8 Ağustos 2002 21:00
Atom bombası ve Nagasaki'den
geriye kalan...
GÜNÜN YAZILARI
9 Ağustos yaklaşıyor ve ben; 57 yıl önce Nagasaki'ye atom bombası atılmasını hatırlıyorum. O tarihte 16 yaşında bir öğrenciydim. Şimdi 73 yaşındayım ve şu an bile imdat çığlıklarını duyabiliyorum. Bir plutonyum bombası 74 bin insanı öldürmüş, 75 binini ağır yaralamıştı. Bu bomba, 21 bin ton patlayıcının gücüne sahipti ve atıldığı alanın sıcaklığı, bir anda 3-4 bin derecelere yükselmişti. Patlamanın dört kilometre yakınında bulunan neredeyse herkes yanmış, ölmüş, en azından yaralanmıştı.
Kimse beklemiyordu Nagasaki'nin 240 bin nüfuslu halkı saldırıya hazırlıksız yakalanmıştı. O gün erkenden hava saldırısı alarmının çalındığını duymuştum, fakat birkaç saat sonra alarm sustu. Tam olarak ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, fakat sanırım saat sekizden önceydi. Kavurucu bir sıcak vardı, şafağın sökmesiyle ağustos böcekleri ötmeye başlamıştı. Sığınakta, bizi yanıklara ve yaralanmalara karşı koruyacağını düşündüğümüz koruma başlıklarımız ve uzun kollu ceketlerimizin içinde terden patlıyorduk. Bu yüzden hava saldırı alarmının iptal edilmesiyle rahatlamıştık ve koruma başlıklarımızı çıkartıp işimize geri döndük. 1944'te, devletin emriyle, orta ve yüksekokul öğrencileri silah fabrikalarında ya da ordu ile ilgili alanlarda çalışıyorlardı. Her yaştan ve her cinsiyetten insan, çalışıp kıymetli yaşamlarını "kahramanca", "kutsal" bir savaşa "kurban" ediyorlardı.
Patlama... rüzgâr... yıkıntılar... Saat 11 civarında; bir B-29'un iki katlı ordu karargâhının üstünde uçtuğunu duyar gibi oldum. Eğer her şey yolunda ise, neden bir Amerikan saldırı uçağının tepemizde uçtuğunu merak ettim. Uçağa ateş açılmamıştı. Biz günlük kıyafetlerimizin içinde çalışıyorduk ve camlar ve kapılar sonuna kadar açıktı, çünkü iki katlı karargâhımızda nemli, boğucu bir sıcak vardı. O dakikada ışıktan binlerce kez kuvvetli bir patlama beni çarptı. Neredeyse gözlerimi kör ettiğini hissettim. Koltuğumdan sıçradım ve camları, kapıları, tavanı ve duvarları yerle bir eden çok büyük bir rüzgâr çarparak tüm binayı salladı. Yere düşüp bilincimi kaybetmeden önce merdivenlere koşmaya çalıştığımı anımsıyorum. Çok sıcak bir patlamaydı, cam kırıkları ve yıkıntılardan parçalar ortalığa saçılmıştı. Ben tam merkezdeki yakıcı sıcaklığı hissetmedim, her şeyin ve herkesin bir anda eridiği o sıcaklığı. Sonradan, sıcaklığın merkezden uzaklaştıkça azaldığını öğrendim. Ben merkezden 2 bin 800 metre uzaklıktaydım.
Bir kentin sonu Kendime geldiğimde, akşam saatleriydi. Karargâhın avlusunda uzanıyordum. Hâlâ oraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Üzerimde sayısız cam, tahta ve beton parçası vardı, her iki kolumdan da kan kaybediyordum. Bütüm vücudum ağrıyordu. Kısa kollu mavi bluzum ve pantalonum parça parça olmuştu ve kan içindeydi. Ama kendimi sakin hissediyordum. Saatime baktım, kırılmıştı. Moloz yığınları arasına oturup güneşin batışını izledim. Bunun Nagasaki'nin ve Japonya'nın sonu olduğunu düşündüm. Ailemin hayatta olması için dua ettim. Bana yıllarca kamikazenin (kutsal rüzgârın) bir gün Japonya'yı kurtarmak için eseceği, kesin bir zafer getireceği öğretilmişti, fakat ABD uçağına saldıracak kutsal bir rüzgâr yoktu...
