle karşılaşmadım. Sendika bürokratlarına rağmen işçiler böyle bir savaşa kesinlikle karşı çıkacak ve bunun için mücadele edecek.
Gazeteciler Sendikası (NUJ) Genel Başkanı
Jeremy Dear: Blair ve Bush Irak'a saldırmakta ısrar ediyorlar. Halkı her geçen gün daha zor şartlarda yaşamak zorunda kalan İngiltere'nin başbakanı da, işçilerden savaş için destek isteme yüzsüzlüğünü gösteriyor. Halkın bu savaşa desteği olmayacak. Sadece İngiltere halkı değil, dünyada hiçbir halk savaşı desteklemiyor. Amerikan halkı bile meseleyi daha iyi anlamaya başladı. TUC Konferansı'nda, savaş karşıtı kararın çıkması yönündeki öneriyi biz verdik ve bizi destekleyen onlarca sendika oldu. Halkın büyük bir bölümü de bizi destekliyor. Bizim inancımıza göre, eğer halk istemiyorsa bu savaşı engelleyebiliriz. Öyleyse, bizim durmaksızın savaş karşıtı kampanyayı geliştirmemiz gerekir. Her eyleme katılıp sesimizi duyurmalıyız. Örneğin; bu ayın 28'inde Londra'da büyük bir yürüyüş yapılacak. "Savaşa karşıyım" diyen herkes sadece bu yürüyüşe katılmakla yetinmemeli, aynı zamanda başka insanların da katılmasını sağlamalı.
Evrensel'i Takip Et