10 Ağustos 2002 21:00
Türküleri tekrarlamak yetmiyor
Tunceli'ye ilk kez geliyorsunuz. Buraya gelirken neler bekliyordunuz?
Aslında 1969 yılında bir geçmiştik gideceğimiz şenlik için. İlk defa geldik sayılır Tunceli'ye. Beklediğimiz gibi geçti. Birçok Tuncelili ile yurtdışında görüşmüştük. Ama elbette bilmediğimiz şeyler vardı. Kemal Özer arkadaşımız bilmediğimiz şeyleri anlattı. Doğa cenneti olduğunu öğrendik. Bu bizim için yeni bir şey oldu. OHAL kalkmış, fakat tam uygulamaya geçilmemiş. Ama insanların kafaları rahatlamış. Bu önemli. Bu sene yurtdışından katılım var bu renklilik katmış. Aslında güzel renkli bir festival.
12 Eylül sonrası festivallerde bir değişim söz konusu. Resmi havada geçen bu tür festivaller ile 12 Eylül öncesi şenlikleri ve organizasyonları kıyaslar mısınız? Buna karşın demokratik inisiyatifli festivaller de var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
1980'den sonra karpuz, çekirdek adlarıyla düzenlenen festivaller çok var. Bir de Uzanlar'ın 46. yıl şenlikleri var. Elbette bunlar çok çirkin şeyler. Halka hiçbir şey vermeyen, halktan çok şey götüren şeyler. İlerici, politik festivaller de sürüyor. Hatta protest festivaller de düzenleniyor. Bunlardan ikisini kendim düzenledim. Moğollar'ın katkısıyla nükleer santrallara karşı 2000 yılında festival düzenledik. 5 gün süren festivale, 38 grup ve sanatçı katıldı. Akkuyu'ya gittik. 750 bin imza topladık. Başbakan Bülent Ecevit, nükleer santralları iptal ettiğini açıkladı. Buna benzer eylem şenlikleri yapılıyor. Bergamalılar için geçen yıl İstanbul'da yaptık.
Kültüre ve aynı zamanda hayata bir dinamik olarak katılmayı sağlayan bu tür yeni tip etkinliklerin çoğalması gerekir. Bunlar gelecek için umut verici şeyler. Tunceli'de düzenlenen festival de bunlara bir örnek. Bunların halka yayılması ve halkın bilinçlenmesinde önemli etkenlerden. Biz elbette çoğunlukla bu tür festivallere katılıyoruz. Bir de özellikle üniversitelerin bahar şenliklerine katılıyoruz. Duyarlı gençlerin olduğu şenlikler önemli. 1980 sonrası böyle şeyler düzenlenmesi önemli. 80 öncesinde zaten böyle şeyler olmuyordu. Böyle bir kavram yoktu. 1970'lerin ortalarına kadar sert politik geceler şeklinde oluyordu. Slogandan öteye geçemiyordu. Yeni dönemde estetik ve sanatsal kaygılar ön plana çıkıyor. Bunlar önemli. Malum 1970'li yıllar sert dönemlerdi. Öyle festivallerin olması da doğaldı.
Bu tür festivaller geniş kitlelere nasıl ulaşabilir?
Esasında sol kültür ve müzik sanatı arasındaki ilişki tam oturmamış. Estetik içeriği sanatsal yönünü evrensel boyutu olarak ele alan sanatçılar, sayarsak bir elin parmakları kadar. Bunun dışında bölgesel, hatta biraz şoven duyguları olanlar da var. Dünya başka noktada. İnsanların baskı gördüğü odaklar IMF, DB, bunun arkasında sayısı iki yüzü geçmeyen çokuluslu sermayeye küreselleşme denen şey bu. Bize dayatılan sadece bu değil. Bizim yaşadığımız lokal ve yöresel sorunlar değil. Artık olabildiğince evrensel bakmamız gerekir. Olabildiğince bizimle aynı sorunları paylaşan kitlelerle iletişim kurmamız gerekir.
Güney Amerika'da, İtalya'da çeşitli ülkelerden müzik sanatçısı olarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İtalya'da Cenova hareketinin bayraktarlığını yapan Tımoporos isimli grupla, Avusturalya'da aynı sahneyi paylaştık. İyi arkadaş olduk hatta onları buraya çağırma ya da bizim oraya gitmemez söz konusu. Bu durum diğerleri için de geçerli. Almanya ve Avrupa'da faaliyet gösteren Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF), bu konuyu kavramış derneklerden biri, uluslararası bir örgüt.