İlk hedef Kokura'ydı Talihli imişim ki, kurtuldum. Fakat günlük yaşamım, ölüm ve korkunun sektesine uğradı. Yaşadığım için kendimi hep suçlu hissettim. Sonraları bu ikinci bombanın asıl hedefinin, kuzey Kyushu'da bulunan ülkenin en büyük endüstri şehri Kokura olduğunu öğrendim. Gemi yapımı merkezi olan Nagasaki ise ikinci hedefti. 9 Ağustos sabahı, savaş uçağı Kokura üstünde uçmaya başladığında bulutlar şehrin üzerine yığılmış ve yakıtı azalan uçak Nagasaki'ye yönelmiş. Nagasaki'ye ulaştığında görüş netliği zayıfmış. Bu nedenle 3300 metre kuzey batıya yönelmiş ve bulutta bombanın geçebileceği kadar geniş bir delik bulduğu anda bombayı atmış. Saat 11:02'de patladı. Birçok insan, enkazın altında kapana kısıldı, patlamadan kurtulan birkaç kişi ise, sonradan çıkan yangında öldü. Kömürleşmiş bedenler, kızıl harabelerin arasına yığıldı...
Atom bombası hastalığı Bomba hakkında hükümet tarafından bir açıklama yapılmamıştı; bir hafta boyunca onun atom bombası olduğunu bile bilmeden yaşadık. Bombanın atıldığı gün, Sovyetler Birliği'nin Japonya'ya savaş ilan ettiğini öğrendik. Bizi hâlâ müttefiklere karşı savaşmaya zorlayan hükümet beni çileden çıkarıyordu. Yaralanmıştık, gerekli tedavi yapılmıyordu, yiyeceğimiz, giyeceğimiz yoktu. Yine de hükümet, sloganını bağırmaya devam ediyordu. "Ichioku gyokusai!" (100 milyon insan onurlu ölümü karşılamalıydı, Asla teslim olma!) Japon hükümeti kimin için vardı, merak ediyorum. Kısa süre sonra, hayatta kalanlar garip bir hastalığa yakalandı. Kusma, iştah kaybı, ishal, yüksek ateş, halsizlik, vücutlarının birçok bölgesinde mor halkalar, ağız, dişeti ve gırtlakta kanama, saç dökülmesi, ve akyuvarların azalması. Biz buna "atom bombası hastalığı" dedik; hafif yaralanmış görünen kişiler, çok kısa bir süre içinde veya aylar sonra, öldüler... Onyıllar sonra bile, defalarca kanser ameliyatı oldum. Yine de henüz yıkılmadım. Nagasaki'de acımasızca öldürülen insanlar ve kendim için, daha çok yaşamak istiyorum. Bedenim bir gün ölebilir ama ruhumun yenilmez olacağına inanıyorum. Umarım gelecekte insanlık nükleer silahlardan kaçınacak kadar akıllı davranır.
(The Guardian)
Kimse beklemiyordu Nagasaki'nin 240 bin nüfuslu halkı saldırıya hazırlıksız yakalanmıştı. O gün erkenden hava saldırısı alarmının çalındığını duymuştum, fakat birkaç saat sonra alarm sustu. Tam olarak ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, fakat sanırım saat sekizden önceydi. Kavurucu bir sıcak vardı, şafağın sökmesiyle ağustos böcekleri ötmeye başlamıştı. Sığınakta, bizi yanıklara ve yaralanmalara karşı koruyacağını düşündüğümüz koruma başlıklarımız ve uzun kollu ceketlerimizin içinde terden patlıyorduk. Bu yüzden hava saldırı alarmının iptal edilmesiyle rahatlamıştık ve koruma başlıklarımızı çıkartıp işimize geri döndük. 1944'te, devletin emriyle, orta ve yüksekokul öğrencileri silah fabrikalarında ya da ordu ile ilgili alanlarda çalışıyorlardı. Her yaştan ve her cinsiyetten insan, çalışıp kıymetli yaşamlarını "kahramanca", "kutsal" bir savaşa "kurban" ediyorlardı.
Patlama... rüzgâr... yıkıntılar... Saat 11 civarında; bir B-29'un iki katlı ordu karargâhının üstünde uçtuğunu duyar gibi oldum. Eğer her şey yolunda ise, neden bir Amerikan saldırı uçağının tepemizde uçtuğunu merak ettim. Uçağa ateş açılmamıştı. Biz günlük kıyafetlerimizin içinde çalışıyorduk ve camlar ve kapılar sonuna kadar açıktı, çünkü iki katlı karargâhımızda nemli, boğucu bir sıcak vardı. O dakikada ışıktan binlerce kez kuvvetli bir patlama beni çarptı. Neredeyse gözlerimi kör ettiğini hissettim. Koltuğumdan sıçradım ve camları, kapıları, tavanı ve duvarları yerle bir eden çok büyük bir rüzgâr çarparak tüm binayı salladı. Yere düşüp bilincimi kaybetmeden önce merdivenlere koşmaya çalıştığımı anımsıyorum. Çok sıcak bir patlamaydı, cam kırıkları ve yıkıntılardan parçalar ortalığa saçılmıştı. Ben tam merkezdeki yakıcı sıcaklığı hissetmedim, her şeyin ve herkesin bir anda eridiği o sıcaklığı. Sonradan, sıcaklığın merkezden uzaklaştıkça azaldığını öğrendim. Ben merkezden 2 bin 800 metre uzaklıktaydım.
