29 Mayıs 2002 21:00

Şiir nasıl yazılmaz?

Devrimden bir sonraki gün hayat nasıl olacak? Ya da takip eden aylarda... Tüm çelişkilerin çözüleceği; güneşli kırlarda, yüzümüzde safça bir gülümsemeyle dolaşırken eski hummalı yaşamımızı özletecek sığlıkta günlerin geleceğinden şimdiden korkanlar varsa, Mayakovski'nin şiirden bir izlek üzerinde devrim sonrası Rusya'sının edebiyat dünyasının yönelimlerini ve asıl olarak da nasıl şiir yazılacağını (nasıl yazılmayacağıyla birlikte) anlattığı "Şiir nasıl yazılır?" adlı bu kitabı okusunlar. (Onlara, çok daha çetin ve hareketli günler vaat ediyor Mayakovski, satır aralarında.) Doğallıkla sadece onlar değil; politika ve şiir bağlamını tersten kurup, aslında kendileri de belli bir politiklikle davrandıkları halde, bu iki kavramın bir arada olamayacağı; politikanın, bulduğu ilk fırsatta şiirin gırtlağını sıkacağı ya da ırzına geçip onu 'kirleteceği'ni yıllardır yazıp çizenlere de -eğer isterlerse- çok şey anlatabilir bu kitap. (Onların yüzleri, kendi suçunu başkasına atan faninin utancıyla kızarabilir.) Listeye, aslında her gün başettiği 'hayat gailesine' yılgın bir gününde denk gelip, yaşamın kıyısında şöyle bir durup, hüzünlü bir hazla kendi intiharını kurgulayanları; son olarak ve tam isabetle, esin perisine ruhunu satıp basbayağı şair olmak isteyenleri de ekleyelim. (Bu sonuncular, hayatın hem acı hem tatlı bu iki meyvesine; şiire ve intihara namusluca yaklaşan bir adamın yazdıklarını okuyacaklar.) "Kak Delat' Stıklu?" (Şiir nasıl yazılır?) 1893 Gürcistan doğumlu Mayakovski'nin aynı zamanda değişik bir yolla poetikasını oluşturduğu kitap. "Pablo Neruda, Louis Aragon, dünyanın bütün dürüst şairleri aynı şeyi söyleyeceklerdir: O bizim öğretmenimizdir." Nâzım'ın, hakkında bunları söylediği Mayakovski, bu mertebeyi, şiirin konularına ve bu konuların söylenişine getirdiği yeni biçimlerle birlikte, kendi eliyle bitirdiği kısa bir yaşama sığdırdı. Sonraları, intiharı için; "Sen git, intihar etti, diye Yesenin'i küçümse, sonra da kalk, aynı şeyi yap" kabilinden görüşler beyan edenler, asıl bakmaları gereken şeyin üzerinde oturuyorlar. Yesenin, 1895'te bir köylü ailenin çocuğu olarak başladığı hayatını, 1925'te Leningrad'daki "İngiltere" otelinde; başlarda köy yaşamını konu edindiği klasik şiirlerden sonra, giderek, şehir ve sınıf ilişkilerini konu edinen modern şiirler yazan bir şair olarak kendi eliyle bitirirken, intiharının tetikleyeceği hazır bekleyen toplumsal olguları ve bir bileğini kestikten sonra ve kendini asmadan önce kanıyla yazdığı şiirin yankılarını sezmiştir belki. Son dizeleri "Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm. / Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da" diye biten bu şiirin, dönem Rusya'sının zor koşullarında yaşayanların bir bölümünü ölüm meleğinin soğuk ve mutlak unutuşu muştulayan nefesini içine çekmeyi öğütleyen mavralı çağrısına yanıt olarak, Mayakovski, "İnsan bu dizelere ancak yine dizelerle karşı koyabilir" diyerek o unutulmaz "Sergey Yesenin'e" şiirini yazdı. Ve şöyle bitirdi şiirini "Şu yaşamda en kolay iştir ölmek. / Asıl güç olan yepyeni bir yaşama başlamak." Neredeyse aynı sözcükleri kullanarak, Yesenin'in şiirinin anlamını baş aşağı çevirdi. Mayakovski, "Şiir nasıl yazılır?" adlı kitabının birinci bölümünü, şiirin ne olduğu, nasıl yazılacağı konularına ayırırken, "Şiir nasıl yazılmaz?"ı da ortaya seriyor. Politik rüzgârın etkisiyle işçi sınıfına samimiyetsiz methiyeler düzen şairler avanesine; yeni ve diri şiirin bedenini eskinin biçimci ve zamanı geçmiş edebi anlayışlarının partal giysisine sokmak isteyenlere; "Ortalama Beğeniye Şamar" indirirken, "Sözlüğü yeni türetilmiş kelimelerle genişletme, eski dile kin ve tüm ıslık ve şamarlara rağmen direnmeyi bilme hakkı"nı bırakıyor.

Çevirenin çevirdiği işler Mayakovski'nin, devrimci bir şair olarak, Sovyet Rusya'sında yerel ve ulusal çapta alabildiğine serpilen yazar örgütlerine "içeriden" getirdiği eleştirilerden "dışarıdan" sonuçlar çıkaran çevirenin satıraralarında gezinen tutumu; şairin aşk hayatına, "devrimci şiire" varana dek geçirdiği evrelere yoğunlaşan ilgisi, bir olgu olarak devrimle ilişkisine gelince "nesnel"leşiyor. Çünkü "nesnel" bakış bu ilişkiyi suskunlukla geçiştirmeyi gerektiriyor(?). Aynı tutumu Tahir Abacı'nın yazdığı kapsamlı önsözde de gözlemleyebiliyoruz. Devrimi yaşayan Rusya'da, toplumsal hareketlerin hep ortasında olan Mayakovski'ye yapılan bu "sadeleştirme" çabası, şairi çokça eksilterek anlatıyor. Okyanustan alıp akvaryuma koyuyor.

Evrensel'i Takip Et