Türkiyelilerle diğerleri arasında bağ kurmaya çalışıyor. Bunların büyümesi lazım. Doymak bilmeyen vahşi kapitalizmin baskısı altındaysak, enternasyonel ezilenler sınıfı olarak ortak hareket etmesi için elimizden geleni yapmamız gerekir. Biz sanatçı olarak içinde bağlaması olan Anadolu ezgilerini bir yandan da evrensel boyutta konuları işleyen şarkılar söylemeye çalışıyoruz. Olabildiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Türkiye'de müzik sanatçıları kitlelere öncülük ediyorlar bu etkileri doğru kullanmaları gerekiyor. Yaşadığımız dünya ile doğru analizler yapıp insanları öyle yönlendirmeli. Ama bakıyoruz ki, büyük bir kısmı işte bölgesel ve eski türküleri tekrarlayarak sol bir söylemle söylediklerini zannediyorlar. Belki bu eskisi için doğru olabilir ama bugün yeterli değil.
Sanat politika ilişkisi açısından kendi serüveninizi anlatır mısınız?
Serhat dışında ben 1949, Engin 1948, Cahit 1946 doğumlu. Bu demek oluyor ki, on beş yaşına geldiğimizde atmışların başıydı. 1961 Anayasası koşullarında gençliğimizi yaşadık. Hepimiz bundan etkilendik. Dünyada müzik anlamında önemli şeyler oluyordu.
İngiltere'de Beatles diye bilinen grup bir anda tanındı. İlk defa dünya çapında bir müzik grubu oldu. Söylediği şeyler gençliğin isteğini dile getiren şeylerdi. 68'in önemli sanatçıları oldu. O dönemde ortaokul ve lisede okuyorduk. Sinemada Metin Ertan'ın "Susuz Yaz", "Yılanların Öcü" gibi Anadolu sorunlarını ilk kez dile getiren filmlerini izledik. Bir taraftan da "Yön", "Sosyal Adalet" gibi dergileri okuduk. Orada da bunlardan bahsediyordu. Biz de etkileniyorduk.
Bir yandan ağalık sorunu feodalite sorunu, bir yandan İstanbul'da gelişen sanayi. Babam tekstil fabrikasında işçiydi. Babamın yaşadığı sorunlar işçi sınıfının sorunları ve bu sorunları kitaplarda okuduk. Kendi yaşamımızda da gözlemliyorduk. Müzik; Beatles, rock müzik grupları bizim müziğin altyapısını oluşturdu. Okuduğumuz dergileri, ülkenin sorunları gecekondulaşma, ilk göçlerin başlaması sanayileşmenin getirdiği şeyler hepsini bir arada oluşturuken sonuçta politik görüşlerimiz de öyle oluştu. Bütün bunları başlangıcından yaşayarak 12 Eylül'e geldik. Eylül'den sonra birçoğumuz yurtdışındaydık. Ben darbe olmadan gitmiştim. Orada gelişmeleri takip ettik. Bir süre orada kaldıktan sonra 1991'de Almanya'dan döndüm. Engin Fransa'dan döndü. Cahit Berkay seksenlerin sonuna doğru gelmişti. Bir araya geldik. Moğollar'ı kimse hatırlamaz diye bir şey yapmadık. O sırada Leman'da bir karikatür çizer Kaan Ertem'in köşesinde kampanya açmış. Moğollar birleşsin konser versin. Aradım. "Sen kimsin ne yapıyorsun?" diye. Bana beş bine yakın mektup verdi. Her yaştan insan vardı. Biz de gösterilen ilgiye karşılık verdik. Yapabiliyorsak yapalım, dedik. Müzikten kopmadığımız için de, bir baktık ki, güzel şeyler yapıyoruz. Eski klavyecimiz vardı. Onu çağırdık. O gelemem dedi. Onun yerine Serhat'ı aldık. 1993'ten beri Moğollar devam ediyor.
Munzur Vadisi'ne kurulmak istenen barajlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu konu çalışmalarınıza yansıyacak mı?
Çevre konusunda duyarlıyız. Bergama konusunu biliyorsunuz. "Ölüler Altın Takar Mı?" adlı bir şarkı yapmıştık. Buraya gelene kadar konu hakkında bilgi sahibi değildim. Kemal arkadaşın konuyu anlatmasından sonra konuyu kavradım. Bu konuda bir şey üretmek istiyoruz. Hatta buradan seslenelim. Eli kalem tutan şiir yazan tüm arkadaşlar, ben Bergama türküsünü Mahzun Balcı adlı ozan bir arkadaşımızdan rica etmiştim. "Ölüler Altın Takar Mı?"yı o yazdı. Bergama'da kitabe vardı. Orada yazılı olanların özetini çıkararak yazdı. Buradan rica ediyorum, ben de yazabilirim. Ama burada yaşayanlar, bu konuyu benden daha iyi işler. Ben de rica ediyorum.
Yazdıklarını bana iletsin. Buranını doğal güzellikleri malum öyle bir giriş ardından burada yapılmak istenen dokuz baraj da doğayı tahrip etme isteğini gösteriyor. Bunu eleştiren bir-iki şiir elimize geçerse deneyeceğiz. Geçmezse de kendim deneyeceğim.
Evrensel'i Takip Et