Bir kentin sonu Kendime geldiğimde, akşam saatleriydi. Karargâhın avlusunda uzanıyordum. Hâlâ oraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Üzerimde sayısız cam, tahta ve beton parçası vardı, her iki kolumdan da kan kaybediyordum. Bütüm vücudum ağrıyordu. Kısa kollu mavi bluzum ve pantalonum parça parça olmuştu ve kan içindeydi. Ama kendimi sakin hissediyordum. Saatime baktım, kırılmıştı. Moloz yığınları arasına oturup güneşin batışını izledim. Bunun Nagasaki'nin ve Japonya'nın sonu olduğunu düşündüm. Ailemin hayatta olması için dua ettim. Bana yıllarca kamikazenin (kutsal rüzgârın) bir gün Japonya'yı kurtarmak için eseceği, kesin bir zafer getireceği öğretilmişti, fakat ABD uçağına saldıracak kutsal bir rüzgâr yoktu...
İlk hedef Kokura'ydı Talihli imişim ki, kurtuldum. Fakat günlük yaşamım, ölüm ve korkunun sektesine uğradı. Yaşadığım için kendimi hep suçlu hissettim. Sonraları bu ikinci bombanın asıl hedefinin, kuzey Kyushu'da bulunan ülkenin en büyük endüstri şehri Kokura olduğunu öğrendim. Gemi yapımı merkezi olan Nagasaki ise ikinci hedefti. 9 Ağustos sabahı, savaş uçağı Kokura üstünde uçmaya başladığında bulutlar şehrin üzerine yığılmış ve yakıtı azalan uçak Nagasaki'ye yönelmiş. Nagasaki'ye ulaştığında görüş netliği zayıfmış. Bu nedenle 3300 metre kuzey batıya yönelmiş ve bulutta bombanın geçebileceği kadar geniş bir delik bulduğu anda bombayı atmış. Saat 11:02'de patladı. Birçok insan, enkazın altında kapana kısıldı, patlamadan kurtulan birkaç kişi ise, sonradan çıkan yangında öldü. Kömürleşmiş bedenler, kızıl harabelerin arasına yığıldı...
Atom bombası hastalığı Bomba hakkında hükümet tarafından bir açıklama yapılmamıştı; bir hafta boyunca onun atom bombası olduğunu bile bilmeden yaşadık. Bombanın atıldığı gün, Sovyetler Birliği'nin Japonya'ya savaş ilan ettiğini öğrendik. Bizi hâlâ müttefiklere karşı savaşmaya zorlayan hükümet beni çileden çıkarıyordu. Yaralanmıştık, gerekli tedavi yapılmıyordu, yiyeceğimiz, giyeceğimiz yoktu. Yine de hükümet, sloganını bağırmaya devam ediyordu. "Ichioku gyokusai!" (100 milyon insan onurlu ölümü karşılamalıydı, Asla teslim olma!) Japon hükümeti kimin için vardı, merak ediyorum. Kısa süre sonra, hayatta kalanlar garip bir hastalığa yakalandı. Kusma, iştah kaybı, ishal, yüksek ateş, halsizlik, vücutlarının birçok bölgesinde mor halkalar, ağız, dişeti ve gırtlakta kanama, saç dökülmesi, ve akyuvarların azalması. Biz buna "atom bombası hastalığı" dedik; hafif yaralanmış görünen kişiler, çok kısa bir süre içinde veya aylar sonra, öldüler... Onyıllar sonra bile, defalarca kanser ameliyatı oldum. Yine de henüz yıkılmadım. Nagasaki'de acımasızca öldürülen insanlar ve kendim için, daha çok yaşamak istiyorum. Bedenim bir gün ölebilir ama ruhumun yenilmez olacağına inanıyorum. Umarım gelecekte insanlık nükleer silahlardan kaçınacak kadar akıllı davranır.
(The Guardian)
Evrensel'i Takip Et